Restorasyon, bir belgeye hayat vermektir

İspanya’nın kuzeyindeki La Rioja özerk bölgesinin başkenti Logroño’da el yazması kitapları onaran ve yaklaşık 30 yıldır birlikte çalışan eski eser uzmanı iki kafadar: Isabel Martin ve Alejandra Arévalo. 

Atölyelerinde kağıtla ilgili her şeyi, tarihi değeri bulunan ya da belge özelliği taşıyan parşömen deri ya da ipek malzemeleri tamir ettiklerini söyleyen Alejandra Arévalo restore ettikleri materyalleri “temel olarak kitap ya da gravürle ilgili şeyler” diye tanımlıyor.

Çalışma düzenlerini “Elimize bir döküman gelince yapmamız gereken onu bir hasta gibi kabul etmek; sorunlarını teşhis etmeli ve nasıl bir tedavi uygulayacağımıza karar vermeliyiz” diye aktarıyor Arévalo.

Atölyenin müşterileri arasında tarih arşivleri ve arşiv bölümleri bulunan resmi kurumlar, belediyeler, kütüphaneler bulunuyor. “Ayrıca elinde aile yadigârı belgesi bulunanlar ya da kendini koleksiyonculuğa adayanlar.”

Restore ettikleri el yazması eserler arasında dünyada sadece bir iki kopyası bulunan, yaklaşık 9 yüz yıllık kitaplar var.

“Restorasyon bir belgeye hayat vermektir. Daha önce yaratılmış olana bir fonksiyon kazandırmaktır” diyor Arévalo. “Ama bu yaratıcı olmamamanız gereken bir iş. Elinizdeki belgedeki eksiklere dair hiçbir şeyi uydurumaz, kafanıza göre tamir yapamazsınız. Eksikleri tamamlarken olabildiğince görünmez olmanız gerekir.” 

 

 

 

Zenne Segâh

Aksaray’da başlayıp Taksim gecelerinde ve özel davetlerde devam eden bir sahne hayatı: Zenne Segâh Demirdelen (28), Türkiye’de sayısı iki elin parmağını geçmeyen zennelerden.

“10 sene önce Aksaray’daki çalışan arkadaşlarımdan gelen ‘Çok güzel dans ediyorsun. Konuşalım, seni bir akşam burada sahneye çıkarsınlar’ teklifiyle başladım. Sahneye çıktığım ilk akşam o kadar çok gurur duydum ki, para [kazanıyor olmaktan çok] gurur duydum. Sahne yapanı alkışlıyorlarmış. Bunu yaptığım için çok sevindim.”

“Beni sahneye çıkmadan önce görmüş,’Bu adam nasıl dans edecek’ diye düşünmüş. Sahneden indikten sonra böyle düşündüğü için özür diledi. Zennenin de böyle benim gibi sakallı, bıyıklı olabileceğini gördü. Kadın dansı yapabiliriz, etek giyebiliriz. Ama bu [sakallar] erkek olduğumuz gösteriyor. ”

Bayanlar oryantalleri tercih etmiyor, kıskanma durumları var kadınların, zenneyi tercih ediyorlar. “Kadından daha güzel oynuyor” diyorlar benim için.

“Babamla hâlâ konuşmuyorum. Ona biraz ters kaldı. Senin de bir erkek evladın olsa etek giymesine, böyle sahne yapmasına belki de müsaade etmezsin.”

‘Bir şeyin parçası olalım ve burada kalalım istiyoruz’

“Hepimiz bir şeyin parçası olup burada kalmak istiyoruz. Anlıyor musun? Papazı tanıyorum, kasabı tanıyorum, fırıncıyı tanıyorum; onu tanıyorum, bunu tanıyorum… Vapurdan indiğim zaman herkesi tanıyorum.. Ben nasıl başka yere gideyim, nasıl yaşayayım?”

Hayatı boyunca Büyükada’dan kopmayan Anastasya Çalmidis, 26 Nisan akşamı Paskalya Yortusu için döndüğü adayla bağını bu sözlerle anlatıyor.

Hıristiyan inancına göre Hz. İsa’nın dirilişini temsil eden Paskalya, nisan ayında bir hafta devam eden ayinlerle kutlanıyor. Aziz Dimitri Rum Ortodoks Kilisesi’nde toplanan Büyükadalı Rumlar perşembe gecesi çarmıha gerilerek göğe yükseldiğine inandıkları Hz. İsa’nın dirilişini, 27 Nisan cumartesi gecesi 23.00’te başlayan ve 28 Nisan Pazar 11.00’de devam eden ayinlerle kutladılar.

Pazar sabahı gerçekleşen ikinci ayine katılan cemaatin çoğunluğu, İstanbul’da yaşayan ve Rusya, Gürcistan gibi ülkelerden gelen Ortodokslardı.

İstanbul’da Rum nüfusunun en yoğun olduğu yerleşimlerden Büyükada’da cemaatin sayısı 50 civarında. Ki bu sayının da yaklaşık yarısı son yıllarda Hatay’dan İstanbul’a göçen Arap Ortodokslardan oluşuyor. Cemaat başkanı Agni Nikolaidis‘e göre adadaki Rum nüfusu, kent merkezinden ve ülke dışından gelenlerle birlikte yazları en fazla 250’ye kadar çıkıyor.

 

Handaki Yaycı

“Makinelerin yapmadığı işi yapıyorum. Az olduğu için yapıyorum. Mesela 10 bin tane isterse adam yapar. Ama adam geliyor, benden 500 tane, 300 tane istiyor. Ben onları yapıyorum… Mağdur etmiyorum adamı.”

Hızla dönüşen Karaköy Perşembe Pazarı’nda, 470 yıllık Rüstem Paşa Hanı’nda, değişime direnen bir mesleğin son temsilcilerinden yay ustası Adnan Gün.