Büyüme döneminin sonundayız, sanayi politikası gerekli!




TÜSİAD tarafından düzenlenen “Uluslararası Uygulamalar Işığında Türkiye İçin Sanayi Stratejisi Arayışları” konulu konferansta konuşan Harvard Üniversitesi Uluslararası Ekonomi Politikası Profesörü Dani Rodrik, neo-liberal iktisatçıların ve politikacıların iddia ettiği gibi piyasa mekanizmasının hiçbir müdahaleye gerek olmadan bir verimlilik artışı yaratmadığının artık somut örneklerle ortaya çıktığını söyledi. Rodrik, ekonomik büyüme için verimlilik artışı, verimlilik artışı için sanayi, sanayi için de “öyle ya da böyle” bir sanayi stratejisinin gerektiğini vurguladı.

Sanayinin, tarım ve hizmetlerden daha büyük bir kişi başı gelir yaratma gücüne sahip olduğunu ifade eden Rodrik, tarım gibi daha verimsiz sektörlerden sanayiye, sanayi içindeki verimi düşük sektörlerden de daha verimli sektörlere doğru üretim faktörlerinin kanalize edilmesini sağlayacak politikaların oluşturulması gerektiğini anlattı. Rodrik’e göre temel amaç, ekonomide böyle bir dönüşümü sağlamak olmalı ve bunu başarmak için de kamu ile özel kesim arasında kesintisiz bir diyalog platformu kurulmalı.

Toplantının açılış konuşmasında dünya ekonomisinde uzun yıllardır devam eden büyüme döneminin artık sonuna gelindiğinin altını çizen TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi Erdal Karamercan, şimdiye kadar Türkiye’de doğru düzgün tartışılmayan, tartışıldığında da bölgesel ya da sektörel teşvikler düzeyinde konuşulan sanayi politikasının artık açıkça tartışılması ve bir sanayileşme stratejisinin belirlenmesi gerektiğini vurguladı.

Koç Üniversitesi Rektörü Prof Dr. Atilla Aşkar da konuşmasında ekonomide arz talep dengesine dayalı temel paradigmaların değiştiğine vurgu yaparak, artık temel girdinin hammadde değil bilgi olduğunu, bilginin maliyetinin de hammadde gibi kullandıkça artmadığını aksine azaldığını, bunun da ekonomide yeni bir model ortaya çıkarttığını anlattı. Artık ekonomide kısa süreli ve değişken merkezli dengelerin kurulabildiğini söyleyen Aşkar, bir sonraki denge noktasını izleyebilmek ve tahminde bulunabilmek için de Üniversite ve sanayi arasındaki işbirliğinin sıkılaştırılması gerektiğini ifade etti..

Temel amaç ekonomik dönüşümü sağlamak olmalı…

Türkiye’de doğup büyüyen, Robert Kolej’i bitirdikten sonra kariyerine Harvard’ta devam eden “Türkiyeli” profesör Dani Rodrik TÜSİAD tarafından düzenlenen Sanayi Stratejisi konulu toplantıda son 50 yılda değişik şekillerde ve sürelerde de olsa .belirli bir ekonomi politikası uygulayan ülkelerin kendisini tamamen piyasaya bırakmış ülkelere oranla büyüme konusunda daha başarılı olduklarını anlattı. İşte Rodrik’in yeni yayınlanan “One Economics Many Recipes” başlıklı kitabındaki verilere dayanan konuşmasının özeti…

Neden Sanayi?

– Sanayide verimlilik tüm diğer sektörlere göre çok daha yüksektir. Örneğin Türkiye’de kişi başına ulusal geliri 100 kabul ederseniz tarım sektöründe bu rakam 110, hizmetlerde 375, sanayide ise 500 civarındadır.

– Gelişmiş ülkeler verimliliğin Ar-Ge ve inovasyon ile artırılabileceğini düşünürler. Oysa Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde verimlilik büyük ölçüde doğru kaynak kullanımıyla artırılabilir. Yani yatırımların daha az verimli sektörlerden daha verimli sektörlere akmasını sağlayacak politikalar uygulamanız gerekir.

– Türkiye’de 2001 yılından beri şirketlerde sağlanan verimlilik artışı küçülme ve konsolidasyonlar sonucu elde edildi. Bu nedenle artan verimlilik elbette istihdam artışına yol açmadı.

– Türkiye’de verimliliğin en fazla arttığı dönemlerin sanayi yatırımlarının arttığı ve sanayinin büyüdüğü dönemler olması boşuna değil. 2001-2005 döneminde Türkiye’de tarımdan gelenler ve nüfus artışıyla birlikte 5 milyon kişilik ek bir işgücü ortaya çıktı. Bunun da yalnızca yüzde 10’u sanayiye gittı. Eğer bu işgücünün tamamını sanayi sektöründe istihdam edebilseydiniz Türkiye ekonomisi bugünkünden yüzde 20 daha büyük olurdu.

Neden bir sanayi politikası?

Klasik neoliberallere göre sanayinin gelişmesi için piyasanın serbestleşmesi yeterlidir. Teşvik ve devlet müdahaleleri yolsuzluk ve istismara yol açacağı için daha büyük sorunlar yaratır. Ancak bu varsayımlar yaşanan deneyimlerle çelişiyor.
Genel olarak piyasa koşullarının ve piyasayı düzenleyen kurumların iyi işleyişiyle sanayi sektörünün performansı arasındaki bağ oldukça zayıftır. Kamu yönetimi etkinliği, piyasa ve sistemi düzenleyici kurumların varlığı gibi kriterler açısından OECD ülkeleriyle karşılaştırdığımızda Çin ve Hindistan Türkiye’den çok daha kötü durumdadır. Ancak bu ülkelerin sanayi performansı Türkiye’den çok daha yüksek olmuştur.

– Hızlı büyüme ile sanayileşmiş ülkelerin hemen hepsinde bir çeşit sanayileşme politikası uygulanmıştır:
Asya kaplanları: Güney Kore ve Tayvan sanayinin gelişmesi için sübvansiyon, vergi indirimi ve benzeri politikalardan büyük ölçüde yararlanmıştır.

Güneydoğu Asya:
Malezya gibi ülkeler yabancı yatırımlara sağlanan kolaylıklar ve serbest bölgeler gibi bir takım araçlarla sanayide büyüme sağladılar.

Çin:
Büyük ölçüde yabancı sermaye akışı sağladı. Bunun için yatırım ve ihracat teşvikleri verirken bir yandan da yerli sanayiin gelişmesi için belirli ölçülerde yerli girdi kullanımını zorunlu tuttu, yerli-yabancı joint verture yatırımlarını zorunlu tuttu, yerli şirkete teknoloji aktarma zorunluluğu getirdi.

Güney Amerika:
Büyük ölçüde neoliberal politikaları benimseyen Güney Amerika ülkelerinde 1990’lı yıllarda, ithal ikameci dönemle kıyaslandığında son derece yetersiz kalan bir verimlilik artışı görüyoruz. Güney Amerika’da tek başarılı örnek olan Şili’de de sanayi politikası önemli rol oynadı. 1980’lerde en hızlı büyüyen Latin Amerika ülkesi olan Şili’de doğal kaynakların geleneksel olmayan yeni ihracat ürünleri ortaya çıkartacak şekilde kullanımı teşvik edildi. Kamunun Ar-Ge yatırımları sonucunda şarapçılık, özerk bir kamu kuruluşu eliyle somon gibi deniz mahsülleri ve Pinochet döneminde verilen sübvansiyonlarla orman ürünleri Şili’nin ihracatında önemli bir rol oynamış ve ülkenin büyümesine önemli katkılar sağlamıştır.

– Elbette sanayi politikalarının başarısız olduğu durumlar da vardır. Örneğin ithal ikameci politikalar Türkiye’de başarılı olurken Arjantin’de Şili’de ve çoğu Afrika ülkesinde başarısızlığa uğradı. Türkiye’de zamanında başarılı olan ithal ikameci politikalar, zamanında yenilenmemesi nedeniyle ilerleyen yıllarda verimsiz şirketlerin de hayatta kalmasına neden oldu. Müdahaleci politikalar hayali ihracat gibi bazı yolsuzluklara da yol açtı. Bazı durumlarda sanayi politikaları verimsiz firmaların desteklenmesine de neden olmaktadır; bunun en çarpıcı örneği Malezya’da otomobil üreten Proton adlı firmadır.

– Sanayi politikasının temel amacı Ar-Ge veya inovasyon değildir. Temel amaç ekonomide dönüşümü sağlamaktır. Elbette bu dönüşümü sağlamak için Ar-Ge veya inovasyonun teşvik edilmesi de gerekebilir ama bunlar hiçbir zaman temel amaç olmamalıdır. Temel amacın verimliliğe dönük bir dönüştürme olduğu asla unutulmamalıdır.

Nasıl bir sanayi politikası?

– Dünyada artık bir sanayi politikası olsun mu olmasın mı tartışması bitmiştir. Şu anda doğru bir sanayi politikasının nasıl olması gerektiğini tartışıyoruz. Sanayi politikası esasen bir diyalog sürecidir. Klasik sanayi politikası bölge veya sektör önceliklerini seçer onları teşvik edecek araçları belirlerdi. Yeni sanayi politikası ise özel sektör ve kamu arasında işbirliği sağlayacak mekanizmaları oluşturmalıdır. Kamu, ekonomideki kısıt ve darboğazları özel sektörden öğrenmelidir. Özel sektör ise tıkanıklıkları aşmak için kendisini anlaşacak bir kamuya ihtiyaç duyar. Bu iki yönlü bir süreçtir.

– Sanayi politikası karlılığı gözetir ama aynı zamanda disiplini de uygular. Bu disiplin için üç koşul gerekir:
1-Kamu, yatırım risklerini tek başına üstlenmez özel sektörle paylaşır.
2-Sübvansiyon ve teşvikler süreli olarak, kendi kendini ortadan kaldıracak şekilde uygulanır.
3-Teşvikler, yatırım, kapasite ve istihdam taahhüdü ile verilir ve bu taahütler sıkı sıkıya takip edilir.

– Esas olan devletin karlı yatırım alanları yaratıp özel sektörün bunlara yatırım yapmasını sağlamasıdır.

– Orta ve uzun vadede kendi ayakları üzerinde durabilecek ve duramayacak projeleri ayırt etmek için piyasa disiplini ve benzer yöntemlere ihtiyaç vardır.

– Sanayi politikası uygulanırken hata yapılmaması elbette mümkün değildir. Hata yapılabilir ama önemli olan hataların zamanında fark edilmesi ve kaybedenlerin zamanında tasfiye edilmesidir.

– Sanayi politikaları şeffaf olmalıdır. Sektörler ve bölgeler arasında sürekli tercihler yapılacağı için bu politikaların kamuoyu önünde kendisini sürekli ispat etmesi gerekir. Bunun için politikalar açık, şeffaf ve hesap verebilir şekilde yapılmalıdır. Tüm tercihler siyasi değil, teknik ve ekonomik kriterlere göre olmalıdır.

– Sanayi politikasının önünde iki temel engel vardır. Bunlardan birincisi kamunun bilgi eksikliğidir. Kamunun her alanda bilgi sahibi olduğunu varsaymak son derece yanlıştır. Bu nedenle kamunu sürekli bilgilendirilmesi gerekir. İkinci engel ise siyasetin neden olduğu rant ve yolsuzluktur. Bunların en alt düzeye indirgenmesi hayati önem taşır. Kamunun el attığı, sağlık, altyapı, eğitim vb. her alanda yolsuzluk riski olduğu unutulmamalıdır. Yolsuzluk riski var diye kamunun bu yatırımlardan vazgeçmesi düşünülemeyeceği gibi sanayi politikası uygulamasından vazgeçilmesi de düşünülmemelidir…