Aynı sesler, aynı sözler

Popüler müziğin vardığı son hale baktığımızda ortak noktanın “elektronikleşme” olduğunu görüyoruz. Artık, “popüler şarkıcılar” , yaptıkları şarkıları techno, house, hip hop gibi elektronik tabanlı müziklerle sentezleyerek bir tür “elektronik tektipleşme” yarattılar. Serdar Ortaç’ın ve Kenan Doğulu’nun şarkılarında hip hop altyapıları kullanması, Gökhan Özen’in rap yapması, Yılmaz Morgül’ün techno müzik üzerine türkü söylemesi…

Bunları on sene önce duysaydık, dinleyicilerin büyük kısmının “ne yapıyor bu şarkıcılar ?” dediğine şahit olurduk. Ancak gelişen ve değişen müzik endüstrisi ve müziğin günümüzde vardığı nokta, ilk bakışta absürt gelen bu örnekleri, kulağımızın kolayca kabullenmesini sağlıyor. Örnekler çoğaltılıp, gerek ülkemizde, gerek yurt dışında genel bir analiz yapıldığında, bu durumu “farklı tarzların senteziyle müzikte tek tipleşme” olarak özetlemek mümkün. Türk müziğinde görülen bu değişimin kökeni, elbette Türkiye’nin, popüler müzik olarak, yaklaşık on sene geriden takip ederek kopyaladığı Amerika’da. Bu bağlamda “yeni müzik” kavramının Türkiye’deki durumunu ve geleceğini kavrayabilmek için, durumu Amerika üzerinden incelemek yanlış olmaz.

1980’lerden 2000’lere kadar alternatif tarzlar arasında açık ara farkla krallığını sürdüren “rock” müziğin, 2000’lere geldiğimizde çöküşe geçmesi gözle görülür bir hâl aldı. Rock / metal müziğin en önde gelen gruplarından Korn’un, bu çöküşe sessiz kalmayıp, çektikleri, “Twisted Transistor” isimli video klip, müzik camiasında büyük yankı yarattı. Dönemin hip hop yıldızlarının, Korn grubunun üyelerinin yerine geçtiği klipte Lil Jon, Jonathan Davis’i, Snoop Dogg, Munky’i, Xzibit, Fieldy’i, David Banner da David’i canlandırıyordu. Bu kliple ilgili olarak, Korn grubunun “bunu yaptık çünkü artık sadece onlar izleniyor” demecini vermesi, ironi rüzgârıyla sallanan bir beyaz bayrak niteliğindeydi.
2000 senesi dolaylarına dünya müziğine baktığımızda Hip Hop’ın sokaklardan çıkıp, siyasi amaçlarının deforme olması suretiyle büyük bir eğlence sektörü haline gelmesi başta prodüktörler ve müzisyenler olmak üzere tüm müzik otoritelerinin dikkatini çekti. Artık, eski şarkıların melodilerinin belirli bir kısmının alınıp, şarkı boyunca tekrarlanmasıyla oluşan sampleların yerini “elektronik sesler”, eşitlik söylemlerinin yerini “zenginlik” söylemleri, video kliplerdeki sokak manzaralarının yerini “gece kulüpleri”, çetelerin yerini “bikinili kadınlar” almıştı.

Rap müzikte her zaman ritmin ön plânda olduğunu ve diğer tarzlara oranla rap ritmleri daha üstün olduğu için, diğer tarzlarda müzik yapan insanların bunu keşfedip kendilerine uyarlamaya çalıştığını söyleyen aranjör Ender Çabuker, bunun neticesinde, günümüzde yapılan Hip Hop soundu taşıyan şarkıların MTV dayatması olduğunu, çünkü MTV’nin ve dolayısıyla kapitalist sistemin, siyasi rap yapan sanatçıların müziklerinin tuttuğunu fark edip, bu müziğin sözlerini atıp, müziğinden faydalandığını belirtiyor.

2000 sonrası popüler müzik

2000 yılı sonrası popüler müziğe baktığımızda, canlı davul kayıtları yerine hip hop ritmlerinin, canlı enstrüman kayıtları yerine ise bilgisayar tabanlı elektronik seslerin hakimiyetini görüyoruz. Teknolojinin her alanda olduğu gibi, müzikte de hakimiyeti kendi ellerine aldığı aşikâr. Müzikte elektronikleşmenin temel olarak “elektrik kullanımı” ile ilişkilendirmek gerektiğini belirten Ender Çabuker, bunun çok doğal ve yaşanması gereken bir süreç olduğunu şu şekilde açıklıyor:
“Klasik müzik denen tarz, elektrik olmadığı için yapılıyordu. Klasik müzik, natürel müziktir demek dünyanın en komik söylemi olur. Çünkü eğer o dönemlerde elektrikli bir müzik aleti olsaydı, orkestraya mutlaka onu da katarlardı. O zamanlar ağaçlardan gitarlar, kemanlar yapıldı. Artık insanlar ormanlardan çıktı. Asansörlerin, bilgisayarların, kornaların hayatı tamamen kapladığı endüstriyel bir ortamdalar. Duyulan seslerin büyük kısmı dijital. İnsanların kulağı 20-30 yıldır bu seslere alıştığı için şarkılarda duyulan elektronik sesler yadırganmıyor ancak bu müzikler 100-200 sene önceki elektrik olmayan ortamda dinletilseydi, herkes “bu nasıl müzik ?” derdi. Çünkü insanlar günlük hayatta ne duyuyorsa, dinlediği müzikte de buna yakın sesler duymak istiyor. Soundun git gide dijitalleşmesi bundan kaynaklanıyor. “

Popüler müzikte tektipleşme

Popüler müzik endüstrisini incelediğimizde, Türkiye de dahil olmak üzere, hemen hemen dünyanın her yerinde artık aynı soundları duymak mümkün. Bu durum, git gide globalleşirken tektipleşen bir müzik endüstrisinin ürünü. Bu konuyu daha da açtığımızda, eski müziklere oranla daha dijital olmasının yanı sıra daha basit ritmler ve melodiler, günümüzün popüler müziğine hakim.

Bu bağlamda apolitize olan toplumun düşünmeyi gerektirmeyen bir hayat yaşadığını ve bunun, müziği de aynı doğrultuda etkilediğini düşünen İTÜ konservatuarı öğretim görevlisi Sertaç Kakı, bu yeni “basit soundun” kaynağının son 10 yılda zirve yapan “beyin tembelliği” olduğunu vurguluyor. Gelişen teknolojinin istenilen materyale istenilen zamanda ulaşmasının bir sonucu olarak “Nasıl olsa izlerim” , “Nasıl olsa dinlerim” , “Nasıl olsa haberim olur” zihniyeti yüzünden, insanların artık hiçbirşey için çabalamadığını belirten Kakı, hayat iyice karmaşıklaştığı için, insanların, tek kalınca karmaşık şeyler düşünmek istemediğini, eve gittiklerinde avam şeylerle ilgilenince kendilerine geldiklerini, bunun sonucu olarak da müzikteki “basit dinlenirlik” ve “tektipleşmenin” kaynağının bu gerekçeler olduğunu savunuyor.

Türkiye’deki müziğin globalleşmesini de doğrudan Türkiye’nin globalleşmesi ile ilişkilendirmek mümkün. Globalleşmenin, apolitize olmanın en büyük getirilerinden (ya da götürülerinden) biri olduğunu düşünrsek, Türkiye’de yapılan “tek tip global müziğin” ’80 sonrası nesiller tarafından benimsendiğini, eski özgün müzisyenlerin ise, müzik hayatlarına devam edebilmek için sisteme yenik düşerek bu globalleşmeye ayak uydurduğunu söylemek mümkün. Türkiye’de, ’60 darbesiyle başlayan süreçte, insanların, acılarını müzik ile ifade ettiğini söyleyen, Müge Eraydın müzik eğitim merkezinin sahibi, müzikolog Müge Eraydın, ’80 darbesine kadar süren bu dönemin, ’80 sonrası apolitize olmuş tek tip toplumun tek derdinin “daha zengin olmak” olduğunu, bu durumun zengin kesime özenmeye yol açtığını ve bu yüzden zengin çocuk ne dinlerse, fakir çocuğun da onu dinlediğini belirtiyor. Zenginlerin dinlediği müziğin, onlara özenen sınıf tarafından “iyisi budur” diye algılandığını vurgulayan Eraydın, Türkiye’de müziğin tektipleşmesiyle ilgili şunları belirtiyor:

“Türkiye’de artık eskisi gibi işleyebilir bir sınıf farkı yok. Eskiden Türkiye’de alt tabaka vardı. İyi çalışır, üniversiteye giderler, orta sınıf olurlardı. Üniversiteden çıkıp, çalışmaya başladığı devlet dairesinde yükselip müdür olur, üst sınıfa geçerdi. Çocukları daha elit olurdu. Ancak artık orta sınıf ile birlikte alt ve üst sınıf arası geçiş de yok oldu. Artık zemindekiler ve çok iyi yaşayanlar diye nitelendirilebilecek iki keskin sınıf var. Müzikteki tektipleşmenin kaynağının bu olduğunu görüyorum. Medyada görülen örnek bir “üst sınıf” tip var, model olarak konan. Onu izleyen insanlar ona özeniyor, çünkü başka alternatifi yok. Bu yüzden tektipleşme kaçınılmaz.”

Teknolojinin getirilerinden biri olan “elektronikleşmenin” müziğe olan etkisiyle oluşan bu tektipleşme, kimine göre olumlu, kimine göre olumsuz bir gelişme. Gelişen teknolojinin, önümüzdeki yıllar popüler müziği nasıl etkileyeceği belirsiz, ancak tarz ayrımının yok olmaya doğru gittiği, inkâr edilemez bir gerçek.