“Türkiye’de eğitim bitkisel hayatta”

Eğitim-Sen Başkanı Alaaddin Dinçer, Türkiye'deki eğitim sisteminin  durumunu çarpıcı rakamlarla gözler önüne seriyor.  Eğitim sisteminin iyileştirilmesi için, ivedilikle eğitimin bir kamu hizmeti olarak görülmesi ve sosyal devletin bu alana ciddi kaynak ayırması gerektiğini söyleyen Dinçer, HaberVs'nin sorularını yanıtladı.

– Son beş yılda 86 bin öğretmenimiz emekli olmuş, buna karşılık sisteme yeni katılan öğretmen sayısı 141 bin… Yani 55 bin civarında bir kadrolu öğretmen katılımından söz ediyoruz. Bu yeterli mi? Bunun kadar önemli bir başka sorun, okullaşma. Bu iki sorundaki son durumu ve çözüm önerilerinizi bizimle paylaşır mısınız?

– Öncelikle eğitim sisteminde temel yapısal sorunlar var ve bu sorunlar yıllardır birikmiş sorunlar. Öğretmen açığı da bu sorunların en önemli ayağını oluşturuyor, bununla birlikte derslik açıkları tabii kalabalık sınıfları doğuruyor. Ayrıca bütün bunlarla birlikte son yıllarda eğitim alanındaki istihdam politikaları konusunda da kadrolu istihdam, güvenceli istihdam yerine süreli istihdam tercih nedeni oldu. Hükümetlerin, özellikle de AKP hükümetinin tercihi bu yönde oldu. Sınıflar oldukça kalabalık, zaman zaman okullara göre farklılık göstermekle birlikte bize göre kalabalık olan sınıf sayısı 25 öğrencinin üzerindeki sınıf sayısıdır. Ama bizde bu sayı 50 hatta 60 öğrenciye kadar çıkabilmektedir.

– Türkiye’de eğitimin niteliğini olumsuz yönde etkileyen fatörler neler?
– Dediğim gibi bu dönemde var olan istihdam politikaları açısından sorun oldukça dramatik. Öğretmenler mevsimlik işçi gibi, çok düşük ücretlerle çalıştırılıyorlar, bu da eğitimin niteliğini olumsuz yönde etkiliyor. Hükümet bu dönemde kamu personeli yasasını değiştirip, yeni bir düzenlemeye gitmeyi planlıyor. Buna göre de öğretmenler tamamen sözleşmeli istihdam edilecek, hiç kadrolu öğretmen alınmayacak. Ama biz biliyoruz ki okullarda çok üst üste sınıflarda, dersliklerde, öğretmen arkadaşlarımız çok zor koşullarda, alt yapı yetersizlikleriyle, fiziki donanımın olmadığı, araç gereçlerin olmadığı ortamlarda öğretmenlik yapmaya çalışıyorlar. Öyle ki Türkiye’de, hemen İstanbul’da, yanı başımızda iki bin üç bin nüfuslu okullar var. Buralarda çocuklar tuvalete gitme sırası bekliyorlar. İlköğretimde 117 öğrenciye bir tuvalet düşüyor. Orta öğretimde 145 öğrenciye bir tuvalet düşüyor. Düşünebiliyor musunuz öğrenci teneffüse çıkıyor ancak tuvalete dahi gidemiyor. Laboratuvar, derslik, iş atölyesi vs. yok denecek kadar az bizim okullarımızda. Bir yanda öğretim açıkları bir yanda fiziki altyapı, donanım eksikliği, araç gereç yetersizlikleri, kalabalık sınıflar. Türkiye’de altı bin okulda birleştirilmiş dersliklerde eğitim yapılıyor. İkinci, üçüncü sınıflar bir arada okutuluyor. Çok çağ dışı, ilkel koşullarda çocuklarımız eğitim görüyor. Eğitimin niteliği de çok ciddi anlamda sorun; biz çocuklarımızı sadece sınavlarda yarışma üzerine hazırlıyoruz. Eleştirel düşünmeyi, sormayı, sorgulamayı, demokratik davranışlar, tutumlar gibi temel bir takım değerleri aşılayamıyoruz. Bilgiyi bir bankamatik gibi depoluyoruz. Dolayısıyla çocuklar çocukluğunu yaşayamadan test çözmeye başlıyorlar. Bunlara bir de sağlıksız ortamlar, hijyenik olmayan ortamlardan kaynaklanan sağlık sorunları ve ailelerinin de yaşadığı bazı sorunları eklersek eğitimde çok ciddi ve köklü yapısal dönüşümlere ihtiyaç olduğu çok açıktır.

– Eğitim sisteminin şu anki durumundan daha çağdaş bir duruma taşınması için atılması gereken öncelikli adımlar, alınması gereken kararlar nelerdir?

– Bu dönüşümün olmazsa olmaz koşulu eğitimin bir kamu hizmeti olarak görülmesi ve sosyal devletin bu alana ciddi kaynak ayırması, Gayri Safi Milli Hasıla’dan eğitime ayrılan payın ve kişi başı eğitime ayrılan bütçenin arttırılması gerekiyor. Bu rakamları ülke bazında sıralamaya koyduğunuzda Türkiye en alt sıralarda yer alıyor. 1968’lerde bizim örgütümüzün devamı olduğu Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın yaptığı çeşitli etkinliklerde onların ortaya koyduğu sorunlara da bakılırsa, aradan bunca yıllar geçmesine rağmen aşağı yukarı aynı sorunlar var. Bütün bunlarla birlikte öğretmen yetiştirme sistemi çok sorunlu. Şu anda sürekli, bacasız fabrika gibi öğretmen üretiliyor. Ciddi bir işsizlik olgusu var. 185 bin öğretmen adayı var ve bunlara her yıl yenileri ekleniyor. Bütün bunlara bakıldığında Türkiye ciddi bir eğitim sorunuyla karşı karşıyadır.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile birlikte bir proje tartışıyoruz. Öğretmenlere yeni istihdam alanları açılması, oluşması için, o da şu: anne ve babaların çok ciddi eğitime ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Gerek okullarda yaşanan şiddet, gerek aile içi şiddeti önlemek adına bu projemizi hayata geçirmek istiyoruz. Dolayısıyla işsiz öğretmenlerin pedagojik formasyon, sosyal rehberlik, sosyal hizmet sertifikası alması için belli bir dönem kurs görmeleri; örneğin 100’den fazla işçi çalıştırılan iş yerlerinde bir ya da iki öğretmen istihdam edilmesi ama aynı zamanda bu öğretmenlerin işçilerle birlikte ailelerinin eğitimini de üslenmelerini hedefliyoruz. İstihdam alanları oluşturmamız gerekiyor, yoksa şu an itibariyle bu öğretmenlerin tamamını atadığınızda 185 bin öğretmeni görevlendireceğiniz okul yok.

– Dershaneye gidemeyen öğrencilerimizin daha iyi bir okula, üniversiteye gitmesi nerede ise imkânsızlaşıyor. Sizin bu konuya bakışınız ne yönde?

– Dershaneler eğitim sistemini teslim aldı. Yani neredeyse eğitim sisteminin yerini aldı. Dolayısıyla insanlar çocuklarını okula göndermek istemiyorlar, eğitim aldırmak istemiyorlar. Bunun nedeni ise eğitim harcamalarının ailelere çok büyük yük getirmesi. Çocuğu kısa yoldan iş alanına gönderip para kazanmasını tercih ediyorlar. Bu bakımdan bizim eğitimi en kısa sürede paralı olmaktan çıkarmamız ve zorunlu eğitim süresini okul öncesi eğitimini de zorunlu kılınarak 15 yıla çıkarmamız gerekiyor. Yani çocuk üç yaşında okula girmeli 18 yaşında çıkmalı ve bu sürecin tamamen parasız olmalı. Zaten bu bir anayasal haktır. Ne zaman eğitim sistemimiz bu seviyeye gelir, o zaman dershanecilik ve beraberindeki eşitsizlikler ortadan kalkar.

– Ekonomik eşitsizlik sadece farklı bölgelerle sınırlı değil. Aynı okul içerisinde bile bu eşitsizlikleri görmek mümkün. Bu konuyla ilgili neler söylemek istersiniz?

– Evet, bu da çok büyük bir sorun. Aynı okuldaki sınıflar arasında bile bir fay hattı oluştu. Eğitimin evrensel olması adına çok büyük bir sorun ve gerçekten sakat bir anlayış. Çocuk pedagojisini almış olan bir öğretmenin, bir idarecinin böyle bir ayrıma gitmesi mesleğimiz açısından utanç duyacağımız bir durumdur.

– Gelir seviyesi daha düşük ve daha kalabalık olan semtlerimize diğer semtlerden daha fazla ödenek ayrılması gibi bir çözüm yoluna gidilebilir mi? Örneğin Gaziosmanpaşa, Sultanbeyli gibi bölgelerin okullarında ortalama öğrenci sayısı 3500. Bütçe planlamaları yapılırken bu farklılıklar göz önüne alınamaz mı?

– Bütçeden hiç pay verilmiyor. Bizim sorunumuz bu zaten. Sadece velilerden gelen paralarla bu okullar faaliyetlerini yürütüyorlar, kendilerini döndürüyorlar. Yıl sonunu pek çoğu borçlu bitiriyor. Elektrik, su borcu gibi pek çok borçla okullar eğitim ve öğretim yılını kapatıyor. Dolayısıyla bize göre de okullara yeterli ödenek ayrılmıyor. Okullar mevkilerine göre bölgesel farklılıklar göstermekle birlikte yıllık giderlerinin 5 bin YTL’den 250 bin YTL’ye kadar çıktığını biliyoruz. Eğer devlet yıllık gideri 250 bin YTL olan bir okula bu parayı vermez ise okul bunu bölgedeki velilerden sağlama yoluna gidiyor ve bunlar yıllık faaliyetleri gerçekleştirmek için gereken paralar. Sosyal, sportif vb. faaliyetler için ekstra bütçelere ihtiyaç duyulmakta ancak biz henüz temel ihtiyaçları bile karşılayabilecek bütçeye sahip olamıyoruz.

– Eğitim Sen’in raporuna göre 2007-2008 ders yılında 24 kişilik sınıflar için 145 bin yeni derslik gerekiyormuş…
– Doğrudur. Bütün bunlarla birlikte kalabalık sınıflar eğitimin tam ve sağlıklı yapılabilmesini engelliyor. İkili eğitim durumu da oldukça önemli bir etken. Düşünebiliyor musunuz sabah gün ağarmadan öğrenciler öğretmenler yollara dökülüyor, akşam da gecenin bir karanlığında özellikle uzun günlerde evlerine dönmek durumunda kalıyorlar. Bu durum çocuğun süre olarak gününün büyük bir kısmını yollarda, servislerde geçirmesine neden oluyor. Bir de çağ nüfusunun okullaşma oranları diye bir durum var. Burada da bizim hesaplarımıza göre 0-20 yaş arası Türkiye’de çağ nüfusu 21 milyona yakın. Bunun ilk üç milyonunu dışarıda tutarsak, okullaşmış nüfusun yaklaşık 17-18 milyon olması gerekiyor, oysa bugün okul öncesi eğitim, ilköğretim ve orta öğretimdeki öğrenci sayısı yaklaşık 14 milyon civarındadır. Buradan şöyle bir sonuç çıkarmak mümkün, yaklaşık üç, dört milyon öğrenci hâlâ okullaşmamıştır. Bu okullaşmayan öğrencilerin de okullara kayıt yaptırdıklarını ve okula başladıklarını düşünürseniz hem öğretmen hem derslik sayılarının açığı bir kat daha artar. Şu an itibariyle, bizim hesaplarımıza göre var olan öğretmen açığı 70 bin.