‘Hasan ne yapacak?’




Hasan Saltık

Hatırlayacaksanız, Hasan Saltık’ın sahibi olduğu Kalan Müzik’in, TRT arşivinin yayını için Ağustos 2008 başında yaptığı anlaşma gündeme yansımış ve müzikseverleri heyecanlandırmıştı. Öyle ya, Anadolu’nun binlerce yıllık müzik belliğinin kayda alınan son örnekleri, cumhuriyet döneminin artık hayatta olmayan icracılarının “kayıp” kayıtları çürümekte olduğu raflardan kurtulacak ve CD, DVD olarak bizlere ulaşacaktı.

Hasan Saltık, bizzat TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’den gelen şaşırtıcı bulduğu bu teklifi uzun görüşmeler sonrasında kabul etmiş ve sözleşme sonrasında “Bir devlet kurumunun kendini korumak için yaptığı en iyi anlaşma” açıklaması yapmıştı.

Saltık, bugüne kadar “devlet sırrı” gibi saklanan arşivin yayınına, 29 Ekim vesilesi ile “Türk Marşları” CD’si ile başlayacaktı, bu yönde açıklamalar yaptı. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. İş, yıllardır her yerde duyduğumuz ulusal marşların lisanslı yayınına gelince türlü zorluklar yaşandı. Eserlerin hak sahiplerini bulmak ve tek tek izin almak yayını geciktirdi. 10. Yıl Marşı’nın telif hakkı sorununun çözülmesi bile başlı başına bir hikayeydi. Saltık bu durumu Kalan Müzik’in telif hakları konusunda şimdiye kadar hiçbir kurumun göstermediği özene bağlıyor: “Albümde yer alacak marşlardan biri (100. Yıl Atatürk Marşı) 15 Ekim’de kaybettiğimiz Şair Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya ait. Ancak eserlerinin hakkının kime kaldığı belli değil. Sadece bu bile CD’yi 15 gündür geciktirdi” diyor.

Türkiye’de müzik yapımcılığında bir marka haline gelen, çalışmalarıyla Time dergisinin 2004 yılında yaptığı “Dünyayı güzelleştiren 100 insan” listesine giren tek Türk olan Hasan Saltık’la kendisini, Kalan Müzik’i ve TRT ile yapmış olduğu anlaşmayı konuştuk.

Yapımcılığa protest ve etnik müziklerle başladınız. O ana kadar Türkiye’de bu müziklerin yayınlanmamış olması, cesur bir girişim olarak nitelendi. Ancak bu alanda ticari anlamda değerlendirilebilecek bir boşluk da görmüş olabilir misiniz?

“Bunları yaparım para kazanırım” diye hiç düşünmedim, kişilik ve karakterle ilgili. Kürt müziği yasaklı olduğu için Kürt nüfusu da fazla olduğu için bir sakınca görmedim. Çünkü Kürt müziği yasak olduğu zaman da Kürtçe albümler fazla satıyordu. Ama aynı şeyi Zaza, Yunan ve Ermeni müziği için söyleyemeyiz.

“Paldır küldür girdik”

Bu alanların bu kadar bakir kalması, bir girişimci için imkân yaratıyor mu? Çünkü neredeyse teksiniz.

Taklit edenler oldu ama pek başarılı olamadılar. Farklı bir şey yapmaya çalıştım. İlk başlarda para kazanmadık ama çeşitlilik artarken kendi kendimizi finanse etmeye başladık. Ama başlangıçta, “biz yaparız, kâr getirir, bir sinerji doğururuz da kendi pazarımızı kendimiz yaratırız” diye bir düşünce yoktu, maliyet ve hesap işi hiç yapmadım. Paldır küldür girdik. Mesela, Birol Topaloğlu ile Laz müziğini derlemeye başladığımızda, cebine para koydum ve eline fotoğraf makinesi verdim. Ve o işten beş kuruş para da istemedim. 1990’larda Laz müziği yaptık. Biz zaten 1991’de kurulmuş bir şirkettik. Kazım Koyuncu’nun okuduğu bütün şarkılar, Koçerya, Didou Nana hep Birol’un derlemeleridir. Erkan Oğur’dan, Grup Yorum’dan çok ciddi paralar kazandık. Erkan Oğur’un “Gülün Kokusu Vardı” albümü en çok satılan albümler arasındaydı, 300 bin satmıştı. Şu anda bile en çok satan albümler arasında. Her yıl hala 10–15 bin baskı yaparız. Bugün popüler bir albüm çıkar ama 10 – 15 bin satmaz. Fakat Erkan Oğur’un albümü güncelliğini hâlâ koruyor.

TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin sizi aramadan önce, kurum arşivinden böyle bir hazine çıkacağını tahmin ediyor muydunuz?

“Kalan Müzik zaten TRT arşivini bir şekilde ele geçirmiştir” deniyordu. Bizde de çok fazla arşiv var ama TRT arşivinin kopyası bizde yoktu. Zaten biz TRT ile ilgili toplantılara giderken oradaki müdürler bana “Ya zaten arşivin çoğu sende” diyordu. Böyle bir espriyle başladı toplantı. Biz daha önce TRT’den hiç arşiv almamıştık. TRT’nin aktarım yaptıktan sonra matara bantları koyacak yeri olmadığından, bu bantlar hurdacılara veriliyordu. Biz de bantları hurdacılardan alıyorduk. Yani Kalan Müzik’te TRT’ye ait makara bantlar var. Ama bunlar genelde saflardan toplanmış şeyler, TRT’nin bize özel olarak verdiği bantlar değil.

“Teklif, kötü bir zamanda geldi”

Yani bir nevi TRT’nin çöpe attığı malzemeleri siz diye almışsınız.

“Koltukaltı diskoteği” diyebileceğimiz durum oluştu. Yani, TRT’den emekli olan yapımcılar koltuğunun altında birkaç tane mal bulunduruyor. “Ya bunlar çöpe gidecek, kimse değerlendirmiyor” diye bize getirdikleri bantlar var, bunlara koltuk altı diskoteği diyoruz. Ama biz Kalan Müzik olarak bunları hiç kullanmadık. Faydalandık ama birebir kullanmadık. Repertuar açısından kullandık. Şimdi durum değişti. TRT diyor ki “ Al sana arşivim. Bunu CD ve DVD olarak, nasıl istiyorsan kullan, bunları kullanarak para kazanalım” diyor.

Keşke bu teklif bize 5–6 yıl önce gelseydi. Çünkü müzik sektörü artık bitti. Bu seneki rakam, 9–10 milyona düşmüş durumda. Zaten istenen şarkı internetten indiriliyor. Bize bu teklif kötü bir zamanda geldi. Birkaç yıl önce olsaydı ekonomik anlamda geliri çok iyi olabilirdi, şimdi riskli. Ben albümleri yaparken seçici davranacağım. Yani gerçek anlamda yapımcılık yapacağım.

“Ben ne diyorsam o olacak”

TRT’nin kendi ekibi var. Sizin de kendi ekibiniz var. Herhangi bir sanat eserinde bir anlaşmazlık çıktığında buna kim müdahale ediyor?

Ben ne diyorsam o olacak. Sonuçta ben karar vereceğim. Bana bilgiler gelecek, ben de o bilgiler dâhilinde karar vereceğim.

Yani bütün arşivi tek tek dinleyeceksiniz?

Kesinlikle. Konularına göre her şeyi ben tek tek dinleyeceğim. Sonuçta bütün kararı verecek olan benim.

TRT size epey güveniyor anlaşılan.

Vallahi güveniyor, evet. Merakla da bekliyor, “Hasan ne yapacak” diye.

“O arşiv halkın”

“Bir devlet kurumunun yaptığı en iyi anlaşma” demişsiniz. Türkiye’de de bir şeyler değişiyor demek ki. 10 sene önce böyle bir projeyi TRT teklif etmezdi değil mi?

İki yıl önce bile teklif etmezdi. Ama şöyle bir şey var, devlet zaten bu arşivi ne yapacak ki? O arşiv zaten halkın malları. Cumhuriyet kurulduğunda tek taraflı plaklar vardı. Bütün Türkiye’yi TRT dolaşmış ve tek taraflı plaklara şarkıları, türküleri kaydetmiş. Yani ilk derleme ve alan çalışmalarından bahsediyorum. TRT çok sonradan kuruluyor. Kültür Bakanlığı’na ait bir bölüm var ve bu görüntüleri onlar çekiyormuş. TRT olarak sen bunların aktarımını iyi yapamamışsın, iyi koruyamamışsın, diğer ülkeler kendi arşivlerini dijital olarak ulusal kütüphanelere koyarken, sen bunları kilit altında tutmuşsun ki hala kilit altında tutulan çok arşiv var. Mesela, Dar-ül Ayhan kayıtlarını Kadıköy’deki konservatuar hala deposunda tutuyor. Şimdi bunları depoda tutmaya kimsenin hakkı yok ki. Biz onlardan bir kayıt istedik, önümüze dayanılmaz bir bürokrasi koydular. Oysa bu kimin malı? Osmanlı döneminin kayıtlarından bahsediyorum. Bu konservatuar devletten ödenek alıyor. Kültür Bakanlığı’na bağlı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü (HAGEM) var. Acı olan şu ki, arşivleri gün ışığına çıkartmak için Kalan Müzik’e geliyorlar. Oysa bu kurumların yani, HAGEM ve Milli Kütüphane’nin görevi, ellerindeki arşivi CD haline getirmek olmalı. Onların yapmaları gereken şeyi biz yapıyoruz.

Bir öğrenci geliyor tezi için, mesela halk türküleri için. Hiçbir devlet kurumunda istediği arşivi bulamıyor. TRT’ye git, sana nota bile vermezler. Öğrenciler Kalan Müzik’e geliyor, günümüz tarihinden Osmanlı dönemine kadar bütün kayıtlara ulaşabiliyor. Biz kayıtları veriyoruz, hangi şairler, ozanlar çıkmış, o döneme ait fotoğrafları, şairlerin hayatlarıyla ilgili bilgileri bile öğrenciye veriyoruz. Uzman kişilerle görüştürüyoruz. Devlet kurumları da bu arşivleri toparlamayı beceremiyor. Yoksa devlet benim kara kaşıma, kara gözüme hasta olduğundan bu arşivleri bana teslim etmedi.

“AKP ile ilişkim yok”

Bir de insanın aklına bir sürü şey geliyor. Kalan Müzik bağımsız. AKP’nin görüşlerini savunan bir şirket değil. Daha önce devlet kurumları Kalan Müzik’i kapatmaya çalışmıştı, “terör örgütlerine yardım ediyor” diye davalar açılmıştı. Yani TRT’nin radikal bir kararıydı ve bana göre iyi bir şey yaptı.

İlk CD 29 Ekim’de yayımlanması planlanan “Türk Marşları”ydı. Ancak markette göremedik. Neden?

İlk bandı ulusal marşlara yapmamdan rahatsız olanlardan da oldu. Biz Osmanlı marşlarını da yapmıştık. Fakat Türk marşları ortalıkta yoktu. Ben de bir kenarda bir tane olsun diye düşündüm. Bir de ilk başlangıcı böyle olsun istedim. Ancak cumhuriyet tarihi boyunca izin almadan her yerde çalınan bu marşlar için ilk defa eser sahiplerinden, varislerinden izin almak istedik. Bir eserin kimi zaman dört beş varisi var. Hepsine tek tek ulaşıyoruz. Başımıza türlü haller geliyor. Bu TRT’nin bile yapmadığı bir iş. Örneğin albümde yer alacak marşlardan biri (100. Yıl Atatürk Marşı) 15 Ekim’de kaybettiğimiz Şair Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya ait. Ancak eserlerinin hakkının kime kaldığı belli değil. Sadece bu bile CD’yi 15 gündür geciktirdi.

TRT’nin tozlu raflarında bir nevi arkeoloji kazısı yapmış gibi hissediyorsunuzdur kendinizi. Gelgelelim TRT’ye toplumdan bu arşivin yayınlanması gibi bir baskı da yoktu. Bu arşivin değeri pek bilinmediğinden mi gün yüzüne çıkmıyordu?

Ben müzik konusunda pek öyle düşünmüyorum. Son 20 yılda çıkan ürünler o kadar kötü ki. Mesela, 60–70’lere bakıldığında müzik piyasası en verimli çağını yaşamış. Zeki Müren’in 1950’ye ait kayıtlarını çıkarttık ve çok ciddi bir satış yakaladık. Bana göre hâlâ Türkiye’de çok ciddi bir yapımcılık açığı var. Bu sebeple iyi albümler çıkmıyor.

“Bu anlaşma benim zararıma”

TRT ile maliyeti çok yüksek bir işe kalkıştınız. Artık olan oldu paralar gitti mi diyorsunuz?

Ben çok yaratıcı bir şey yaptım. Bu benim zararıma bir şey. Şimdiye kadar insanlar “Ben devletle nasıl iş yaparım, cebimi nasıl parayla doldururum” diye düşünüyordu. Ben özellikle anlaşmayı öyle bir yaptım ki, bütün maliyetleri ben karşılıyorum, bütün telifleri ben ödüyorum, sanatçılarla tek tek ben ilgileniyorum, eleman ve personel ihtiyacını da ben karşılıyorum, bütün baskıları ödüyorum. Buna karşılık TRT birinci üretimden itibaren parasını almaya başlayacak. Normalde benim satışlarım iki katına çıktığı zaman TRT’ye para ödemeye başlamam gerekirdi, çünkü ancak kâr edebilirdim. Ama anlaşmaya göre, TRT ilk satıştan itibaren para kazanacak. Normalde TRT’de doğru düzgün kataloglama sistemi bile yok. Aynı zamanda da çıkacak DVD ve CD’lerin bütün yayın hakları TRT’ye ait. Birincisi, bunları hayata geçirecek ve para kazanacak, ikincisi ise arşivi düzene girecek. Anadolu halk ozanları, aşıkları DVD’si yapacağız. 10–12 gün uğraşarak bir CD oluşturabildik. Artık bir TRT prodüktörü arşivde binlerce bant arasından Anadolu halk ozanları kayıtlarını aramayacak. Örneğin, Zeki Müren’in görüntü bantları da aynı şekilde. Artık, Zeki Müren’in istenen tarihe göre bantlarına ulaşabileceksiniz. Yani TRT bir taşla bana göre beş-on kuş birden vurdu. Devlet kurumundan para almadan bu işi kimse yapmazdı. Benim bu işten kâr etme gibi bir durum olur mu bilemiyorum, onu da zaman gösterecek. Artık bilgiyi paraya dönüştürmek çok kolay. Geçen gün müzik sektörünü araştıran yabancı bir şirketten geldiler. Ben bir ara espri niyetine, “Artık para karşılığında konuşuyorum” dedim. Geldiler, görüştük, çıkarken de zarf içinde 1000 dolar para bıraktılar. Oysa ben o lafı espri olsun diye söylemiştim.

“TRT, bir kanalını nostalji kanalı yapmalı ” demiştiniz.

Ben bu kanaldan bahsederken sadece müzik kanalı olarak bahsetmedim. Eski dönemlere ait haber, kültür- eğlence programlarından seçmeler, sağlık, çocuk tiyatrolarının gösterileceği bir kanaldan bahsettim. Fikret Kızılok ve Bülent Ortaçgil’in çocuklara özel yaptığı bir program vardı. Şimdi o program tekrar gösterilse ben eminim çok fazla izleyicisi olur. Bu tarz sayamadığım o kadar çok bant var ki. TRT’nin elinde dört tane kanal var, bunlardan birini nostaljiye ayırsa, belki ilk büyük üç dört kanalın reytingini geçemez ama diğer küçük kanalların izlenme oranını büyük ölçüde geçer. Şimdi Kral TV de kapanıyor. TRT bu fırsatı değerlendirip, cebinden çok para harcamadan güzel bir kanal kurabilir. Sadece genç beş elemanla bu işi çok iyi bir şekilde başarabilir. Maalesef TRT’de iş yapan cezalandırılıyor.