Dünyayı kurtaran adam

Nıvart Taşçı

Çevre bilimci Lester R. Brown, geçtiğimiz hafta TEMA Vakfı’nın davetlisi olarak İstanbul’daydı. Brown, ziyaretinin son günü 20 Haziran’da Santralistanbul’da, kendi yazdığı kitapla aynı adı taşıyan “Uygarlığı Kurtarmak İçin Harekete Geçmek” konferansında konuştu. Ve duymaya alıştığımız felaket senaryolarının aksine, iklim değişikliğinin başa çıkılabilir bir sorun olduğunu vurguladı.

“Plan B 3.0, Uygarlığı Kurtarmak İçin Harekete Geçmek” Lester Brown’ın, dünyevi kurtuluşumuzun sırrını içeren bir kutsal kitap muamelesi gördüğüne tanık olduğumuz son kitabı. Onun İstanbul ziyaretinin bir amacı da, bu kitap için düzenlenen imza gününe katılmaktı. Brown bu çalışmasında kendi ifadesiyle, “uygarlığımızı karşı karşıya kaldığı tehditten kurtaracak planı” anlatıyor. “B planı” ismi verdiği bu yolun, üç temel ayağını ise şöyle aktarıyor:

“Öncelikle 2020’ye kadar karbon emisyonlarının yüzde 80 azaltılması, ikinci olarak nüfus artışının sekiz milyarla sınırlanması, üçüncü olarak da ekonomilerin doğal destek sistemlerinin yani ormanlar, meralar ve balık çiftlikleri gibi alanların desteklenmesi gerekiyor.”

Brown’a göre, bunların hepsinde bir gerileme yaşanırsa, çevresel destek sistemlerinin çökmesi sonrasında ayakta kalan tek bir medeniyet bile kalmayacak. Mevcut durumun sürdürülebilir olmadığını belirten Brown, bu noktada şu soruyu soruyor: “Temel birtakım düzenlemeler yapacak mıyız? Ve bu düzenlemeler ne kadar sürecek?”

Brown, bütün dünyanın yapamadığını kısacık bir zaman diliminde başarmanın yolunun, enerji piyasasının devlerini temiz enerji üretiminin karlı olduğu konusunda ikna etmekten geçtiğini söylüyor. “Geçmişte de şimdikine benzer krizler yaşanmış fakat bunlar zaman içinde dengelenmişti. Ama şimdiki durum çok farklı. Artık çok daha büyük bir seferberliğe ihtiyacımız var. Sadece hükümetler değil, toplum da tek vücut olarak harekete geçmek zorunda.”

“Toplantılar kararsızlık ve çözümsüzlük üretiyor”

Aklımıza tam da bu meselelerin, yani sera gazı emisyonlarında gidilmesi gereken kısıtlamaların tartışıldığı, konulan hedeflere yaklaşmak bir yana, henüz hedefler üzerinde uzlaşmanın dahi sağlanamadığı uluslararası toplantılar geliyor. İşte bu noktada da Brown’ın “farkı” ortaya çıkıyor. Çünkü ona göre bu toplantılar sadece kararsızlık ve çözümsüzlük üretiyor. Çünkü Avrupa’nın önümüzdeki 12 yılda karbon emisyonlarını yüzde 80 azaltması “hiç de abartılacak bir konu değil!”

Karbon emisyonlarının azaltılması için üç şey üzerinde odaklanılması gerekiyor: “İlk olarak dünya ekonomisinin enerji verimliliğinin artırılması, yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesine yönelik yatırımlar ve son olarak, dikilecek milyonlarca ağaç.” Brown’a göre mevcut akkor ampuller yerine geçecek daha verimli bir aydınlatma teknolojisini bugün kullanılmaya başlanması, küresel elektrik kullanımını yüzde 12 azaltabiliyor. Böylece kömür yakıtlarıyla çalışan 2 bin 600 elektrik santralinin 700’ünü kapatabiliyoruz.

Dünyaya örnek Teksas!

Ampul değiştirmek ve “yeşil ürün” tüketimi, küresel ısınmayla mücadelenin bireysel kısmını oluşturuyor. Enerji altyapısına ilişkin düzenlemeler ise bugünün büyük yatırımcılarına, diğer bir deyişle petrol ve otomotiv sektörüne düşüyor. Söz gelimi ABD’nin en büyük petrol üreticisi Teksas, artık rüzgârdan elektrik üretme alanında en önde gelen eyalet. Üstelik 23 tane kömür yakıtlı elektrik santraline denk gelen sayıda rüzgâr santrali geliştirilmesi, Teksas nüfusunun yarısının konutsal elektrik ihtiyacı karşılayabilecek. “Bu alandaki önde gelen yatırımcılardan bir tanesi Perkins isimli bir petrolcü. Kendi cebinden 10 milyar dolar harcayarak Teksas’ta 4 bin megavatlık bir rüzgâr çiftliği kurmayı planlıyor” diyor çevre bilimci.

Geçenlerde bir gazeteci Perkins’e, onun gibi bir petrol yatırımcısının neden rüzgâr enerjisine yöneldiği sormuş. Petrolcü şöyle yanıtlamış: “Petrol rezervlerinin tükenme eğrilerini görmekten sıkıldım. Üstelik yılda yüzde 25’lik bir geri dönüş bekliyorum bu 10 milyar dolarlık yatırımdan.”

Brown, Teksaslı petrolcünün bu sözlerinin, yaptığı yatırımın ekonomik mantığını ortaya koyduğunu söylüyor: “Çok yardımsever veya çevreci birisi olduğu için yapmıyor bu işi. Onu motive eden şey, yatırımın kısa sürede maliyetini karşılaması ve kar getirmesi. Brown, toplam 3 milyon megavatlık jeneratör kapasitesine sahip 1,5 milyon rüzgâr türbiniyle elektrik üretiminin çok büyük bir kısmının temiz enerjiden karşılanabileceği görüşünde. Hali hazırdaki türbin sayısı 100 binin üzerinde fakat kendisinin de belirttiği gibi yılda 65 milyon araba üretebiliyorsak, 2020’ye kadar 1,5 milyon rüzgar türbini üretmek o kadar zor olmasa gerek.

Tek alternatif enerji kaynağımız rüzgâr değil elbette. Güneş enerjisini ve jeotermal enerjiyi de hesaba katmak gerekiyor. Güneş enerjisini kullanmanın birkaç yolu var fakat Türkiye açısından “çatı üzerine monte edilen güneş enerjili su ısıtıcıları” özellikle avantajlı görünüyor. İrlanda’nın yüzde 90’lara yakın bir düzeyde faydalandığı jeotermal enerji ise Japonya gibi sıcak su kaynaklarının bol bulunduğu ülkelerde veya Endonezya gibi hâlâ aktif volkanlara sahip bölgelerde düşünülebilecek bir seçenek. Sonuçta Brown, vermek istediği mesajı kelimelere döküyor:

“Dünyanın iklim sistemini bozmaksızın yeterince enerji üretmek mümkün.”

Toyota ve General Motors

Sera gazı emisyonlarının sadece yüzde 25 kadarı enerji üretiminde kullanılan fosil yakıtlarından kaynaklanıyor. Ulaşım sektörünün yarattığı kirliliğin payı ise yaklaşık yüzde 15. Dolayısıyla taşıt kullanımı, hele de ABD gibi özel araç kullanım oranlarının tüm dünyayı geride bıraktığı bir ülkede, iklim sorununun önemli bileşenlerinden biri haline geliyor.

Gelgelelim ABD, tüm dünyadaki benzinin üçte birini tek başına tüketiyor. ABD’deki onca araca ne olacağının cevabını Brown’a göre yine teknoloji veriyor. “Son 10 yıldır kullanılabilen iki yeni teknoloji sayesinde tamamen yeni bir otomotiv yakıt ekonomisi üretmek mümkün. İlki melez tabir edilen araçlar. Bunlar plug-in melez denilen, elektrik şarjıyla da çalıştırılabilen araçlara dönüştürülebiliyor.”

Şu sözlerle devam ediyor Brown. “Yeni batarya teknolojileri sayesinde siz uyurken arabanız bir uzatma kablosu ile şarj olup, kısa mesafe ihtiyaçlarınızda kullanılabilir. Beş otomotiv üreticisi bu tip hibrit araçlar üretiyor. Bunlardan önde gelenleri Toyota ve General Motors. Aslında 2010’da bu araçların piyasada satışa sunulacağı söylenmişti ama Toyota önümüzdeki yıl bunları pazara sürmeyi hedefliyor.”

Bu noktada dünyanın en büyük şirketlerinden ABD’li otomobil üreticisi General Motors (GM) ile ilgili bir hatırlatma yapmakta fayda var. GM, iklim değişikliğinin “daha yeşil” bir dünya yaratacağı, Kyoto Protokolü’nün ise aldatma ve korku üstüne kurulu bir emrivaki olduğu düşüncesini savunan, Washington’da yerleşik Competitive Enterprise Institute (CEI) isimli düşünce kuruluşunun en büyük destekçileri arasında yer alıyor.

“Petrol, daha çok vergilendirilmeli”

Brown’ın, konuşmasının bilimsel altyapısını oluşturduğunu açıkça belirttiği Stern Raporu (İngiltere hükümetinin ekonomi danışmanı Sir Nicholas Stern tarafından kaleme alınmış iklim raporu) üretimden ve tüketim alışkanlıklarından vazgeçmeden sera gazı salımlarında kısıntılara gidilebileceğini savunuyor. Bilim adamının önerdiği nihai çözüm, vergi sisteminin yeniden yapılandırılmasında yatıyor:

“Vergi sisteminde her şey yolunda olsa da dolaylı maliyetlerin ücretlere dâhil edilebilmesi, yani diyelim ki petrolün çıkarılması, bir rafineriye ulaştırılması, benzinin üretilmesi ve istasyonlara ulaştırıması ilave maliyetler yaratıyor. Pazara gerçeğe anlatmalıyız. Çevre hasarından tutun da solunum hastalıklarına kadar, ödenmeyen bu maliyetlerin yakıt maliyetlerine dâhil edilmesini, yani karbona daha fazla vergi uygulamasını kastediyorum. Bu sistemin fosil yakıtlarından yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişi hızlandıracağını düşünüyorum.”

“Tuhaf ittifaklar Türkiye’ye özgü değil”

Önümüzdeki 10-12 yıl içinde dünyanın enerji ekonomisini yeniden yapılandırmak ve karbon emisyonlarını yüzde 80 azaltmak için ihtiyaç duyduğumuz ilham ve taktiğin ABD’de saklı olduğunu belirtiyor Brown. II. Dünya Savaşı’nda ABD Başkanı Franklin Roosevelt’in silah üretimini artırmak için, o zamanların en büyük üretimi alanı olan otomotiv sektörünü nasıl askıya aldığından, 1942-1944 arasında özel araç üretiminin tamamen durdurulduğundan bahsediyor. “Anlatmaya çalıştığımı şey şu: ABD’nin endüstriyel ekonomisini yeniden yapılandırmak yıllarca değil, birkaç ay sürdü. ABD’de bu iş birkaç ayda yapılabiliyorsa, 2020’ye kadar küresel sera gazı salımları istediğimiz hedeflere çekmek mümkün demektir.”

Konuşmanın dönüp dolaşıp geldiği noktada ABD’nin siyasi bağımsızlığından endişe duyan neoconlarla, iklim değişikliğinden kaygılanan çevrecilerin ittifakı yer alıyor. Ülkesindeki kömür yakıtlı elektrik santrallerine karşı yükselişe geçen yerel tepkiden yola çıkan Brown, Türkiye’de de akkor ampullerin kullanımına son verilmesi veya kömür yakıtlı elektrik santrallerinden vazgeçilmesi konusunda başlatılabilecek kampanyalardan, dünya kalitesinde geri dönüşüm sistemlerinden dem vuruyor. “Bunları yapmak zorunda kalacağız. Maliyeti çok fazla diyemeyiz. Çünkü bu noktada ‘yapmazsak maliyeti ne kadar’ sorusuyla karşı karşıya kalırız. Ve bu sorunun cevabı gelecek nesilleri de içeriyor. Buna nasıl paha biçeriz bilmiyorum. Biz dünyayı korumaya çalışan çevrecileriz ama artık uygarlığı kurtarmaktan bahsetmeliyiz!”

TEMA Vakfı’nın Tüpraş, Arçelik, Aygaz ve OPET sponsorluğundaki 15. yıl etkinlikleri kapsamında gerçekleşen bu konuşma, dinleyiciler arasında bulunan ve Brown’ın önerilerinden pek memnun kalmışa benzeyen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler’in huşu içinde sarf ettiği şu sözlerle tamamlanıyor: “Türkiye, Kurtuluş Savaşı’nda mazlum ülkelere örnek olduğu gibi, çevre konusunda da diğer ülkelere örnek olabilir.”