Sahil yasağına sahilde yakalananlar

Dünyanın ve Türkiye’nin bir numaralı gündemi olan Covid-19 salgınının yayılım hızını azaltmak için insanların kalabalık ortamlarda bir araya gelmesini engelleme çabaları sürüyor. İçişleri Bakanlığı’nın 27 Mart’ta aldığı karar kapsamında sahil kenarlarında hafta sonları koşu, yürüyüş, balık tutma gibi eylemlerin önüne geçilmişti. Ancak Bakanlığın getirdiği kısıtlamanın kapsamı, İstanbul Valiliği tarafından genişletildi.

Valilik, Bakanlıktan aldığı yetkiye dayanarak hafta içleri ve hafta sonları dahil olmak üzere tüm sahil ve piknik alanlarını halkın kullanımına kapattı. Yasaktan haberi olmayan bazı vatandaşlar Pazartesi, güneşli havayı fırsat bilerek Caddebostan’a akın etti. Emniyet güçleri vatandaşlara evlerine dönmeleri yolunda uyarıda bulundu.

Dorock XL Beşiktaş’ta dayak iddiası

20 Şubat Çarşamba gecesi, üniversite radyoları tarafından, Beşiktaş’taki Dorock XL adlı mekânda düzenlenen partiye giden bir arkadaş grubu, işletmenin güvenlik görevlilerinin sözlü ve fiziksel saldırısına uğradı. RadyoVesaire Haber’den Beyzanur Özer ve Merve Keskin, olayın ayrıntılarını araştırdı, iddiaları dinledi.

‘Sarı Yelekliler’den siyasi hareket çıkmaz ama bu patlama toplumu dönüştürür’

Kasım ayının ikinci yarısından itibaren Fransa’da başlayan ve dünya gündemini meşgul eden Sarı Yelekliler hareketi konusunda, İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Emre Gönen, RGB ekranında HaberVs’nin konuğuydu.

Emre Gönen her sosyal patlama gibi Sarı Yelekliler hareketinin de kimse tarafından öngörülemediğini ve halihazırda kimsenin de ne yapacağı konusunda fikri olmadığını söylüyor. Başlangıçta bir sivil protesto olarak parlayıp söneceği ve hükümetle uzlaşacağı düşünülürken, aksine artarak devam ettiğine vurgu yapan Gönen, bunun birikmiş bir öfke patlaması olarak da görülebileceğini dile getiriyor.

Emre Gönen’e göre Fransa’daki alt orta sınıfın elde ettiği zenginliği kaybetme ve gelecek kaygısı üzerine şekillenen hareketin bir siyasi harekete dönüşme şansı çok fazla yok. Ancak tıpkı 1968’de olduğu gibi toplumda ciddi bir takım değişim ve dönüşümlere yol açma olasılığı çok yüksek.

Duygularımızla oynayan ‘Black Friday’

Amerika Birleşik Devletleri’nde Şükran Günü’nden bir sonraki cuma günü düzenlenen “Black Friday”(Kara Cuma), büyük indirimlerle adeta çılgınlık boyutlarına varmış bir alışveriş günü. ABD’de 1932’den beri yapılan Black Friday kampanyaları son 7-8 yıldır Türkiye’ye de yansıdı. Ancak “Kara Cuma” olarak Türkçeleştirilen günün, adından başlayarak indirim oranlarına kadar üzerinde bir çok tartışma gerçekleşiyor.

Cumanın müslümanlar için kutsal sayılan bir gün olması ve bu günü “Kara Cuma” olarak adlandırılması muhafazakar kesimin en büyük eleştirisi. Bu nedenle mağazalar Black Friday kampanyalarını “Efsane Cuma”, “Süper Cuma” gibi başlıklarla yürütüyor.

Bu güne yönelik bir başka eleştiri ise aslında ürünlerde söylendiği kadar indirim yapılmadığı, önceden artırılan fiyatlarla tüketicinin kaldırıldığı iddiaları. Tabii bir de gereksiz tüketimi özendirdiği, insanların tasarruf etmesini engellediği, borçlarını artırdığı gibi eleştiriler mevcut.

1961’de ABD’de yaşanan büyük yoğunluk nedeniyle trafik kazaları ve ölümlere yol açan ve o tarihten beri “Black Friday” olarak adlandırılan bu küresel tüketim gününü İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Araştırma Görevlisi Dr. Ayşe Bengi Özçelik‘le konuştuk.

 

‘İstanbul Havalimanı ihtiyaç nedeniyle değil, ihtiyaç yaratmak için inşa edildi’

İnşa edildiği bölge, büyüklüğü ve son olarak da ismi nedeniyle uzun süredir tartışma konusun olan İstanbul Havalimanı‘nın açılışı 29 Ekim’de gerçekleşti. Önceden planlandığı gibi Atatürk Havalimanı’nın 29 Ekim’e kadar yeni havalimanına taşınması ve bu tarihten sonra da uçuşların tamamen yeni havalimanından gerçekleştirilmesi mümkün olmadı. Küçük bir bölümü açılan havalimanından uçuşlar başladı ancak Atatürk Havalimanı’ndaki trafiğin bütünüyle buraya kaydırılması epey zaman alacak gibi görünüyor.

Yılda 65 milyon yolcu ağırlayan Atatürk Havalimanı, yolcu kapasitesinin tamamını kullanıyor. Sabiha Gökçen Havalimanı’nın bu yıl taşıdığı yolcu sayısı ise 35 milyon civarında. Ancak Sabiha Gökçen’e yapılan ek yatırımlarla kapasitesi 41 milyona, yapılacak ek pist ile önümüzdeki yıllarda 63 milyona yükseltiliyor. Bir başka deyişle İstanbul, iki havalimanıyla halihazırda 100, çok yakın bir gelecekte ise 130 milyon civarında bir yolcu kapasitesine sahip oluyor. Bunun yanında Atatürk Havalimanı için önceden planlanmış kapasite artırma projelerinden, üçüncü havalimanına karar verildiği 2012’de vazgeçildiğini de hatırlatalım.

Hizmete açılan İstanbul Havalimanı ise başlangıçta 90, tamamlandığında 150 milyon yolcu kapasitesine ulaşacak ve bu projeyle birlikte istanbul’un toplam yolcu kapasitesi 280 milyona ulaşacak. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) tarafından Haziran 2013’te yayınlanan bir araştırma raporunda yer alan projeksiyonlara göre Türkiye’nin iyimser büyüme senaryosuyla İstanbul’daki toplam yolcu sayısı 2030’da 150 milyona ulaşıyor, 2043’te ise 200 milyon kişinin üzerine çıkıyor. Yani 280 milyon yolcu için en az 50 yıl gerekiyor. Ortaya çıkacak bu kapasite fazlalığı ve yeni havalimanının maliyetinin karşılanması zorunluluğu nedeniyle Atatürk Havalimanı kapatılıyor.

Yeni proje, finansmanı özel sektöre ait “Kamu Özel İşbirliği” modeliyle yapılsa da maliyetinin büyük bölümü havalimanını kullanan ve kullanmayan vatandaşlar tarafından ödenecek. Bu maliyetler içinde en önemlisi de elbette İstanbul’un ekosistemine vereceği zararlar. Uzmanlara göre yeni gelişen mega kentlerde örneği çokça görülen bir “Aerotropolis”in İstanbul’un hemen yanıbaşında, yeni havalimanının çevresinde oluşması kaçınılmaz.

İstanbul Hıavalimanı’nın ihale sürecinden başlayarak, inşaat sırasında ortaya çıkan ekolojik fatura ve önümüzdeki dönemde İstanbul’da yaratabileceği sorunları İstanbul Kent Savunması Üyesi ve Araştırmacı Cihan Uzunçarşılı Baysal‘la konuştuk.

Havalimanlarının kentin ihtiyaçlarına göre planlandığını belirten Uzunçarşılı Baysal, ihtiyaca yönelik değil bir “çekim merkezi” olarak inşa edilen İstanbul Havalimanı’nın kent planlama sürecni de ters düz ettiğini dile getiriyor.

Kentsel dönüşümün mutsuz sakinleri

İstanbul’un dört bir yanında apartmanlarını kentsel dönüşüme sokarak müteahhitlerle anlaşan daire sahipleri firmaların çeşitli nedenlerle inşaatları durdurması veya geciktirmesi nedeniyle hem dairelerinden olmuş hem de binlerce liralık kira yükünün altına girmiş durumda. HaberVs, Kadıköy yakasındaki kentsel dönüşüm mağdurlarıyla konuştu…

İstanbul’un papağanları nereden geliyor nasıl yaşıyor?

Son bir kaç yıldır İstanbul’un parkları ve bahçeleri Afrika’dan gelen konukları ağırlıyor. Tropikal bölgelere özgü papağanlar, insan eliyle getirildikleri İstanbul’un koşullarına uyum sağlayarak büyük koloniler haline geldi ve neredeyse kentin yerli kuşları arasında sayılmaya başlandı.

Papağan nüfusunun yoğun olduğu yerlerden biri de İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Santralistanbul Kampüsü. Santralistanbul’un ekosisteminin bir parçası haline gelen bu yeşil kuşların buralara nasıl geldiğini, nasıl hayatta kaldıklarını, nasıl ürediklerini ve kolonileştiklerini, nasıl beslendiklerini Ekolog ve Kuş Gözlemcisi Kerem Ali Boyla ile konuştuk.

 

Elektrik ihtiyacı nasıl karşılanıyor, faturalar neden artıyor?

20’nci yüzyılın başlarından itibaren hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelen elektrik bugün değişik yöntemlerle üretiliyor ve ulusal dağıtım sistemi aracılığıyla evlerimize kadar geliyor.

Uzmanların değerlendirmelerine göre Türkiye, dışa bağımlı kaynaklar nedeniyle elektriğini pahalı üretiyor ve artan enerji ihtiyacı nedeniyle önümüzdeki yıllarda ülkemizde elektrik sıkıntısı yaşanma ihtimali yüksek. Bu durumu aşmak için ortay atılan iki görüş var. Birincisi nükleer santraller kurarak enerji üretimini artırmak ve maliyeti düşürmek, ikincisi ise yatırım ve üretim maliyetleri daha düşük olan yenilenebilir kaynaklara yönelmek.

Hükümet ve Enerji Bakanlığı yenilenebilir kaynaklarla artan ihtiyacı karşılamanın mümkün olmadığını söyleyerek nükleer santrallere yönelse de bazı uzmanlar nükleer enerjiyle üretilen elektriğin normalin bir kaç katı maliyetle tüketiciye ulaşacağını ve ayrıca Türkiye’nin ileriki yıllarda nükleer enerjinin yaratacağı kirliliğin maliyetiyle başbaşa kalacağını ileri sürüyor.

Bu tartışma devam ederken her gün yaşadığımız gerçek ise elektrik faturalarımızın sürekli yükselmesi. HaberVsXtra ekibi sizin için elektrik dosyasını açtı ve konuyu tüm yönleriyle araştırdı.

 

Obezite riski gerçek mi yoksa abartılıyor mu?


Yemek insanlık var olduğundan beri yalnızca en temel ihtiyaç değil aynı zamanda en büyük keyiflerden de biri. Ama sanayileşme ve paketli gıdaların hayatımızın her anına girmesiyle birlikte, obezite tüm dünyada bir sağlık problemi haline geldi. Birçok ülke obezite ile mücadele çalışmaları yürütüyor, teşvik çalışmaları yapıyor hatta hastanelerde ayrı bir obezite departmanı bile var artık.

Amerikalılar fast food tüketiminin verdiği zarardan yakınıyor, milli geliri düşük ülkeler ise ucuz gıda tercih edilmesinden. 20-30 yıl öncesine kadar Türkiye’de neredeyse hiç konuşulmayan obezite sorununun bugün bizler için de bir tehlike haline geldiği söyleniyor.

Peki gerçekten tehlikede miyiz, yoksa abartılı bir obezite korkusu mu yayılıyor. Tehlikede isek buraya nasıl sürükleniyoruz, kendimizi korumak için ne yapmalıyız. Sanayi çağında sağlıklı kalmak için nasıl beslenmeli nelere dikkat etmeliyiz. HaberVsXtra ekibi beslenme dosyasını açtı ve sizin için araştırdı.

Hazırlayanlar: Avidan Kadiroğlu, Elif Nur Aktaş, Medya Kaya, Feritcan Baydar 

Bireysel silahlanma; vazgeçilemeyen tehlike

Bireysel silahlanma, Türkiye’de kadın cinayetleri ya da maddi manevi anlaşmazlıkların vardığı cinayetlerle gündeme gelse de üzerine çok fazla tartışılmayan hatta kapatılmaya çalışılan bir konu.

Yalnız Türkiye’de değil dünyada da bireysel silahlanma üzerine epey bir tartışma yürüyor. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde kamusal alanlarda gerçekleştirilen katliamlar sonrasında toplumun silaha erişimi ciddi olarak tartışma konusu yapılıyor. Ancak bu tartışmaların pek fazla bir şeyi değiştirmediği de ortada.

25 yıldır Türkiye’de bireysel silahsızlanma üzerine  çalışmalar yürüten Umut Vakfı verilerine göre sadece geçtiğimiz yıl her gün ortalama 6 kişi, toplam 2 bin187 kişi bireysel silahlar nedeniyle hayatını kaybetti.  Birçoğu ağır olmak üzere 3 bin 529 kişi ise yaralandı. Son iki yılda, bireysel silahlarla işlenen suçların yüzde 74’ünde ateşli silahlar kullanılırken, bu oran 2017’de neredeyse yüzde 80’lerde.

Bireysel silah askeri ve polisiye amaçlar dışında kullanılan ve bireylerin evlerinde ya da üzerlerinde taşıyabilecekleri küçük ve hafif silahlar anlamına geliyor. Emniyet verilerine göre ateşli silahlarla işlenen suçların yüzde 84’ü ruhsatsız silahlarla işleniyor.

Hazırladığımız HaberVsXtra dosyasında sivillerin neden bireysel silahlara yöneldiği, bunun altında ne tür motivasyonlar yattığı, Dünyada ve Türkiye’de bireysel silahlanmanın ne boyutlara ulaştığı gibi soruların yanıtlarını bulacaksınız. Türkiye’de silah edinme prosedürlerine de yer verdiğimiz videoda, bu konudaki eksiklikleri dile getiren görüşler de yer alıyor. Bunun yanında yıllardın bireysel silahlanmaya karşı çalışmalar yürüten Umut Vakfı’nın silahların yarattığı tehlike konusundaki görüşleriyle bunun tam tersi, devlet denetiminde bireysel silahlanmayı savunan çevrelerin görüşlerini de videomuzda izleyebilirsiniz..

Hazırlayanlar: Avidan Kadrioğlu, Elif Nur Aktaş, Medya Kaya, Feritcan Baydar