Ahmet Altan ve haberciliğin dip noktası




başlıklı yazıydı. Çakır, bir gün önce Taraf muhabiriyle arasında geçen konuşmalardan ve Altan’ın yazısından alıntılarla aslında “Taraf tarzı gazeteciliği” sorguluyordu.

Ruşen Çakır’ın yazısı ve Altan’in bir gün önce yazdıkları alt alta konulunca Çakır’ın sözünü ettiği gazetecilikle Taraf’ın ve Altan’ın tarzı arasındaki çelişki iyice belirginleşiyordu. Biri muhabirlikten gelmiş deneyimli bir gazeteci, diğeri ise belâgatine güvenen bir yayın yönetmeni olan iki kişinin bir gün arayla yazdıklarını arka arkaya ve ayrı ayrı okumak biraz sıkıcı gelebilir. Ancak bu iki yazı paralel bir kurguyla harmanlanınca; ortaya nederedeyse 24 dizisini andıran gerilim dozu yüksek bir macera çıkıyor.

Koyu olan bölümler Ruşen Çakır’ın 24 Ekim’de NTVMSNBC’nı yayınlanan yazısı, italik olanlar ise Altan’ın 23 Ekim’de Taraf’taki yazısı. Her iki yazının da kendi iç kurgusu değiştirilmemiş, herhangi bir yeri kısaltılmamıştır…

***
Cumartesi günü saat 11.30’da bu yazıyı yazmaya oturduğumda internette Taraf Gazetesi’nin Cuma günkü hali, masamın üzerindeyse aynı gazetenin bugünkü nüshası.

Taraf, Cuma günü “Bu telefonları açıklayın” diye meydan okumuştu NTV’ye ve sayfalar dolusu NTV telefonlarından, düşen helikopterde hayatını kaybedenlerin cep telefonlarına yapılmış aramaların kayıtlarını yayınlamıştı. (Ruşen Çakır)

Bizim “sarsıcı” haberler uzmanı Mehmet Baransu elinde haberle geldi.
Çok kuşkulu bir kazada ölen Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinde bulunan dört kişi NTV tarafından, helikopter düşmeden önce yüzlerce defa aranmıştı.
Telefon dökümleri elimizdeydi.
Bu açıklanması gereken tuhaf bir durumdu.
Bir televizyon kanalı, “düşecek” bir helikopteri, o helikopter düşmeden ve düştüğü hakkında bir bilgi edinilmeden önce neden bu kadar çok arıyordu?
Baransu’nun konuştuğu iki uzman, uzaktan telefon çağrısıyla helikopterin, yüksekliği gösteren cihazlarının bozulabileceğini iddia ediyordu.
(Ahmet Altan)

Taraf bir sıkıyönetim savcısı gibi hem NTV’yi suçluyor, hem de suçluluğunu kanıtlamak yerine NTV’nin suçsuz olduğunu kanıtlamasını istiyordu. Çünkü Taraf’a göre ellerine tutuşturulan her “resmi belge” doğru, suçlananların savunma çabalarıysa nafileydi. Yine de NTV, aslında Taraf’ın yapması gerekeni yaptı ve iki saatlik farkın GMT’den kaynaklandığını belgesiyle gösterdi.

Ve Cumartesi günü Taraf, TİB Başkanı’ndan da doğrulatarak, NTV’yi şu ya da bu şekilde Muhsin Yazıcıoğlu ve diğer kişilerin ölümünden sorumlu tutmakla yanlış yapmış olduğunu kabul etti ve özür diledi. Nokta…

Mı?

Değil. Bu kadar basit değil, olmamalı.

“NTV’yi aradın mı” dedim.
“İki kere aradım, sizi arayacağız dediler ama henüz aramadılar” dedi.
Haber ciddi bir haberdi, telefon kayıtları, helikopterin kalkış saatini belirten Meclis Raporu elimizdeydi ama gene de NTV’ye bunu bir sormamız gerekiyordu.
Bizim ilk aklımıza gelen, “birinin NTV’nin santraline girip oradan sinyal göndermiş” olabileceğiydi.
Yasemin Çongar, NTV’nin yöneticisi Cem Aydın’ı aradı.
Yerinde yoktu.
Önemli bir haber için aradığını söyleyip not bıraktı.
Böyle bir haberi NTV’den kimseye sormadan veremezdik.
Bir açıklaması olmalıydı bu telefonların.
Yayıncılık grubunun en tepesindeki yönetici olan Erman Yardelen’i bu sefer ben aradım.

Türkiye’nin onca sorunu varken bu konuyu daha fazla kurcalamanın anlamlı olmadığı söylenebilir, ki Cuma günü biz de Yazı İşleri programını Mirgün Cabas ile böyle sonuçlandırmıştık. Fakat başından sonuna kadar tüm aşamaları gazetecilik okullarında örnek olarak okutulması gereken bu skandalda beni fazlasıyla rahatsız eden bazı yönler var ki bunları dile getirmek istiyorum.

Yardelen’i yıllarca önce NTV’ye konuşma yapmak için gittiğimde tanımıştım, zarif, hoş bir insandı.
Ben aradığımda Almanya’daydı ama her zamanki nezaketiyle Almanya’dan bağlandı.
Ona durumu anlattım.
O gün Yazıcıoğlu’nu bir programa bekleyip beklemediklerini, santrallerine birinin girip girmediğini sordum.
Yardelen bu ayrıntıları bilmediğini söyledi.
Ben de “bunu bir suçlama yapmak için sormuyorum sadece teknik bir sorun olup olmadığını anlamaya çalışıyoruz” dedim, televizyon teknisyenlerinden bir bilgi edinebilirse bana da bildirmesini rica ettim.

Beni en çok Taraf’ın ve onu yönetenlerin kibri rahatsız etti. Evet, kibar olmaya çalışmanın gereği yok “kibir”den bahsediyorum. Ne kadar başarılı, etkili olursa olsun bir gazeteye, gazeteciye ve gazete yöneticisine hiç yakışmayan bir tutumdur kibir.

Sonra da haberi “ölüm helikopterine 139 telefon” diye verdik.
Helikopterdekiler NTV tarafından toplam 295 kere aranmıştı ama biz Yazıcıoğlu’nun aranmasını öne çıkartarak manşet yaptık.
Dün sabah NTV’de Yazıişleri programını seyrederken, programı yapan iki genç gazetecinin hem bizim gazeteden hem de haberden çok alaycı, küçümseyici, aşağılayıcı bir şekilde söz ettiklerini gördüm.

Ne demek istediğimi uzun uzun anlatmak yerine okuru, Ahmet Altan’ın Cuma ve Cumartesi günkü yazılarını karşılaştırmalı olarak okumaya davet ediyorum. Cumartesi günkü yazısında “NTV sadece aramadığını söylemekle yetindi, ama bir açıklama yapmadı” diyor ki doğru değil. Perşembe günü Yazı İşleri’nde Mirgün Cabas bu aramaları kendisi dahil tüm editör masasının yaptığını, ama bunların kaza haberi geldikten sonra olduğunu söyledi ki, onun bu açıklamaları “resmi yetkililer”e sonsuz güvenip bizlereyse sonsuz olmasa bile epey kuşkuyla yaklaşan Altan’ın yardımcısı Yasemin Çongar tarafından pek önemsenmedi.

NTV’den kimseyi aramadığımızı söyleyerek girdiler konuya.
Yalan söylemek amacıyla böyle dediklerini sanmıyorum ama herhalde televizyonlarının yöneticilerine “sizi kimse aradı mı” diye sormaya gerek duymamışlardı.

Normal şartlarda Mirgün’ün o sözlerinin ardından muhabirini çağırıp “şu arama saatlerinde bir yanlışlık olmasın” diye sorması gereken Altan ise tam tersini yaptı ve belki de hayatının en talihsiz yazılarından birini kaleme alıp neredeyse Mirgün’ü suikastçi ilan etti.

Sonra da o gazetecilerden biri, “kaza haberini aldıktan sonra Yazıcıoğlu’nu kendisinin on defa ya da yüz defa aradığını” söyledi.
İşler de orada karıştı.
Çünkü o âna kadar biz, NTV’nin santraliyle ilgili teknik bir sorun olarak bakıyorduk olaya ve bunun aydınlatılması gerektiğini düşünüyorduk.
Ama şimdi bir gazeteci” ben aradım” diyordu.
O zaman, bugün yayımladığımız belgelerin cevabını da o vermek zorunda kalacak.

“NTV ve Gazetecilik” başlıklı yazıda, “Ya savcının elindeki resmî telefon kayıtları hatalı ve biri savcıyı şaşırtıp soruşturmayı yanlış yönlendiriyor” diye geçiştirdikten sonra “Ya da ‘biz aradık’ diye canlı yayında itiraf ettiklerine göre NTV’den birileri o helikopterin düşeceğini, daha düşmeden önce biliyordu” diyebildi.

Sürmanşetimizde göreceğiniz gibi Yazıcıoğlu’nun helikopteri resmî kayıtlara göre 14.35’de havalanıyor.
NTV, ilk olarak 14.36’da arıyor Yazıcıoğlu’nu yani helikopter havalandıktan bir dakika sonra.
Yazıcıoğlu’yla birlikte helikoptere binen İHA muhabirini ise helikopter havalanmadan bir dakika önce arıyorlar ve helikopter havadayken bu muhabir 39 kere aranıyor NTV tarafından.
Helikopterdeki bir başka yolcuyu ise 14.55’den itibaren aramaya başlıyorlar.
Resmî raporlara göre helikopterin tahmini düşme zamanı ise 15.00 ile 15.05 arası.
Yazıcıoğlu’na ikinci telefon ise 15.04’de… NTV’den ya düşme anında arıyorlar ya da düştükten birkaç dakika sonra.

Ahmet Altan bahsine dönmeden önce onun “sarsıcı haberler uzmanı” diye lanse ettiği muhabirleri Mehmet Baransu hakkında birkaç söz söylemek şart. Böylesine vahim bir suçlama yönelttiği NTV’nin cevap hakkını almak için santral üzerinden “iki kere” deneyip pes etmiş olan Baransu’ya, helikopter kazası haberini aldıktan sonra NTV habercilerinin gerçeğe ulaşmak için gösterdikleri –ve tabii kendisinin doğal olarak anlam veremediği- gayreti örnek vermek isterim.

Helikopterin düştüğünü ilk duyuran ajans olan İHA, kazayı 15.30 civarında öğreniyor ve 16.19’da abonelerine bildiriyor.
NTV ise bırakın İHA’nın “kaza” haberini beklemeyi daha helikopter havalanırken aramaya başlıyor.
NTV dün bir açıklama yaparak bizim haberin “spekülasyon” olduğunu ileri sürdü.

Baransu Perşembe günü, Yazı İşleri’nin yayınından sonra aradı ve kendisiyle uzunca bir konuşma yaptık. Benim böyle bir huyum olmadığı için kendisinden, kaydetmiş olduğunu düşündüğüm o telefon konuşmasını gazetesinde yayınlamasını, olmazsa bana yollamasını rica ediyorum.

İHA’nın helikopterin düşüşünü 15.30’da verdiği gerçeğini bir kenara bırakalım.
Şimdi bize ve bütün Türkiye’ye, “çok kuşkulu bir kazaya uğrayan” helikopteri düşmeden önce neden tam 52 defa aradıklarını açıklamak zorundalar.

Orada kendisine “Bu anlattığın cip yerleştirip telefon aramalarıyla manyetik alan yaratma senaryosuna sen inanıyor musun?” diye sorduğumda “Oh, ben neler gördüm” demişti. Neler gördüğünü bilemem ama o toz kondurmadığı haber kaynaklarının da insan olduğunu, hata yapabildiğini ve onlara aşırı güveni, bizlere aşırı kuşkusu nedeniyle ne haltlar yiyebileceğini de böylece görmüş oldu. Baransu’ya telefonda kendisiyle öbür dünyada hesaplaşacağımızı söyledim ve bunda kararlıyım; hakkımı helal etmiyorum.

Ya savcının elindeki resmî telefon kayıtları hatalı ve biri savcıyı şaşırtıp soruşturmayı yanlış yönlendiriyor.

Ama kendi “genç” gazetecisine toz kondurmamak için Mirgün’ü ve beni “iki genç gazeteci” diye küçük düşürmeye çalışan Ahmet Altan’la ve onun gazetecilik anlayışıyla hesaplaşmayı öbür dünyaya ertelemeye hiç niyetim yok.

Ya da “biz aradık” diye canlı yayında itiraf ettiklerine göre NTV’den birileri o helikopterin düşeceğini, daha düşmeden önce biliyordu.
Hangisi?

Ahmet Altan bir telefon açıp Mirgün’den ve onun şahsında tüm NTV çalışanlarından özür dilemek zorundadır.