Tüm çevre-bağımlı ülkeler gibi, küresel krizin dalgalarının sert darbelerini , finanstan çok, reel sektörün, sanayinin yumuşak karnından yiyen Türkiye kapitalizmi, her ay biraz daha dibe iniyor.
Her ay açıklanan sanayi üretim endeksleri, dibe inişin en önemli göstergesi sayılır.. Önceki yılın aynı ayına göre 2008 Kasım ayındaki yüzde 13.3’lük düşüşten sonra sanayi üretimi Aralık’ta yüzde 11.9 geriledi. Özellikle imalat sanayindeki üretim düşüşü yüzde 13.2 ile oldukça yüksek düzeyde gerçekleşti.
Ev elektroniğinde Aralık düşüşü yüzde 57’yi, otomotivde yüzde 52’yi bulmuş durumda. Bu kadar gerilemede hem iç talebin gerilemesi, hane halkının güvensizlikle harcamalarını kısması, hem de başta AB olmak üzere, dış pazarlarda ihracata talebin azalması en önemli etken.
Sanayi üretimindeki gerileme göstergesinin yanında, işgücü-işsizlik verileri, ihracatta gerileme, iç talepte daralma, batık kredi oranlarında artış, kapanan firma sayısı, karşılıksız çek miktarları, protestolu senet miktarları faturanın hızla kabardığını açıkça ortaya koyuyor.
AKP iktidarının, bütün karanlıkta ıslık çalma ve Ergenekon, Davos, Gazze vb. temalarla gündem değiştirme çabalarına, oyalamalarına rağmen gerçeklik değişmiyor, krizdeki fatura iyice kabarıyor.
IMF kapısında…
Göstergeler, IMF’nin ayaklarını yere değdirmiş durumda. 5 Şubat 2009’da açıklanan IMF raporu, 2008 için Türkiye ekonomisindeki büyümenin yüzde 1 olacağını, 2009 için ise yüzde 1,5 küçüleceğini öngörüyor. Bu tahmine göre, Türkiye, “yükselen ekonomiler” içinde G. Kore’nin yüzde 4’lük küçülmesinin ardından ekonomisi en çok küçülecek ülke olarak ortaya çıkıyor.
Her olumsuz ekonomik göstergenin açıklanması ile paçası tutuşanların, “IMF anlaşması neden gecikiyor!!!” diye feryat etmesi, bu kez de yaşanacak. Sırtında 190 milyar dolara yakın dış borç yükü taşıyan büyük sermaye, yine örgütü TÜSİAD ve kontrolündeki medya aracılığıyla IMF anlaşmasını, yerel seçim konjonktürü sonrasına sarkıtmaya çalışan AKP’ye veryansın edecek.
Hem, bu IMF anlaşmasını canhıraş biçimde, bir sihirli değnek hikmeti atfederek bekleyenler, hem de eninde sonunda bu anlaşmaya boyun eğecek AKP iktidarı, sonuçta, dünyada, kendini bu duruma düşürmüş ender ülkelerden biri olarak büyük bir başarısızlığın ve ayıbın ağırlığını da boyunlarında taşıyorlar.
Çünkü, Türkiye kategorisindeki ülkelerden pek azı, Türkiye gibi krize bu kadar kırılgan yakalanmıştır. Hiçbir “yükselen ülke” ya da G-20 ülkesi, Türkiye kadar büyük bir cari açık/GSMH oranıyla, Türkiye kadar yüksek bir dış borç yükümlülüğü ile krize yakalanmadı. Ve bunun sonucudur ki, büyük kriz sonrası Asya’da, Pakistan dışında, IMF’nin kapısına düşen yok. Latin ve Orta Amerika’da IMF kapısına düşen yok. Orta Doğu ve Afrika’da da IMF kapısına düşen yok. Peki hangi ülkeler var; Ukrayna, Macaristan, İzlanda, Beyaz Rusya, Letonya…İşte Türkiye, ancak bu ülkeler kategorisine düşürülmüş bir ülke durumunda.
Sorumlular belli
Asıl hesabı sorulması gereken, Türkiye’yi küresel krize böyle bir kırılganlıkta yakalatanlar… Bu kırılganlığı yaratanların başında, tabi ki büyük kısmı TÜSİAD üyesi olan sermaye kesimi ve onlara çanak tutan, kılavuzu IMF olan AKP iktidarı var. Türkiye’nin bu ölçüde döviz açığı, ağır dış ödeme yükümlülüğü altında ezilmesinde 2002 sonrası izlenen ekonomi politikalarına TÜSİAD alkış tutmuş, akan çeşmeden bir an önce küpünü doldurmanın telaşına düşmüş, AKP de 2002 sonrası dünyasının likidite bolluğunun sonsuz olduğunu sanmış, bu lale devrinde dışarıdan habire borçlananlara, ucuz dövizle ithalatı durmadan tırmandırıp cari açığı kışkırtanlara ilişmemiş, hiçbir kontrol mekanizması geliştirmemiştir. Bu devasa döviz açığının, yüksek faiz yemine kapılıp gelen sıcak para ile hep kapatılacağı sanılmıştır.
Bu hovardalığın bir sonu olduğunu hatırlatan etken ise küresel kriz oldu. Kriz karşısında , “finans sistemimiz çok şükür sağlam” diye avunanlar, küresel krizin, çoğu çevre-bağımlı ülke için finanstan çok sanayiyi vuracağını, vurduğunu göremediler.
Şimdi yaşanan ve yaşanacak olan budur. Kriz, her geçen ay, biraz daha ağır biçimde sanayiyi, giderek onunla bağlantılı hizmet sektörünü vuracak ve eninde sonunda finans sistemini de zaafa uğratacaktır. Krizden alınan her darbe, eninde sonunda emekçi kesimi vuruyor. Kapanan, daralan her işyeri, işsizlik biçiminde, düşük ücrete zorlanma biçiminde çalışan kesimi etkiliyor, iş umutları bilinmez bir bahara erteleniyor ve yoksulluk daha da derinleşiyor. Fatura, eninde sonunda çalışan sınıf için kabarıyor.