“Biz de filanca haberden, yazıdan, konuşmadan ötürü onlarca yılla yargılandık. Neden kimse o zaman sesini çıkarmadı?” Demek istediğimiz tam da budur. Demokratik bir Anayasa yoksa…
sayfalarımızdan izleyebilirsiniz
haber, bilgi, arşiv
“Biz de filanca haberden, yazıdan, konuşmadan ötürü onlarca yılla yargılandık. Neden kimse o zaman sesini çıkarmadı?” Demek istediğimiz tam da budur. Demokratik bir Anayasa yoksa…
sayfalarımızdan izleyebilirsiniz
***
Bağımsız mahkemeler?..
İstiklal Mahkemeleri!
27 Mayıs 1961 cuntasının mahkemeleri!
12 Mart 1971 cuntasının mahkemeleri!
12 Eylül 1980 cuntasının mahkemeleri!
Bütün bu süreçlerde yargı devlet erkinin halka karşı kullandığı zorbalığın bir parçası olmanın ötesinde nasıl bir işlev yapmıştır? Eğer hukuk eğitimi almak bir ölçütse, bütün cunta zamanlarının savcıları, hakimleri, yargıçları da hukuk eğitimi almıştır? Yargı sisteminin iç işleyişine yüklenen anlamlarsa ölçüt ve bu anlamlar iddia edildiği gibi değişen her iktidarda/ yönetimde şayet “bir içerik değişikliğine uğramıyorsa” bütün bu süreçlerde geçerli olan bu anlam bütünlüğü bugün için de pekala geçerlidir. Değilse, bugün de bazı değişikliklerin olduğunu düşünmek zorunlu olmaz mı?
Çok bilinen örneklerden ikisine bakalım: Gazeteci Metin Göktepe’yi işkence ederek öldürenlerin yargılanma biçimi ve sonucu ortada… Hrant Dink’i öldürenlerin araştırılma, soruşturulma ve yargılanma biçimine ilişkin yayımlananlar yargıya ilişkin yekpare bir kalıp kullananları hiç mi zorlamıyor?
***
Bir ironi midir?
Öyle bir ironi ki, görsen “İroni” demezsin!
Yargının bağımlılığı, bağımsızlığı, yargının içinde yaşadığı devlete egemen olan güçlerle ilişkisi tarihin bütün aşamalarında sorgulanmıştır. Bu, bizim ülkemizin de çok yabancısı olmadığı bir durumdur. Şeyh Said’e idam kararı veren yargı; Seyit Rıza’yı yaşını bir gecede küçülterek, oğlunun yaşını bir gecede büyüterek idam veren yargı; Adnan Menderes ve arkadaşlarına ipe gönderen yargı; Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ı asan yargı; Necdet Adalı, Erdal Eren gibi elli genç insanı darağacına gönderen yargı…
Bu kararlardan biri bile adilce bir yargının ürünü olabilmiş midir?
Bu kararlardan bir tekinin sonucu bile, “Suç” sayılan fiillerden bir tekini ortadan kaldırmayı başarmış mıdır?
Cumhuriyetin bütün dönemlerinde işkenceyle öldürülenlerin faillerini koruyan yargıya “Bağımsız” demek insan olanın vicdanını dibe itmek değil midir?
***
Bir ironi midir?
Hem de nasıl…
Fransız devletine egemen olanları 1800’lü yılların ilk çeyreğinden başlayarak “Deliye” döndüren ressam, heykeltıraş, karikatürist Honore Daumier’nin, yargıyla ilgili bir dizi eseri vardır…
Daumier, yargının sınıflar, politikalar üstü bir kurum olduğuna ilişkin Fransız burjuvazisinin yaptığı yaygaranın, toplumun özellikle yoksul kesimlerine getirdiklerini pek çok açıdan resmetmiştir… Bu desenlerin en çok öne çıkartılanı “You have the floor, explain yourself/ Sizin kendinizi anlatacağınız zemin mevcuttur” adını taşıyanıdır. İster bu esere, isterseniz hukuk/ yargı kurumlarıyla halkın karşılaşma anlarını gösteren serinin tümüne bakın, bilmem ki bugünün; yani 12 Eylül 1980 cuntasının Anayasası’nın, yasalarının pek çok kılçığını içinde barındırarak işleyen yargı kurumlarından başkasını görmeniz mümkün olacak mı?
***
Bir ironi midir?
İroninin kınalısıdır…
Bundan bir süre önce, günümüzün başbakanı, cumhurbaşkanı ve bu mevkileri elinde tutan AKP’nin de içinden çıktıkları Refah Partisi’ni kapatan Anayasa Mahkemesi, aynı davayı hükümette olan AKP için de açtığında “Cumhuriyet’in kurumlarıyla halkın iradesinin çatışmasından” söz eden pek çok yazı okuduk. “Hukuk kurumlarının halkın karşısında, devlet gücünü temsil eden seçkinlerin tekeli” olduğunu vurgulayanlar, bu kurumların başında bulunanları, güçleri ve yetenekleri el verdiğince karikatürize etmeye çalıştılar…
Mahkeme hükümet partisini “Dinci bir parti olarak damgaladı” ve hazine yardımını bir süre kesmekle cezalandırmayı uygun buldu… “İnanç özgürlüğünün, laisizmin karşısındaki durumu” pek çok yazarı, olumsuz etkiledi ve kalemler de bu etkiyle çalıştı.
Katolik inancına sıkı sıkıya bağlı Fransız ressam Georges Rouault da, 1913 yılının Fransa’sındaki yargıyı neredeyse aynı duygularla resmetmiştir. “Fransız Cumhuriyet adliyesinin özel kıyafetlerini giyen, şapkasını takan yargıçlar, zavallı laik düzenin taptığı, sahte dinin kötü rahipleridir.” Resim tarihinin ustalarından Cézanné’ın etkisini taşıyan bu tablonun, etkilendiği ressamın eserlerinin tersine göze güzel görünmek gibi bir derdi yoktur. Kiliseyle, devlet erkini elinde tutanların çatışmasında, “Katolik inancının saldırıya uğradığına inanmış” dindar bir ressamın eliyle, devlet kurumlarına atılmış bir taştır.
***
Bir ironi midir?
İroninin laciverdidir…
Bir yargı kurumunun İstanbul’daki mahkemesiyle, Diyarbakır’daki mahkemesi aynı konulu davada, birbirine zıt iki ayrı karar verebildiği bir ülkedeyiz.
Devlet adına suç ve cinayet işleyenlerin “şereflilik” konumunda niteliksel bir değişim olduğunu söyleyecek kimse var mıdır?
Önce imparator I. Ferdinand’ın, daha sonra II. Maximilian’ın ressamı olarak pek çok eser vermiş İtalyan ressam Giuseppe Arcimboldo’nun “Hukukçu” adlı tablosu, bir insan portresinden çok, bir dönem portresidir, demek için pek çok neden var.
Arcimboldo’nun resmi 1566 tarihini taşıyor. Roma Engizisyon Mahkemesi’nin kuruluş tarihi 1542’dir. Yani, Engizsyon’un uygulamaları ve sonuçları hem İtalyan halkının, hem de komşu İspanya’daki halkların yaşamını zehir etmeyi sürdürmektedir.
Ressam sarayın ressamıdır. Ama eseri, yargının, ressamın vicdanında çok olumlu bir imgeler silsilesi yaratmadığını düşündürüyor. Portresi yapılan hukukçunun yüzü yolunmuş tavuktan, gövdesi ölü balıktan oluşmaktadır. Hukukçunun belini oluşturan kitaplar, onun sarkık ağzıyla gülünçleştirici bir zıtlık yaratmaktadır.
Sarayda ya da parlamentoda, cumhurbaşkanlığı köşkünde, üniversitelerin yönetimlerinde ya da basın kuruluşlarında olun; yaşadığınız ülkede insanın emeğine, cinsiyetine, düşüncesine, inancına, anadiline, kültürüne, doğasına, eğitimine, yaşama hakkının vazgeçilemez parçalarından olan örgütlenme özgürlüğüne saygıyı zorunlu kılan bir Anayasa yoksa, yargı kurumları da bütün öteki kurumlar gibi kılık ve davranış değiştirerek ülkenizi korkular ülkesine çevirebilir.
12 Eylül faşist rejimini hazırlayan en önemli aktörlerin içinde bulunduğu “Susurluk Çetesi’ni” yargılayamayan yargı, “Ergenekon Soruşturması kapsamında,” darbeciliğe ve katillere karşı tam cepheden haber yapanları, yazanları tutuklayabiliyorsa, Anayasa da, yasalar da, uygulayıcıları da tarihin acı ironiyle dolu sayfalarında yer edecek işler yapıyor demek caiz olmaz da ne olur?
***
Arkadaşımız Ahmet Şık, tutuklandığı için tepki gösteren gazetecilere, yazarlara karşı yazılan yazıların ortak özelliklerinden biri şudur:
“Biz de filanca haberden, yazıdan, konuşmadan ötürü onlarca yılla yargılandık. Neden kimse o zaman sesini çıkarmadı?”
Demek istediğimiz tam budur.
Demokratik bir Anayasa yoksa, insanların birbiriyle doğru mecralarda ilişki kurmasının da hiçbir olanağı yoktur…
Söylemek ayıp olmasın bu ülkenin devrimcileri, demokratları olarak bağımsız bir yargı istiyoruz. Bunu söyleyen başkaları da var elbette, biliyoruz…
Ama barınacağı ev hâlâ adaletsizliğin tehdidi altındaysa, onu herkes eşit ölçüde, aynı hakikat duygusuyla istemiyorsa; bağımsız yargıyı sahiden isteyenlerin mücadelesi kaçınılmazdır, dersem suçumu çok mu büyütmüş olurum?
Olsun. “Bağımsız Yargı” sağ olsun!