‘Tek seslilik medyayı itibarsızlaştırdı’

RGB ekranlarında yayınlanan “HaberVesaire’de Bu Sabah” programına katılan İktisatçı Yazar Mustafa Sönmez ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Aylin Dağsalgüler ile “Medya Sahipliği” hakkında konuştuk.

Aylin Dağsalgüler, medya sahipliği tanımını şöyle açıklıyor: “Sabah uyandık, telefona baktık. Perdemizi açtık, bilboard gördük. Yola çıktık, etrafımızda sürekli mesajlar var ve sürekli bir ekranın karşısındayız. Sürekli içerik üretiliyor. Bu içerikler, düşünce ve kültürel dünyamızı şekillendiriyor. En kaba tanımıyla medya sahipliği, bu şekillendirici gücü elinde bulundurmak demek. Ne izleyeceğimizi, ne dinleyeceğimizi hatta hangi haberi alıp alamayacağımıza karar veren, bu patronize sistemdir.”

Diğer ülkelerden farklı olarak Türkiye’de medya sahiplerinin medya dışı sektörlerden geldiğini belirten Dağsalgüler, bu değişimin yetmişlerde radyoyla başlayıp, doksanlarda özel televizyonlar ile ivme kazandığını söylüyor. Doksanlarda medya dışı faaliyet gösteren şirketlerin medya patronları olmaya başladığını belirten Aylin Dağsalgüler, günümüze medya sektöründe, enerji sektöründe faaliyet göstermeyen bir kuruluş olmadığının altını çizdi. Bu değişimi sağlayan faktörlerden birisi de 2002’de yapılan kamu ihalelerine medya şirketlerinin girmesini yasallaştıran düzen. “Bu ihalelere giren ve devletten ihale alıp başka yatırımlar yapan medya kuruluşlarının eskiden sadece reklam verenlere karşı sorumluluğu vardı. Onlara karşı haber yapamama durumu söz konusuydu ama artık medya patronları etraflarını öyle ördüler ki kendi ellerini kollarını para için bağladılar.”

Mustafa Sönmez’e göre, medyanın diğer sektörlerden farkı medyayı elinde bulunduran sermayenin bu gücü devlet, kamu ve ticari rakipleri üzerinde baskı unsuru olarak kullanabilmesi. Medya sektörüne girmenin tek nedeni para kazanmak değil, medyanın dışsal ekonomisinden faydalanmak. Sönmez “Özellikle Türkiye’de medyadan kâr etmek çok zor hatta neredeyse imkânsız olduğuna göre neden medya sahibi olmak isteniyor?” sorusunun cevabını “kamu ihaleleri kazanmak, imar kolaylıkları sağlamak, maden ruhsatları almak” diye cevaplıyor.

“Vatandaşlık bilinci ve demokrasi düzeyinin yüksek olduğu ülkelerde medya çalışanları kendini kullandırtmıyor”

Bu durumun sağlıksız olduğunu belirten Mustafa Sönmez, durumun halkın haber alma, yorum çeşitliliği gibi haklarını elinden aldığını belirtiyor. “Dünyada medya sahibi olan şirketlerin başka sektörlere girmemesi için yasal düzenlemeler yapılıyor. Bu düzenlemeler, ülkeden ülkeye değişiyor. Toplumun demokrasi bilincinin yüksek olduğu ülkelerde sendikalar, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları medya üzerinde ‘işini yap’ bir baskısı kurabiliyor, müeyyide uygulayabiliyor. İkincisi medya çalışanları bizzat sendikalarda örgütlü oldukları için kendilerini kullandırtmıyorlar. Medya sahipliğiyle iktidar arasına kalın bir perde çekiyorlar. Editoryal kadro, medyanın aletleştirilmesine izin vermiyor. Türkiye gibi bu şartların sağlanamadığı ülkelerde ne medya sahiplerinin başka sektörlere girmesinin, ne de medyanın gücünün iktidar tarafından kullanılmasının önüne geçilebiliyor. Bizim ülkemizde çalışanlar örgütlü olmadığı ve örgütlü olmak için de bedel ödemeye de yanaşmadığı için çalışanların, medyanın aletleştirilmesine karşı patron üzerinde bir gücü yok. Türkiye’de devlet medyası tamamen iktidarın elinde. Oysa tamamen özerk çalışması gereken kurumlar. 14 kanalı olan TRT var ve seçimlerde de ipliği pazara çıkan Anadolu Ajansı tamamen iktidarın elinde.”

“Gazete satışları ve rayting’lerde düşüş olması sürpriz değil”

AKP’nin iktidarı döneminde medya gruplarını kontrole alma konusunda özel gayreti olduğunu belirten Mustafa Sönmez, bunun için iktidar gücünü kullandığını belirtiyor. Sönmez Demirören Holding‘in Doğan Şirketler Grubu’nun medya kuruluşlarını almasını ise şöyle açıklıyor: “Doğan Grubu tümüyle iktidar aparatı olmaya direniyor, yer yer taviz vererek tam araçlaşmamaya çalışıyordu. Özellikle cumhurbaşkanının ağır telkinleriyle daha fazla dayanamadı. Önce Milliyet ve Vatan gazetesini, Star televizyonunu sattı. Yetmedi, en güçlü gazete olarak Hürriyet, Posta, hatta CNNTürk gibi haber kaynaklarını bile muhalif bulan cumhurbaşkanı bunları da satması için Aydın Doğan‘a baskı uygulayınca Doğan Grubu daha fazla dayanamadı. Demirören, iktidara daha yakın, iktidarın daha kolay eğip bükebileceği bir grup. Bu el değiştirme haliyle tepki gördü. Okuyucu olan bitenin farkında. El değiştiren kuruluşların hükûmete paralize olduğunun farkında. Bu yüzden bu kuruluşları izlememeye, okumamaya başladı ve satışlarda ciddi azalma yaşandı.”

Türkiye’de medyanın alacağı şekilin, siyasetin alacağı biçimle doğru orantılı olduğunu söyleyen Sönmez, siyasetin demokratikleşmesinin medyayı da demokratikleştireceğini söylüyor. Mustafa Sönmez, medyaya yeni sermayenin girmemesinin nedenini, giriş yapmak isteyen iş adamlarının kendilerine uygulanacak olan baskıdan çekindikleri olduğunu belirtiyor. “Ekonomide büyüme istikrarı trendi yakalamalı ki, reklam geliri olsun. Medya patronları, kendilerini ekonomik olarak iktidara yönlendirmesinler.”

“Kamu yayıncılığı TRT ile sınırlı değil; tüm kanallar ve medya şirketlerinin kamuya karşı sorumlu”

Günümüzde haberleri internetten almamızda medya sahiplerinin etkisi olup olmadığını sorduğumuz Aylin Dağsalgüler, televizyonun Türkiye’de hâlâ ana haber kaynağı olduğunu ve burada da çok sesliliğin azalmasının, güven ve itibar kaybı yaşattığını söylüyor. “Her sese, her kesime, herkese eşit yer veren medya ortamı görmek istiyoruz. Kamu yayıncılığını TRT ile özdeşleşiyoruz ama gerçekte tüm kanalların, medya şirketlerinin kamuya karşı sorumluluğu var. Bu sorumluluğun yerine getirilmesi çok sesli bir ortama bağlı.”

Dağsalgüler, HaberVs sunucularının “medya tümüyle dijital mecralara kayabilir mi” sorusunu ise şöyle yanıtladı:

“Örneğin, Cüneyt Özdemir’in genel seçim gecesi Youtube’dan yaptığı yayının izlenme sayısı oldukça çarpıcı. Dijital platformlar yükseliyor. Hayatı boyunca kablolu yayınlara, uyduya, geleneksel mecralara para ödemeyecek genç bir nesil geliyor ama büyük bir kesim hâlâ televizyondan haber alıyor. Ama örnek veriyorum, benim annem babam haberi Twitter’dan almıyor. Abonelik ya da kitle fonlaması gibi yöntemler var ama Türkiye’ye çok uygun görünmüyor. Türkiye’de hangi mecra ‘bana bağış yap’ dediğinde düşünmeden para veririz? Belki güvenilir haber yaptığını düşündüğümüz mecralar için bile tereddüt ederiz. Böyle bir kültürümüz yok. Türkiye’de ana akım da çöktü ama ana akımın bu nedenle yaşaması lazım. Bunun için de geleneksel ekranda da çok sesli bir yapının olması gerekiyor. Çoğunluk hâlâ televizyon ekranı karşısında.”

“Haber yatırım işidir. Sosyal medyanın buna gücü yetmeyebilir”

Mustafa Sönmez‘e göre sosyal medya bir alternatif alan. Hem işsiz kalan gazetecilerin hem de yazarlar ve akademisyenlerin ifade özgürlüklerini kullanmak için sosyal medyayı, Twitter gibi mecraları kullandıklarını belirten Sönmez, medyadaki çölleşmenin sosyal medyaya önem kazandırdığını söylüyor. “Haber yatırım işidir. Gerçek haberleri araştırmak, ortaya çıkarmak ekip ve yatırım işidir. Sosyal medyanın buna gücü yetmeyebilir ama en azından yasakları delmek açısından önemli bir yer tutuyor. Sosyal medya, tüm dünyada giderek geleneksel medya kurumlarına bir alternatif ve pozitif tehdit oluşturuyor. Basın ciddi çöküş halinde. Gazete ve dergi tirajları aşırı düştü. Açık olan bir şey var: Tarih bizim gibi ülkelerde elektronik medyadan yana çalışıyor. Yazılı medya düşüşü kurtaramıyor. Avrupa’da buna direnen medya kuruluşları, yeni ekonomik modeller var. Ama özellikle Türkiye’de medyanın geleceğini, siyasetin geleceğinde arayacağız.”

“Muzaffer ve Muz” öyküsünün Broadway’e uzanan yolculuğu

RGB ekranlarında yayınlanan “HaberVesaire’de Bu Sabah” programına katılan Yazar ve Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yalçın Tosun, “Selected Shorts” kapsamında Broadway’de sahnelenen “Muzaffer ve Muz” adlı hikâyesinin yolculuğunu anlattı.

Muzaffer ve Muz‘un Broadway’e taşınma süreci 2017’de Amerikalı bir yayıncının, Yalçın Tosun’un ikinci kitabı Peruk Gibi Hüzünlü‘den bazı hikâyeleri çevirmek istemesiyle başlıyor. Yayıncı, Tosun’dan çevirdiği bazı hikâyeleri yayımlanması için kimi dergilere yollamak amacıyla izin alıyor. Böylece Muzaffer ve Muz, 2017’nin sonunda, dünyanın birçok ülkesinden hikâyecileri buluşturan Words Without Borders adlı dergide yayımlanıyor. “Ben Muzaffer ve Muz‘un hikayesi orada bitti sanarken, geçtiğimiz aylarda bir haber aldım. Benim öyküm, başka yazarların üç öyküsüyle beraber Broadway’de bir okuma tiyatrosunda seslendirilip sergilenecekti” diyor yazar. Tosun izin verdikten sonra hikâyesi, Selected Shorts (Seçilmiş Kısa Öyküler) adlı, yılda bir kez yapılan ve podcast, canlı radyolarda yayınlanan bir gecede sergileniyor. Bu gecede, yıl içinde yayımlanan binlerce öyküden yalnızca dördü seçiliyor ve okuma tiyatrosu halinde sahneleniyor.

Seslendirmeyi Succsession adlı dizide de oynayan Arian Moayed yapıyor. Tosun, “Hollywood ünlüleri edebiyat ve tiyatro ile bağlarını hiç kopartmak istemiyorlar. Ne kadar ünlü olurlarsa olsunlar, böyle edebiyat gecelerine heyecanla geliyorlar. Çünkü edebiyatın gücü, sinemanın da gücünün büyük bir parçasını oluşturuyor” diye değerlendiriyor bu durumu.

“Amerika, yazarların daha çok kıymetinin bilindiği bir ülke” diyor Dr. Tosun. Daha önce Türkiye’de de birkaç kez öyküleri kısa film yapılmak istense de, yazarların sinema ve tiyatro açısından değerinin Amerika’da daha çok bilindiğini düşünüyor. “Dünyanın neresinden olursanız olun, İngilizce’ye çevirilmiş öykünüzle böyle bir gece ve ortamda yer almak, edebiyatı kutlamanın bir yolu.”

Yalçın Tosun, çeviri yapılırken oluşan değişiklikleri ise şöyle tanımlıyor. “Çeviride kaybolan hep vardır. Aksi mümkün değil.” Tosun’a göre, dil ve hikaye ne kadar yerelse, çeviri de o kadar zorlaşıyor. Ama bunu göze almak gerektiğini belirtiyor. “Çeviriye izin vermek, hikayeyi başka bir ele emanet etmek.” Önemli olanın çevirilen dilde okuyucuda aynı etkiyi bırakması olduğunu ifade eden Tosun,  böylece hikayenin evrensel olduğunu söylüyor.

Bir fikir ve sanat eserleri hukukçusu olan Yalçın Tosun, uyarlama ve esinlenmenin çok karıştırıldığını belirtiyor. “Bir eseri yaratan kişiden izin alarak, başka bir forma dönüştürmek uyarlamadır. Ama bu dönüştürme, eserin özüne müdahale etmeden olmalıdır. Esinlenmede ise izin almak gerekmez, çünkü hepimiz birçok eserden esinleniyoruz. Onun özünü veya temel unsurlarını alıp yeni eserler yaratmıyoruz.” Daha önce kendi hikayelerinin kısa filmleri için bazı şartlar koştuğunu anlatıyor. Mesela senaryoya izin verme hakkı, senaryo yazıldıktan sonra okuyor ve onay veriyor. “Bu senaryonun öykümle  alakası var mı, yoksa bambaşka bir şeye mi dönüşmüş” diye incelediğini anlatıyor Tosun. Örnek olarak da, daha önce ‘Muzaffer ve Muz’ hikayesini kısa film yapmak isteyen bir yönetmenin başroldeki iki ergen erkek karakterden birini kız yapmak istediğini anlatıyor. “Bu duruma tabii ki izin vermedim. Çünkü tüm hikâye değişiyor. Bu, uyarlamanın sınırını aşıyor.”

Türkiye’de ki telif hakları yasasıyla ilgili olarak, “1952 tarihli bir yasamız var. Yapıldığı zaman için muntazam bir yasa, zamanın ötesinde. Ama zamanla çok değişiklik oldu. Çünkü telif hukuku dediğimiz, asıl adı fikir ve sanat eserleri hukuku olan, alan teknolojik gelişmelere çok açık. Hukuk zamanla toplumun gerisinde kalabilir. Toplum ilerledikçe, hukuk kendini reforme etmelidir.” diyor, fikir ve sanat eserleri kanununun genel hatlarıyla sanatçıların, yapımcıların ve yayıncıların haklarının temel korumasında yeterli olduğunu ekliyor.

Yalçın Tosun, 2000’lerin başından beri var olan korsan paylaşım siteleri ile ilgili, zamanında tüm dünyada yasal önlemler alındığını belirtiyor. Fakat uzun vadede, müziğin ve sinemanın seyrinin değiştiğini vurguluyor. “Artık internette yeni mecralar doğdu. Yapımcı ve yayıncılar korsanla başa çıkamayınca internet üzerinden eser sunmaya başladılar. Itunes, Spotify, Netflix gibi mecralar değer kazandı. Artık kimse CD veya DVD almıyor.” Müzik ve sinema sektörü batıyor derken, sektör dijitale evrimleşti diye açıklıyor değişikliği. “Dijital yönetim diye adlandırılan bir alan çıktı. O alanda da hukuki açıklar var.  Fakat dijitalleşme ile ilgili yeni kanunlar çıktı ve çıkıyor. Hukuk her zaman hızlı koşmak zorunda.”

Yakın zamanda sıkça söz edilen Organize İşler: Sazan Sarmalı filminin sinema ile aynı anda Netflix’te yayınlanmasıyla ilgili, “Filmlerin maliyeti oldukça yüksek, bu yüzden film çekilmeden önce bir finansman bulur. Finansmanla yapılan sözleşmeyle beraber, filmin işletim yolları baştan satılabilir. Mesela filmin gösterileceği kanallar, dijital mecralar belirlenir. Organize İşler filmi için tam olarak şartları bilmesek de, sinema tutkunu olmayan çoğu kişinin filmi evinde Netflix’ten izleyeme ihtimali yüksek.  Bu neddenle maddi bir kayıp yaşanmıştır. Sözleşme şartlarına uymayan taraf, tazminat gibi hukuki cezasını çekecektir.” diyor.

Bir hukukçu olmasının hikayelerine katkısını da şöyle ekliyor Dr. Yalçın Tosun, “Çok klasik bir hukukçu değilim. Sadece karakterlerime eşit mesafede durmaya çalışıyorum. Aksi halde, dengeyi sağlayamam ve metin zarar görür.”

Şiir, senaryo ve şarkı sözü de yazan Yalçın Tosun’un yakın zamanda çıkacak bir şiir kitabı, yine yakın zamanda duyulacak şarkı sözleri var. Ayrıca, beşinci öykü kitabını da çıkartmaya hazırlanıyor.

Mülteci restoranlarına esnaf tepkisi: “Ya onlar gidecek ya biz kepenk indireceğiz.”

İstanbul’da kazancı azalan restoran sahipleri, Suriyeli komşularını “müşterilerini çalmakla” suçluyor. İşletme sahiplerinin tavrı sert: “Her yeri işgal ettiler. Kapattıracağız.”