Asap bozucu bir yazı, asap bozucu bir düzen

Dün akşam, iki kat üzerimde oturan komşum, evinde ölü bulundu. 71 yaşındaydı ve yalnız yaşıyordu. Ölümünün ardından günler geçmesine rağmen kimse, kapı komşuları bile öldüğünü fark etmedi.

Apartmana dışarıdan hizmet veren kapıcı, üç gündür kapısına çöp bırakmadığını fark edip durumdan şüphelendi. Camdan içeri baktığında, hareketsiz şekilde oturduğunu gördü. Bakkalı çağırdı. İçeri birlikte baktıklarında öldüğünü anladılar. Sonra kapıcı beni aradı. Ben de 155 Emniyet Acil Yardım Servisi’ni.

***

Hakkında, ismi dışında çok az şey biliyordum. Sekiz yıldır oturduğum bahçe katına hiç inmemişti. Merdiven inip çıkmakta zorlanıyordu. Ben de onun kullandığı, apartmanın üst girişini çok az kullanıyordum. Ama çok okuyan biri olduğunu biliyordum. Mahallede bir bankta ya da apartmana çok yakın taksi durağının bir sandalyesinde otururken karşılaşıyordum onunla. Bu kısa karşılaşmalarda daha çok, gittiği son filmi, okuduğu son kitabı anlatıyordu. Ve her seferinde hiç inmediği bahçenin ne durumda olduğunu soruyordu.

***

Bundan sonra anlatacaklarım, sanırım, benzer bir durumda Türkiye’nin her yerinde yaşanabilecek şeyler. En azından “olay mahali”nin İstanbul Nişantaşı olduğunu belirtmem, neden böyle düşündüğüm konusunda fikir verebilir.

***

Apartmana polislerle hemen hemen aynı anda ulaştım. Emniyet görevlileri bu kısa süre zarfında “olay mahali”nde gerekli önlemleri almıştı. Sokak araç trafiğine kapatılmış, apartmanın cephesindeki kaldırım sarı şeritlerle kapatılmıştı. Ancak sokağın trafiğe kapanmasının nedeni daha çok, gelen üç ekip arabasının yolun ortasında durması gibiydi. (Zaten bunun dışında park yeri bulabilmeleri çok zordu. Polisler de, durumun ciddiyetini dikkâte alıp böyle bir zahmete girmediler.)

Az sonra mahallenin çilingiri geldi. Kilitli ve anahtarı hâlâ üzerinde olan kapıyı açabilmek için yarım saat kadar uğraştı. Yaklaşık 10 polis bu sırada apartmanın girişindeydi. Bu süreyi, bana sırayla aynı soruları sorarak değerlendirdiler.
“Ölen kişi nereli? Mesleği ne? Kaç gündür görmedin? Akrabası var mı? Hiç mi akrabası yok? Çocuğu da mı yok? Ev kendinin mi?” En az dört polis birbirinden bağımsız, sordu.

Emniyet ekibinin amirliğini yapan komiser, apartman yöneticisi ve tanık olarak benim de içeri girmemi rica etti. Bu arada kapı açıldı. Ancak içeri girilecek anda, Olay Yeri İnceleme Ekibi’nin henüz olay mahalinde olmadığı fark edildi. Neyse, onlar da çok bekletmeden geldi.

Kapı açılır açılmaz hissedilen ilk şey kokuydu. Olay Yeri İnceleme Ekibi ve diğer polisler, ağız ve burunları örtmek için maske taktı. Ekibe ve polislere benim için de maskeleri olup olmadığını sordum. Cevap olumsuzdu. Tüm profesyoneller maskeli, olay tanığı maskesiz halde, hep beraber içeri girdik. Ben nefesimi tuttum. Ve bir nefesin yeterli geldiği sürede (30-40 saniye) görevimi tamamlayıp dışarı çıktım. İçerideki durum, koku hariç, sokak camından görülebilenden daha farklı değildi zaten.

Bu arada sokak araç trafiğine kapalı ve yaya trafiğine açık olduğu için, gelip geçenler omuzları seviyesindeki camdan, tüm ışıkları yanan evde ne olup bittiğini görebiliyordu. Görenler, görmeyenlere haber veriyor, onlar da camın önündeki yerini alıyordu. Evet, apartmanın önüne sarı bir bant çekilmişti. Ama sadece iki metrelik bir kaldırımı kapayan bu şerit, meraklıların içeridekini görmesine engel değildi. Olay Yeri İnceleme, olay yerinden ayrılınca komiserden ışığın ya da perdenin kapatılmasını rica ettim. “Hiçbir şeye dokunamayız. Arkadaşlar camı kontrol altına alırlar” cevabını verdi. Ama arkadaşlar camı kontrol altına almadı. Sokaktan geçen, aralarında çocukların da olduğu insanlar, polis kalabalığına bakarak, ister istemez dikkâtini o eve veriyor ve belki de hiç unutmayacağı o görüntüyle karşılaşıyordu. Ve belli ki bu durumdan rahatsız olan tek bendim.

Dün akşam olay mahalinde yaşanan ve beni en çok düşündüren şey de bu değildi. Polislerin söylediğine göre savcı, ölen insanın yaşlı olduğunu, yalnız yaşadığını ve kapının da arkadan kilitli olduğunu öğrenince olay mahaline gelmedi. “Yarın morgda görürüm” dedi. Bu nedenle, bu tür vakalarda tek yetkili olan adli tıp uzmanı, doktor da gelmedi. (Polisler böyle söylüyor. Savcı olay yerine gelmediğinde, adli tıp uzmanı da genellikle gelmiyormuş.)

Daha sonra saatler süren bekleyişe yol açacak bu durum, cesede ne olacağına dair belirsizliği de beraberinde getirdi. Uzmanlar yerinde olmayınca, amirler dahi, nasıl bir işlem yapacaklarını, ölünün morga nasıl götürüleceğini bilemedi. Bir tek polis hariç. 24 yaşında olduğunu öğrendiğim bu genç memur, sırayla herkese, savcının “çevredeki bir hastaneye götürün” talimatını tekrarlıyor, adli tıp uzmanları orada olmadığı için bu işi hastaneden gelecek ambulans ve görevlilerin yapması gerektiğini söylüyordu. Bu arada, sanırım Şişli Belediyesi’nin yönlerdirdiği bir doktor geldi ve sadece gözle muayene yaptıktan sonra ayrıldı. “Yapabileceği birşey yoktu.” Böylece görevini tamamlayan ve sayısı 15’i bulan ekip, dört genç polisi olay mahalinde bırakarak ayrıldı.

Ana güruhun ayrılmasından sonra Cinayet Masası’ndan bir uzman geldi. Diğer polislere, komşumun neden tek kolunun morarmışken diğerinde bir renk değişimi olmadığını anlattı. Ve kaç gündür bu vaziyette durduğuna dair yorumunu iletti: “Üç ya da dört gün… Yoksa daha çok kokardı.” Ölümün ne zaman gerçekleştiğini anlamanın yöntemi koku muydu? Diğer polisler iki ile 10 gün arasında değişen tahminlerde bulunmuştu. Mahalde bulunması gereken belki de en önemli profesyonel, adli tıp uzmanı, mahalde bulunmuş olsaydı, bu tahminlere gerek kalır mıydı? Dahası bu olası uzman, polislerin fark edemediği olası başka bulguları fark edebilir miydi? Neyse. Olay mahaline geç gelip erken ayrılan son emniyet görevlisi bu uzman oldu.

***
Buzdolabının boşaltılması, kombinin ve elektirik tesisatının kapatılması gibi prosedüre tanık (ya da artık her neyse) olarak benim de yardım etmem gerekiyordu. Dört genç memurla birlikte bunları da yaptım. Bizimle birlikte bir kişi daha hâlâ olay mahalindeydi: Söktüğü kapı kilidini, tekrar kitlenebilmesi için tamir eden çilingir, parasını almak için bekliyordu. O, bunun için polislere gitti. Polisler de onu bana gönderdi. Polislere, çilingiri benim çağırmadığımı söyledim.

Bunu söylemem belki de çok yersiz ama derdim elbette para değildi. Emniyet Teşkilatı’nın bu durumlarda ne yaptığını merak ediyordum. “Çilingir için bütçemiz yok” dedi bir polis. Cevabını bilmeme rağmen sormadan edemedim: “Ödeyecek kimse bulunmadığında ne yapıyorsunuz?”

****
Polisler ekip otosunda, ben evde, iki saat kadar ambulans bekledik. Komşumun evinden ayrılışını da görmem gerekiyordu. Gelen Mezarlıklar Müdürlüğü’ne ait bir cenaze aracı oldu. Araçta şoförden başkası yoktu. Günlerdir hareketsiz duran komşumuzu araca yükleme işi de genç memurlara kalmıştı.

Daha önce bu işi hiç yapmadığını belirten polisler şoförden yardım talep etti. Şoför kokudan rahatsız olduğunu, içeri gelemeyeceğini ama işlemin çok basit olduğunu söyledi. “Torbaya koyun, fermuarı çekin.”

Ağır, iyice ağırlamış bir bedeni oturur durumdan yere indirmek ve ceset torbasına almak hiç de basit değildi. Hele bu işi ilk kez yapanlar için. O anda yaşananları paylaşmamam daha iyi olacak.

***

Yaklaşık beş saat devam eden bu hengâmede tek bir komşu aşağıya inmedi. (Anlattıklarım içinde “Türkiye’nin her yerinde yaşanmayacak” tek şeyin bu olduğunu sanıyorum.)

Komşuları, komşumuz, Hamit Bey, Şişli’deki bir hastanenin morgunda.