Başıbüyük’ün başı büyük dertte

İlknur Aydoğan
iaydogan@medyakronik.com
Mustafa Kuleli
mkuleli@medyakronik.com

Dört çocuğuyla yine gelmiş mahallenin merkezindeki çadıra Büşra Hanım. Her gün geldiği gibi. Diğerlerinin aksine sessiz, sakin. Sanki tevekkül içinde. “Ben yarım çocuk doğurdum,” diyor, “bu evi yapmak için.” Anlamaz gözlerle bakınca biz, “Çocuğun,” diyor, “kalçası çıkık, sakat. Evi yaparken tuğla taşıdım, çimento taşıdım, ondan oldu.”

Maltepe Başıbüyük ile böyle tanışıyoruz işte. Meydanın bir yanında polis panzerleri ve o an nöbette olan bir grup polis, onların tam karşısındaki çadırın etrafında oturan kadınlar ve meydana inen yoldaki diğer çadırda erkekler. Bir de okuldan çıkmış çocuklar var: Cıvıl cıvıllar elbet. Kimi korkmuş annesinin eteğinde, kimi polise sataşma oyunu oynuyor.

Küçük bir Türkiye gibi burası. Her şehirden göçle gelmiş aileler var. Gümüşhane, Kars, Sinop, Kastamonu, Van, Ordu… İlk geldiklerinde erkekler hep inşaat işinde çalışmış. Zamanla para biriktirip kendi evlerini de yapmışlar. Otuz senedir burada yaşıyorlar.

İstanbul’un diğer “kentsel dönüşüm” mahallelerinde olduğu gibi, onlar da her seçim sonrası tapularını beklemişler. Ama ne gelen olmuş, ne giden. Mahallede elektrik de var, su da, doğalgaz da. Düzenli faturalarını ödemişler, vergilerini vermişler. Ama şimdi evleri yıkılacak. Onlar da başka “kentsel dönüşüm” alanlarındakiler gibi, evsiz kalacak.

İşte bundan korkuyorlar. TOKİ’nin Başıbüyük’te yapacağı 6 blokluk siteye tüm mahallelinin yerleşemeyeceğini biliyorlar. Üstelik o dairelerden alacak paraları da yok. Bu yüzden isyan ediyorlar. Henüz haklarında kesinleşmiş bir karar olmasa da, İstanbul’daki diğer yoksul semtlerinde yaşananlardan biliyorlar başlarına geleceği. Zaten bu yüzden polisler ve panzerleri başlarında.

Başıbüyük’te çocuklar büyükler gibi konuşuyor

Mahalleli çocukların okulu dozerin kazdığı yeri görüyor. Ağaçların söküldüğü alana bakıyor. Okula giderken de, okuldayken de, dönerken de hep görünen dozerin çalıştığı o iç karartıcı kahverengi alan, çocukların hiçbirine hayaller kurdurtmuyor. O alanı çevreleyen polis yazılı demirler ve polisler de, bugüne kadar mahallede kimseye iyi şeyler hissettirmemiş.

Çocuklardan biri, annesi gaz bombasının etkisinde kalınca polis olma hedefinin yönünü değiştirmiş. Artık mahalleden saydığı polislere “Polis olmak nasıl bir duygu?” diye sormuş ve “Pek iyi bir şey değil” cevabını almış. O da içinde gaz bombası olmadığı için narkotikçi olmaya karar vermiş.

11 yaşındaki Bekir de polislikten dönüp futbolcu olmaya niyetli. Mahallede yaşanlarla ilgili “Burası İsrail ya da Filistin değil,” diyor, “böyle kavgalar olmazdı, burası anavatan!” Şiir okur gibi tonluyor söylediği kelimeleri.

Başıbüyük’te çocuklar büyükler gibi konuşmak zorunda kalıyor. Neredeyse hepsi “psikolojimiz bozuldu” diyor, dilleri tam dönmese de… “Psikolojisi bozulma”nın nasıl bir şey olduğunu şöyle anlatıyorlar:
“Evde yatarken zor uyuyorum. Hep burayı düşünüyorum, ne oldu acaba diye.”
“Mesela canım sıkılıyor, dozeri taşlamak geliyor içimden.”
“Burada zehirleneceğim diye korkuyorum. Bizim ne suçumuz var, sanki biz bir şey yarattık, büyüklerimiz yarattı. Polisler gaz bombası atıyorlar, sonra olan küçüklere oluyor.”

“Kaçak muhtar”, “Tilki Köse” ve “şerefsiz basın”

Herkesin sinirleri gergin. Kolay değil, 40 gündür polis işgalinde mahalleleri. En çok “mahalleyi satan” ve son bir aydır ortalıklarda gözükmeyen muhtara, “rantçı belediye başkanı Tilki Köse’ye” (Fikri Köse), mahalleli kadınlara küfreden, gençleri döven polislere öfkeliler. Bir de medyaya.

Meydandaki çadırda toplanmış kadınlar, söze girmeden önce, “Bak, sesimizi dünyaya duyuracaksanız anlatalım. Gazeteciler hep geliyor, sonra ya yazmıyorlar ya yalan yazıyorlar” diyor. En çok da Zaman gazetesi var hedefte. TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar’ın “Esrar ve kadın ticareti gibi kirli işlerle uğraşanlar ile terör grupları, masum insanları kullanarak, gecekondularda dönüşüme engel olmaya çalışıyor” sözlerine yer verip, mahallelinin görüşlerine yer vermediği için.

Çatallaşan sesiyle bağıran bir kadın, eğer orada olanları olduğu gibi vermezsek bizi boğacağını söylüyor. Adını sorunca, “Ne yapacaksın adımı, benim adım ad işte!” diye çıkışıyor bizim şahsımızda tüm “basıncı”lara: “İyi, güzel geliyorsunuz, hoş geldiniz de, niye bunu güzel yayınlamıyorsunuz? Geçen günkü olayda sadece panzerin su tutuğunu yayınladınız. Gaz bombasından düşeni bayılanı, polislerin kadınların saçlarından yolmasını çekmiyorlar, göstertmiyorlar.”

Hep bir ağızdan konuşuyor kadınlar: “Müslüman dedik, ondan oy verdik, elimiz kırılsaydı” diyor Fatma Çelik. “Bizi kandırmaya, uyutmaya çalışıyorlar. Başımız kapalı diye saf sandılar herhalde. Birliğimizi bozup, teker teker yıkacaklar evleri.”

Yan taraftan Nadiye Yıldız giriyor söze: “Bak şöyle yazasın: Benim kocam emekli öğretmen. Hâlâ her gün taksi şoförlüğü yapıyor. Bir dört duvar yaptık. N’olursun yıkmasınlar. Başka çaremiz yoktur.”

18 yaşından beri “bunlara” oy verdiğini ama hepsini geri toplayacağını söylüyor siyah çarşafın altındaki mavi gözlerin sahibi: “İster CHP olsun, ister Kürtlerin partisi. Kim savunursa hakkımızı, oylarımızı ona vereceğiz.”

“Biz yıkılmasın, güzelleşmesin demiyoruz. Bize tapularımızı versin sonra oturalım masaya konuşalım. Biz de insanız, biz de isteriz daha güzel evde oturmayı. Adam gibi konuşalım. Değerini versin evlerin. Beni niye 50 milyar borçlandırıyor? Ben nasıl vereyim o parayı?”

Erikler çiçek açsa da bahar gelmedi Başıbüyük’e

Kadınlardan biri bitiriyor lafı diğeri alıyor. Nefessiz, bağırarak, kafamıza kakarak, durmadan anlatıyorlar. 45 gün önceki hayatlarından çok farklı şimdi yaşadıkları. “Biz erkek içine çıkmıyorduk, polis-karakol görmemiştik, şu kırk güne kadar” diyor Kadriye Akdemir. “Akşama ne yemek yapsak diye düşünmüyoruz, evden barktan soğuduk” diyorlar. Nurten Aşık, “Çocuklarım sulu yemeği unuttu” diyor mesela. Ve sözü başka bir kadın alıyor:

“Buranın adını İstanbul’un balkonu koymuşlar. Kodamanlar gelecekmiş, sosyetik insanlar gelecekmiş, biz uymuyormuşuz buraya. Şimdi dozer gelse bizi düzlese, kimsemiz yok ki bizi tutsun da önünden çeksin. Bugün kaymakamlıktan ‘yıkarlar’ dediler, ‘izin almışlar, yaparlar’. Gözlerim yeri görmedi o anda, sanki suya sokup çıkardılar beni. Bahar geldi, çiçekler açtı, kapımızın önünde oturacağımız yere şu anda nöbet bekliyoruz.”

Başıbüyük İstanbul’un en güzel tepelerinden birinde. Hava açık olunca değil Boğaz, Eminönü’nü bile görülüyor. Bir taksi şoförü 1977’de, kundakta gelmiş Başıbüyük’e. “Erik yemekten başımızı alamazdık” diyor, çocukken yaşadığı yer için. Her ağaçta izleri var Başıbüyük sakinlerinin. Onların çocuklarıysa şimdi sadece taş atmak istiyor olana bitene.

Bir fotoğrafın hikâyesi

İlknur Aydoğan

Edip Cansever bir dizesinde “bir azarlanmayla ölümünü düşünen çocuklar gibi” diyor ya, peki yaşadığı yerde her gün polisi, panzeri, dozeri gören çocuk neyi düşünür, evinin yıkılması ihtimali yastığa başını koyarken nasıl senaryolar yaratır çocuk aklında? Bu soruların cevabı bu dizeden daha mı kanlıdır?

Bunları Başıbüyük’te çocuklarla konuşan bir muhabir olarak bilmem gerekirdi, ama kolay değildi, özellikle bir soru sorarak 11 yaşındaki bir çocuğu, Şevval’i ağlattıktan sonra. Oysa ona da etrafımı çevreleyen çocuklara sorduğum gibi sormuştum; “Ne oluyor burada?” dedim. O nasıl anlatırsa, olanlara nereden baktığını anlayacaktım.

Anlattı da, ama ağlayarak. Ne yapacağımı şaşırdım, hemen fotoğraf makinesine sarıldım. Evet, Şevval’in gözleriyle kendi gözlerimin arasına makineyi koymak aklıma gelen ilk şeydi. Aslında bunu onu oyalamak için yapmıştım, fotoğrafını çekerek ilgisini dağıttım da sayılır, ama fotoğrafların çokluğunu görünce fark ettim ki onun gözyaşları dinene kadar ona vizörden bakmışım.

Bunu bu kadar açıklamamın nedeni Şevval’in fotoğrafına bakarken orada bir fotoğrafçı iştahı görmenizi istemememdir. O fotoğraf bir anın yakalanışı fotoğrafı değil, o anı ıskalamak, belki de yok etmek isteğinde olan fotoğraftır.

Şevval’in psikolojisinin bozulduğunu söylüyor annesi Nurten Aşık, kızı göğsüne kapanıp dünyanın en huzurlu nefesini almaya çalıştığında. Şevval öyle birkaç nefesten sonra konuşuyor, ama gözlerinde yaş görünmese bile dudaklarıyla ağlayabilir gibi hâlâ, hatta tığ işi yakasıyla bile. “Ders yapamıyoruz” diyor…

Başıbüyük’te, basit bir soruyla ağlayan, annesinin dışarı çıkmasından korkan kız çocuğu ders yapamadığına deli gibi üzülüyor.

Başıbüyük’ün hafızası şiddet dolu

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB ), TOKİ ve Maltepe Belediyesi tarafından Şubat 2006’da imzalanan protokolle mahalledeki boş alanda ilk etap için 300 konut yapılıcak. Mahallenin yaklaşık 30 bin nüfusu ve 30 yılı aşkın bir tarihi var. Sahip oldukları çocukların sayısı kadar kat çıkmışlar, apartmanlar en az 3 katlı bu mahallede. Mahallenin sakinleri ve polis arasında yaşanan şiddet olayların sayısını vermek güç. Panzerin, polisin hazır bulunduğu mahallede, her gün ufak da olsa bir şeyler yaşanıyor. Polis ve halk arasında çıkan ilk çatışmada 17 yaşındaki Erdem Bakırcı atılan gaz bombasıyla başından yaralanmış ve bir hafta komada kalmıştı. Beyin zarı hasar gören Bakırcı ameliyat olacak. Aynı olayda gaz bombası, cop darbeleri nedeniyle yaralanan birçok insan da var. TOKİ’ye ait tırlar mahalleye girerken mahallelinin engel olması sırasında polis gaz bombası kullandı. Olay sırasında ağır yaralan bir kadın var ve sonrasında gözaltına alınanlar da. Yaşanan bir başka olay, mahallede ağaçların sökülmesine tepki gösterenlerin mahallenin camisinde polis tarafından dövüldüğüydü.