Milli mücadelenin önderi; Birinci Meclis

Türkiye Büyük Millet Meclisi bu yıl 23 Nisan’da 100’üncü yılını kutluyor. 24 Haziran seçimleri sonrası yeni sisteme geçilmesi ile birlikte meclisin yetkileri sınırlandırılmıştı. Oysa Anadolu’nun işgal altında olduğu ve bağımsızlık mücadelesi verildiği dönemde Birinci Meclis’in işleyişi ve yetkileri kritik bir öneme sahipti.

21 Nisan 1920’de Mustafa Kemal’in “çok aceledir” uyarısıyla kolordu komutanlıklarına gönderdiği genelge ile 23 Nisan 1920’de kurulan Birinci Meclis ulusal direnişin en önemli simgesi ve halk adına temsilcisiydi.

Türk parlamento tarihi üzerine uzmanlık alanına sahip Galatasaray Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rıdvan Akın, Birinci Meclis’in işleyiş sistemini ve ulusal mücadelede sahip olduğu etkin rolünü HaberVesaire’ye anlattı.

Prof. Dr. Rıdvan Akın
Prof. Dr. Rıdvan Akın

Birinci Meclis’teki bakanların o zamanki adıyla vekillerin seçim süreçlerinin günümüze göre daha farklı olduğunu anlatan Rıdvan Akın, mecliste her bir vekilin tek tek meclis genel kurulunda seçildiğini söylüyor. Seçim sürecini örnek vererek anlatan Akın, “Diyelim ki Nafia Vekili yani Bayındırlık Bakanı seçilmesi söz konusu oldu. Doğrudan oylama yapılıyor ve çoğunluğu kazanan bakan oluyor. İlk önce başvekil ya da başbakanı göreve getirecek bir reisicumhura ihtiyaç var. Ancak dönemin meclisinde henüz öyle bir kurum yok. Reisicumhur olsa dahi TBMM Başkanı’nın göreve getirdiği kişinin bir hükümet kurup güven oyu alması gerekiyor” diyor. Akın, altı çizilmesi gereken en önemli hususun, ortak bir kabine sorumluluğunun bulunmaması olduğunu belirterek, sistemin sonradan 3, 47 ve 244 sayılı yasalarla değiştiğini anlatıyor.

‘1921 Anayasası’nda Padişah’ın hukukundan bahsedilemez’

“Milli Mücadele döneminde hem Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu hem de Kanun-i Esâsi yürülükteydi” düşüncesinin teknik olarak doğru olduğunu ifade eden Akın, metinlere bakıldığında ise durumun değiştiğini belirtiyor. Akın, “Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu’nun birinci maddesine baktığımızda Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından idare olunuyor. Yani hakimiyet milletindir deniyor. Bunların geçtiği bir anayasa kabul edildiğine göre Padişahın hukukundan veya Meclis-i Mebusan’dan bahsedilemez” diyor. Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu’nun 23 maddeden oluşan kısa bir anayasa. Kanun-i Esâsi’nin ise son derece ayrıntılı maddelere sahip bir metin olduğunu ifade eden Akın, Teşkilat-ı Esasiye’de zikredilmemiş hususlarda ise eğer Meclis tarafından kanunla veya kararla tam aksi söylenmediyse Kanun-i Esâsi’de var olan maddelerin geçerliliğinin kabul edildiğini ifade ediyor. Akın, Cumhuriyet ile birlikte oluşturulan 1924 Anayasası’nın 104’üncü maddesiyle 1876’da çıkartılan Kanun-i Esâsi’nin resmi olarak yürürlükten kalktığını anlatıyor.

Maddenin anayasadaki hali ise şu şekilde; Madde 104.- 1293 (1877) tarihli Kanunu Esâsi ile mevaddı muaddelesi ve 20 Kânunusani 1337 (20 Ocak 1921) tarihli Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu ve müzeyyelât ve tadilâtı mülgadır.

İşgal altında kurulan TBMM

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda ortaya çıkan siyasal koşulların TBMM’nin kuruluş sebebi olduğunu anlatan Akın, “Eğer Türklere, Osmanlı Devleti’ne kabul edilir bir barış antlaşması önerilmiş, Türklerin hukuku muhafaza edilmiş olsaydı Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi diye bir meclisin kurulmasına gerek olmazdı” diyor.

1876’da açıldıktan kısa süre sonra II. Abdülhamit tarafından kapatılan ve 1908’de tekrar açılan Meclis-i Mebusan

Akın, Meclis’in kurulmasının nedeni şöyle özetliyor: “Eğer İstanbul’daki Meclis-i Mebusan çalışabilmiş olsaydı Müdafaa-i Hukuk Haraketi ya da Heyet-i Temsiliye Ankara’da meclis toplayacak güce sahip olamazdı. Eğer bir ülke işgal altına düşerse kendine başka bir çıkış yolu bulmaya çalışır”.

Akın, 1914-1918 yılları arasında Osmanlı Meclisi Mebusanı’ın anayasa olarak bakıldığında görevde olduğunu ancak günümüzdeki kanun hükmünde kararnamelere benzer düzenlemelerle yönetildiğini ifade ediyor.

‘Birinci Meclis, demokratik bir meclisti’

“100 yıl önce toplanmış olan meclis nasıl toplandı?” diyerek Birinci Meclis’in demokratikliğine değinen Akın, 1946’ya kadar Türkiye’de genel oy prensibinin olmadığını anlatıyor. Akın, iki dereceli seçimlerden bahsederek, “İlk önce milletvekillerini seçecek olan ikinci seçmenler seçilirdi. Sistem 1876’dan 1946’ya kadar böyle devam etti. 1920’lerde bütün seçim bölgeleri en çoğulcu ve en serbest şekilde temsil edildi. Birinci Meclis’i, 1923-1946 arasındaki meclislerle karışılaştırdığımızda temsil gücü çok daha fazla bir meclis olduğunu görüyoruz. Müdahalenin az, yerel insiyatifin daha fazla olduğunu bir ortam var. Birinci Meclis’in demokratik bir meclis olduğunu söyleyebiliriz” ifadelerini kullanıyor.

Devrim dönemi

Sivas kongresinden itibaren Birinci Dünya Savaşı’ndaki particiliği engellemek için ortak bir metin ortaya koyulduğunu anlatan Akın, “’Önemli olan memleket menfaatidir. ‘Gün ulusal çıkarlar etrafında buluşma günüdür’ deniyor. Birinci Meclis döneminde ‘Birinci Grup’ ve ‘İkinci Grup’ olarak iki farklı siyasi parti olduğunu belirten Akın, “Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk’e muhalif olanlar meclise seçilmedi. Cumhuriyet devrimleri, mecliste kanunların çıkabilmesi, yeni bir anayasa yapılabilmesi, inkilap haraketlerinin gerçekleşmesi ve laikliğin getirilmesi bu şekilde gerçekleşti”.

Birinci Meclis Albümü’nden. Kaynak TBMM kütüphanesi

Atatürk döneminde muhalif bir milletvekilinin mecliste olamayacağını vurgulayan Akın, o dönemin bir “devrim dönemi” olduğunun altını çiziyor.

Çok partili hayata geçişten itibaren Atatürk devrimi ile problemi olanların mecliste temsil edilmeye başlandığını anlatan Akın, Atatürk dönemindeki meclislerin ve uygulanan sistemin bir devrim dönemi olarak algılanması gerektiğinin altını çiziyor.

‘Türkiye’de bazı çevrelerin tek problemi laiklik’

1920’lerdeki siyasal rejim üzerinden günümüzle bir karşılaştırma yapılamayacağını ifade eden Akın, günümüzde laiklik üzerinden rövanşist bir bakışın ortaya çıktığını bilirtiyor: “Bugün Türkiye’de uygulanan laikliğin ya da Cumhuriyet devrimini problem olarak gören insanlar var. Onlar bu duruma rövanşist bir şekilde bakabilir. Ama öbür yandan, rövaşistlerin almak istedikleri rövanş kendilerinin kaymağını yemiş olduklarını düzenin geri gitmesi demek. Bugün Türkiye’de ben rövanşistim diyen kişilerin hepsi Cumhuriyet devriminin ve Atatürk’ün kurmuş olduğu siyasal sistemden faydalanıyor. Bugün AKP nasıl iktidarda? Cumhuriyet sayesinde. Türkiye’de bazı çevreler açısından aslında tek problem laiklik.

‘Vatanı kurtaran kişinin başkomutanlığına itiraz etmek kolay değildir’

Birinci Meclis oturumu

Birinci Meclis’te başkomutan denilen kişinin TBMM ordularının başkomutanı olduğunu belirten Akın, meclisin bu yetkiyi üç ayda bir uzaltılmak şartıyla verdiğini ifade ederek şunları söylüyor: “Bütün Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarında şunu görürüz; Başkomutanlık TBMM tüzel kişiliğinde tecelli eder. Cumhurbaşkanı o kurumu temsil eder. Bunun ilk örneği Mustafa Kemal Paşa’dır. TBMM, 1921 yılının 5 Ağustos gününde meclisin askeri yetkilerini kendi başkanına devretti. O yetkilerle diktatör olabileceğini düşünen çevreler vardı. İtirazlar nedeniyle yetki üç ayda bir yenilecek şekilde verildi. Mustafa Kemal Paşa’ya verilen askeri yetkiler orduyu zafere ulaştırmak, vatanı kurtarmak için verilmişti. Bütün dengeleri Atatürk lehine bozan Büyük Taarruz’dur. O artık vatanı kurtaran kişi olmuş oluyor. Vatanı kurtaran kişinin başkomutanlığına itiraz edebilmek de kolay değildir.”

TBMM Kütüphanesi’nde bulunan Birinci Meclis Albümü’nü buradan indirebilirsiniz