‘Berlusconi homoseksüel olmadığı için şanslıyız’




Berlusconi’ye karşı sert eleştirileriyle ülkesinde basın özgürlüğünün sembollerinden İtalyan hiciv ustası Sabina Guzzanti Medya ve İletişim Sistemleri bölümünün konuğuydu.

İtalyan hiciv ustası, komedyen, oyuncu, yazar ve yapımcı Sabina Guzzanti. Onu en çok Başbakan Silvio Berlusconi’ye karşı sert eleştirilerinden tanıyoruz. Daha doğrusu –burada yine Abdullah Gül’ün “büyük PR” açıklamasını anmamak elde değil- bu eleştiriler nedeniyle 2005’te devlet destekli RAI televizyonundaki işinden olmasıyla. İtalyan siyasetçiler onu ismini daha çok duyurmakta kararlı görünüyor. İtalya Kültür Bakanı’nın, Guzzanti’nin Draquilafilminin gösterilmesini gerekçe göstererek 2010 Cannes Film Festivali’ne katılmaması iki ülke arasında küçük çaplı bir krize neden olmuştu.

Hızlı adımlarla ilerleyip, az sonra konuşacağı salondaki yerimi alıyorum. Çok geçmeden kendisi de giriyor içeri. Kısa bir açılış konuşması ve ilk filmi Viva Zapatero‘nun dört dakikalık gösteriminden sonra sahneye davet ediliyor. Son derece sakin. Onu dinleyen onlarca yabancı insana değil de, evinde üç beş dostuna konuşuyormuş hissetmenin sakinliği bu. Başka bir ülkede, ülkesiyle ilgili neler konuşacağı, nasıl anlaşılacağı kaygısı yok. “Neysem oyum” mesajını öylesine veriyor ki karşısındakine, doğallığı hakkında şüphe duymanıza imkan tanımıyor. Aynı anda hem ağır başlı, hem de komik olabilmenin mükemmel kombinasyonunu barındırıyor içinde. Sükuneti tüm salona yayılıyor. Herkes sessizce anlatılanları dinliyor.
Söze, diline doladığı İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi’den giriyor. Başbakanlığa adım attığı 1994’te onunla ilk karşılaşmalarını, “kabus” olarak tanımlıyor. “Sürekli bizleri komünistlerden koruyacağını söylüyordu. O garip şeyleri anlamıyorduk” diyerek daha ilk anda üzerlerinde hissettikleri korkuyu anlatıyor. “Onu durduracaklar mıydı, yoksa durdurmayacaklar mıydı?” O zamanlar kafalardaki tek sorunun bu olduğuna dikkat çekiyor ve hemen arkasından da bir serzenişte bulunuyor: “Seçmenler Berlusconi’nin nasıl isterse öyle davranmasını sağladılar.”

“You Tube’u açtığınızda şarkı söyleyen bir adam görüyorsunuz. Ve bu adam ülkenin başbakanı!” diyerek Berlusconi’nin taklidini yapmaya başlıyor. Sesini inceltiyor, garip mimikleriyle salonu kahkahalara boğuyor Guzzanti. Bütün bunların kadınlara ve seçme hakkına karşı yapılan tahrikler olduğunu sözlerine ekliyor.

Kamuoyunun hâlâ savaştığını ama artık durumun çığırından çıktığını belirtiyor. Parlamentonun başbakanı davalardan korumak için her şeyi yaptığını anlatıyor. “Biz neyi yanlış yaptık diye soruyorum. Bakıyorum, ben her şeyi doğru yapmışım. İçine eğlence de katmışım” sözleriyle zaman zaman özeleştiri yaptığını da vurguluyor. Halkın demokrasiyi bir lüks olarak görmesinden yakınıyor. İfade özgürlüğünün gereksiz görülmesi, ikinci bir sorun olarak addedilmesinin ülkeyi bu noktalara getirdiğini üzülerek belirtiyor.

Yazdığı, oynadığı aynı zamanda yapımcılığını üstlendiği Draquila – İtalya Sarsılıyor filmini nasıl hayata geçirdiğine geliyor konu. Orta İtalya’da bulunan L’Aquila şehrinde 2009’da meydana gelen depremi ve deprem sonrasında Berlusconi’nin verdiği demeçleri konu alan filmin adı, iki kelimenin birleşiminden oluşuyor: Filmde Berlusconi, halkın kanını emdiği metaforundan yola çıkılarak vampir Dracula şeklinde simgeleniyor, depremin meydana geldiği yer olan L’Aquila ile bu kelimenin yan yana getirilmesinden ise Draquila adı ortaya çıkıyor.

6,3’lük sarsıntıdan sonra bölgede yaşananlara oldukça iyimser, hatta kimi zaman esprili bir şekilde yaklaşan Berlusconi’nin halkı nasıl yanılttığı Draquila filminde tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor. Guzzanti o zamanki izlenimlerini şu sözlerle anlatıyor: “Dört ay boyunca televizyondan deprem bölgesindeki gelişmeleri seyrettiğimde “hükümet doğru adımlar atıyor” diye düşündüm. Bir arkadaşım bana gelip, öyle olmadığını söylediğinde L’Aquila’ya gittim ve çok büyük bir felaket yaşandığını gördüm. Gitmeseydim eğer, hükümetin başarılı olduğunu düşünmeye devam edecektim.”

Filmi izlediklerinde İtalyanların şok olduğunu belirten Guzzanti, propagandanın mesajının “Herkese bedava ev, çok şanslılar!” olduğunu, halkın bu şekilde kandırılmaya çalışıldığını sözlerine ekliyor. 2001’de çektiği ilk filmi Bimba’dan sonra büyük bir devrim olduğunu, fakat partiler seçmenlerin desteğini aldıklarından hiçbir şeyin değişmediğini belirtiyor.

Berlusconi’yi ‘döven’ kadın

İtalyan politik yorumcu ve gazeteci Paolo Guzzanti’nin en küçük kızı olarak dünyaya gelen Sabina Guzzanti(48) tüm çalışmalarını İtalya’daki sosyal ve politik yaşamın incelenmesine adadı. Guzzanti’nin kariyeri 1986 yılında Proffimamente… non stop adlı televizyon komedi dizisinde yer almasıyla başladı. İtalyan porno yıldızı Moana Pozzi taklitleriyle popülerlik kazandı ve ünlü yönetmen Guiseppe Bertolucci’den Cammelliadlı filmde oynamasi için teklif aldı. Bu dönemde kariyerinin doruk noktasına ulaşan Guzzanti, çeşitli filmlerde oynadı, çıktığı turnelerde komedi şovlarını sergiledi, kadın şov programı yaptı ve 1998 yılında Donna Selvaggia filmiyle ilk yönetmenlik deneyimini gerçekleştirdi. 2003’te RAI 3 kanalında, Raoitadlı politik hiciv şovu yayınlandı. Başbakan Silvio Berlusconi hakkında yaptığı hicivlerden dolayı hakkında dava açılan Guzzanti, hicvin tanımına uymayan şekilde davrandığı ve düpedüz politik saldırı uyguladığı gerekçesiyle suçlandı. Buna protesto olarak, programının ikinci kısmını Roma Oditoryumun’da ve bazı bağımsız televizyon kanallarında yayınladı. Daha sonra, Raiotadlı program, RAI’nin arşivlerinden tamamen silindi.

2005 ‘te yapımcılığını üstlendiği Viva Zapatero! filminde kendi oyunculuğunun yanı sıra Berlusconi tiplemesiyle de izleyicilerin karşısına çıktı. Bu filmin, Berlusconi’nin kontrolü altında olan medya şirketleri tarafından gösterimi engellendi. 2007’de Le ragioni dell’aragosta filminin de senarist ve yapımcılığını üstlenen Guzzanti, yine aynı sene, Sympathy of Lobster filminin de senaryosunu yazarak, oyunculuk deneyimine bir yenisini ekledi.

Tüm dünyada “Berlusconi’yi esprileriyle döven kadın” olarak anılan Sabina Guzzanti, şovları ve filmleriyle açtığı savaşı Berlusconi’nin şahsına değil, sürdürdüğü yönetim rejimine karşı olarak görüyor.

Kaynak: en.wikipedia.org

İfade özgürlüğünün her hakkın temeli olduğuna dikkat çekiyor. İnsanların bunu anlamasının önemini vurguluyor. Bunları söylerken mücadeleci bir konuşmacıdan çok, çabalarına rağmen ülkesinde yaşananları değiştirememekten muzdarip bir “mağdur” görüntüsü çiziyor.

Çocukluk döneminde faşizmin İtalya’da çok konuşulan, hatta derslere konu olan bir akım olduğunu anlatmaya başlıyor Guzzanti. İlk ve ortaokul yıllarında, öğretmenlerin kendilerine faşizmin ne kadar kötü bir şey olduğundan bahsettiklerini belirtiyor. Demokrasi ve özgürlüğü temel alan güçlü bir eğitim sistemi içinde büyümüş bir nesil olduklarını söylüyor. Fakat bugün ile kıyaslayınca sistemin inanılmaz bir boyutta değiştiğini örneklerle gözler önüne seriyor: “Şimdi, okullarda öğretilen konuları ve tarih kitaplarını değiştiriyorlar. Faşizm çok kötü değildir demeye başladılar. Mussolini -İtalyan diktatör, Hitler ile birlikte faşizmin en önemli uygulayıcılarından- iyidir diyorlar. Her yerde Mussolini posterleri görüyorsunuz. Televizyonu açtığınızda Mussolini’yle ilgili hikâyeler buluyorsunuz. Genç nesil, ‘biz anti-faşistiz’ diyemez şu an.”

İtalyanların büyük değişiminden söz etmeye devam ediyor Guzzanti. Son 20 yılda yaşananları anlatırken, inanmakta hâlâ zorlandığını görüyorum. “Aşırı Katolik kadınlara seksle ilgili düşünceleri sorulduğunda: ‘Berlusconi homoseksüel olmadığı için şanslıyız’ cevabını veriyorlar.” Bu sözlerden sonra kendisi dahil bütün salon gülmeye başlıyor. “Gülelim ağlanacak halimize” der gibi bir hali var. Kızmayı bırakıp durumu kabullenmiş, eğlendirerek öğretmeye çalışıyor.

Konu, her şeyin başı olarak kabul ettiği eğitime geliyor. Kültürsüz, bilgisiz insanların korkak olduğundan ve onları etkilemenin kolaylığından bahsediyor. “Eskiden kitap dükkanları vardı, insanlar kitap okurlardı, artık onlar bile yok” sözleriyle entelektüellerin, okuyanların sayısının azaldığına değiniyor. Eğitimsiz insanların doğal olarak sinirli ve hırçın olduğu kısmına da dikkat çekiyor Guzzanti. Bu kişilerin kendilerini yalnız hissettiklerini, korktuklarını ve bundan dolayı korkunç bir yapıya büründüklerini anlatıyor.

“Başının belası” sansür konusu açıldığında, “Evet, sansürleniyoruz” oluyor ilk cümlesi ve devam ediyor: “Bu filmi yaptım, skandaldı bu. Ama gazetecilikte eskiden sansür diye bir şey yoktu, şimdiyse normal!” Ne düşündüğünü yazdığın zaman kovulmanın kaçınılmaz olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Berlusconi utanç verici bir şey söylediğinde konuşmasını sessiz vermek zorunda kalıyorsunuz!” Olayları ele alış şekline, İtalyan aksanıyla harmanladığı İngilizce konuşması ve vücut dili de eklenince yanak kaslarınızın ağrımaması kaçınılmaz oluyor.

Guzzanti, düşüncelerin özgürce ifade edildiği yazıların daha bağımsız yayın organlarında bulunabileceğini söylüyor. Berlusconi’nin ekonominin büyük bölümünü elinde tuttuğundan, kamuoyunun da yöneticisi konumunda bulunduğunu anlatıyor. Televizyon kanallarını elinde bulunduran birinin, halkın üzerindeki egemenliğinin tartışılmaz olduğunu bizlere hatırlatıyor.

İtalyan hükümetinin bütün cezai kuruluşlarla bağlantı içinde olduğunu ve bu nedenle parlamentodaki görevlilerin sorgulanamadığını belirtirken Guzzanti, ülkedeki yönetim sistemindeki adaletsizliği gözler önüne seriyor. Hangi nedenle suçlanırsa suçlansın, kimsenin görevinden istifa etmeyi düşünmediğini de sözlerine ekliyor. Konuşma özgürlüğü kavramının parlamento için tehlikeli olduğunu belirtiyor.

Hükümetin kendisi için iki haftalık bir karalama kampanyası yaptığını söyleyen yazar, “Ben mağdurdum ama benden kötü insan diye bahsettiler. Komünist gibi davranıyor ama çok parası var dediler!”

Ünlü İtalyan soruşturmacı gazeteci Marco Travaglio’nun da Berlusconi hakkındaki haberleri nedeniyle sorun yaşadığına da değinerek insanların özgürce konuşmalarından dolayı işlerini kaybetme tehlikesi yaşadıklarını yineliyor. Şu anda politik nedenlerden dolayı hapse girilmediğini fakat bunu uygulamaya koymayı denediklerini de ifade ediyor.
Katolik mezhebinin yönetim merkezi Vatikan’ın, demokratik gelişme sürecinde kendilerini fazlasıyla durduran bir unsur olduğunun altını çiziyor. Berlusconi’nin kilisenin desteğini aldığını söylüyor. Kilisenin tutumuna şu sözlerle açıklık getiriyor: “Vatikan, 26 yıl makineye bağlı yaşayan bir kadını sembolü olarak gösteriyor. Ölmüş veya daha doğmamış kişileri korumak istiyorlar. Her gün o kadar insan ölüyor, umurlarında değil.”

“Durum böyle olunca, kendi insanlarınıza da saygınızı kaybediyorsunuz” diyor Guzzanti, “İnsanların düşüncelerine katılmıyorsunuz. Aranızda diyalog kurmak için gereken temel şeyler yok. Hatta en başından başlamanız gerekiyor; diyalog nedir, tartışma nedir diye…” sözleriyle ironik bir şekilde ülkesindeki insanların durumunu ortaya koyuyor. Sadece kendi yaşadığı yerin değil, tüm dünyanın sorunu olan “iletişim kuramama” noktasına parmak basıyor.

Televizyonda çalışanlar için “komünist” dediklerini ve bunun tamamen yalan olduğunu belirterek devam ediyor: “Televizyonda gerçekten olmuş şeyleri görmüyorsunuz. Berlusconi’yle ilgili bir haber varsa şunları duyabilirsiniz: ‘Birinin dediğine göre, birinden alınan bilgiye göre…’ Ne doğru, ne yanlış bilemiyorsunuz.”

“Eğer bu akşam bir İtalyan kanalını izlerseniz, herkes bunu konuşuyordur: ‘Berlusconi bir fahişeye para verdi, ne büyük bir kalbi var!’” Söylediklerine gülmemek elde değil. “Her şey çok saçma, hiçbir şeye mantıklı bir tepki veremiyorsunuz” demesinin garipsenmemesi de bu yüzden olsa gerek.

“Eğer Berlusconi’nin arkadaşıysan zengin olursun, parası olanlar onu destekliyor” diyerek ülkenin hem politik hem de ekonomik anlamdaki yöneticisinin Berlusconi olduğunun bir kez daha altını çiziyor.

Konuşmasının ardından kendisine yöneltilen soruları cevaplıyor. Uzun açıklamalar yapmak yerine, kısa ve net cümleler kuruyor. Anlaşıldığının, alkışlandığının farkında. Onun için önemli olan da bu. Ülkesinin geleceği için savaşan, güçlü ve mücadeleci bir kadın Sabina Guzzanti.