Bir toplumsal baskı aracı olarak 225. madde




Hülya Gülbahar
Avukat, Ka-Der (Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği) Başkanı
hulya.gulbahar@yahoo.com.tr

Bir kadının Galata Köprüsü üzerinde balık tutmaya kalktığında başına neler geleceği, geçtiğimiz günlerde, İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin verdiği bir kararla öğrenildi. İddiaya göre, Gülcan Köse, 12 Haziran günü “uygunsuz kıyafetlerle” balık tutarken, çevredeki erkek balıkçıların şikâyeti üzerine gözaltına alınıp hakkında açılan davada da 5 ay hapisle cezalandırıldı. Hapis cezasını erteleyen mahkeme; polisler tarafından taciz edildiğini, karakolda psikolojik ve fiziki işkence gördüğünü söyleyen Köse’nin iddialarıyla ilgili ise herhangi bir işlem başlatmadı. Türk Ceza Kanunu’nun, “hayâsızca hareketler” suçunu düzenleyen 225. maddesinden yargılanıp ceza alan Köse’nin “hayasız” kıyafeti ise tayt ve uzun bir tişörtten ibaretti.
Haberlerin gazetelerde yer almasının ardından bir grup feminist kadın, Köse’ye destek için Galata Köprüsü üzerinde, “hayâsız” kıyafetlerle bir eylem düzenledi. Yapılan basın açıklamasında tek başına bir kadının tayt ve tişörtüyle balık tutmasının genel ahlakı rencide edip hapisle cezalandırma gerekçesi yapıldığı belirtilerek, “Biz kadınlar bu kararı protesto ediyoruz. Bizler kadınların bedenleri üzerinde erkeklerin, ailenin ve devletin denetimine karşı çıkıyoruz. Bedenimiz bizimdir” denildi. Basın açıklamasında, Taksim’deki kutlamalarda cinsel saldırı suçunu işleyen erkeklere yalnızca 50 YTL para cezası verildiğini vurgulayan kadınlar, “TCK 225. madde kadınlara karşı ayrımcılık içermektedir ve kaldırılmalıdır. Nerede ne giyeceğimizin yargı kararlarıyla belirlenmesine, kıyafetlerimiz üzerindeki sözlü ve yazılı her türlü kural ve denetime itirazımız var” dedi.

Topluma Deli Gömleği Giydirilmeye Çalışılıyor”

Basın açıklamasında vurgulandığı gibi aynı nedenle suçlanan erkek ve kadın sanıklara verilen çifte standartlı cezalarla bir kez daha tartışma konusu olan TCK’nin 225. maddesi ve benzer yasal düzenlemeler yapılması topluma deli gömleği giydirmeye benziyor. TCK’deki “hayâsızca hareketler” suçunu düzenleyen 225. maddenin hukuki olarak son derece tartışmalı olması nedeniyle, Köse davası daha uzun süre tartışılacak. Çünkü hayâ, edep, genel ahlak gibi kavramlar hukuk metinlerinde olmamalıdır. Bu kavramlar başta bekâret baskısı ve kadınların kılık kıyafetleri olmak üzere her yaştan her toplumsal kesimden kadının hayatının erkeklerin kontrol altında tutmak amacıyla kullandıkları maddelerdir.
Dolayısıyla alenen teşhircilik, hatta alenen cinsel ilişki maddelerinin bile Türk Ceza Kanunu’nda yer almaması gerekir. Bunlar davranış bozukluğu ya da psikolojik bozukluktan kaynaklanan davranışlarsa eğer, toplumu rahatsız edebilecek olan bu hareketlerin de teknik tanımları yapılmalı ve bu tür davranışları gösteren insanları da ceza yerine atmak yerine tedavileri için gerekli girişimlerde bulunulmalı. Onun dışındaki durumlar için, edep gibi, töre gibi, genel ahlak gibi, aile düzeni gibi kavramlarla ceza kanununda insanları hapse atacak düzenlemeler yaparsanız bu bütün bir topluma deli gömleği giydirmek olur. Nitekim bir kadının kimilerine göre gayet normal sayılan kimilerine göre ise rahatsız edici bir kıyafetle sokakta dolaşması bile hapse atılmasına neden olabilir. Dolayısıyla bu Türkiye’ deki kişi hak ve özgürlükleri adına önemsiz görülecek, es geçilecek bir dava değil, son derece kritik öneme sahip bir davadır.

Yanlış kanun yanlış yorum

Mevcut haliyle dahi yanlış yönlere çekilebilen kanunun eski hali çok daha yoruma açık ve hukuk metinlerinde yer verilemeyecek kadar sübjektif idi. Yasanın eski halinde yer alan, “Toplumun sahip olduğu ortak edep (ar ve haya) duygularının, edep törelerinin ihlali, incitilmesi ve her ne surette olursa olsun edep ve ahlak temizliğine alenen saldırı niteliği taşıyan hareketler, tutum ve davranışlar ve takınılan durumlar suç olarak tanımlanmıştır” denilen metine göre kadının vücudunun herhangi bir yerinin görünmesi dahi kanun önünde suç teşkil edebiliyordu. Son derece yoruma açık olan bu madde ile kadının eli saç teli gözü vs. gibi herhangi bir organının gözükmesi dahi suç kabul edilebilmekteydi ve yeni TCK’nin hazırlandığı sırada üzerinde ciddi tartışmalar döndü. Dönemin milletvekilleri ile Adalet Komisyonu arasında uzun süren tartışmalar sonunda Adalet Komisyonu tehlikeyi görebildiği için maddeyi değiştirdi.
Yasa değiştirilse de bu haliyle bile ucu açık bir şekilde yorumlanabildiği için Gülcan Köse mahkûm edildi. Yasa da, “Alenen cinsel ilişkide bulunan veya teşhircilik yapan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” deniyor. Teşhirciliğin tüm dünya üzerindeki hukuk metinlerinde anlaşılan ve kabul edilen şekli sadece cinsel organın gösterilmesi olarak tarif edilmiştir. Fakat bu yasa maddesi bizde kadına karşı ayrımcılık yapılmakta kullanılıyor. Eğer bu madde Köse’ ye uygulandığı şekliyle uygulanmaya kalkılsaydı bu sıcak yaz günüde Türkiye’de yaşayan erkeklerin üçte birinin hapis yatması gerekirdi.
Sokak defilelerinden tutun da plajda mayo bikiniyle dolaşmak bile suç kapsamına girerdi. Geçenlerde ünlü model Kate Moss ülkemize geldi ve sokakta içini gösteren transparan bir giysiyle dolaştı; o zaman o kadının da ceza alması gerekirdi. Eğer bu madde bu şekilde yorumlanırsa Türkiye’yi kapalı bir cezaevine çevirmek mümkün olurdu. Dolayısıyla Köse’ye verilen hapis kararı da son derece yanlış bir yorumla verilmiş bir karardır ve Yargıtay’dan döneceğini düşünüyorum.

Toplumsal baskı aracı

Yanlış ve kadınların aleyhine yorumlanan 225. madde hiçbir güvenlik görevlisine, hiçbir ahlak zabıtasına, hiçbir erkeğe kısacası hiç kimseye içi görünüyor diye bir kadının ceza almasını isteme hakkını vermez. Olayın geneline baktığımızda meselenin sadece kılık kıyafetten ibaret olmadığını da görüyoruz. Kılık kıyafete müdahale demek insanların kendi görünüşleri, kendi hayatları, kendi kişiliklerine müdahale demektir. Öyle ki genel ahlaka aykırı maddelerin TCK’ye girip giremeyeceği tartışılırken Bursa’da ya da Karadeniz’de birçok kentte kendini ahlak bekçisi zanneden belediye zabıtaları ya da emniyet görevlileri sokakta el ele dolaşan çiftleri bile taciz etmeye başlamışlardı ki; bu çiftlerin arasında evli olanlar da vardı.
Mesela 2002 yılında Trabzon’da, “Haya Edep ve Ahlaka Aykırı Müstehcen Kadın Kıyafetlerinin Meni’ i Cemiyeti” adı altında kurulan bir derneğin beyannamesinde, “Göğüsler iki balon, kalçalar iki balon ve ön ve arka yarıklar ile bütün vücut hatları gerilmiş, göbek ve bel derileri açık. Bir kadının yatak odasından başka yerde saklayacağı bu cinsi uzuvları teşhir meta olmuş. Karısına kızına yan bakanlara kurşunu reva gören Türk insanı, bu felaketi nasıl hazmedip seyretmektedir?” yazabiliyordu.
Aynı derneğin başkanı olan avukat Ali Kemal Bayraktar, 28 Aralık 2005 tarihinde Trabzon Valiliğine başvuruda bulunarak devlet dairelerinde çalışan bazı kadın memurların kılık kıyafet kararnamesine uymadığını iddia edip konuyla ilgili inceleme başlatılmasını isteyebilmiştir. Trabzon Valiliği de “müstehcen kıyafet giyen kadın memur olup olmadığının araştırılması” için kamu kurum ve kuruluşlarına yazı gönderebilmiştir.

Birey olma hakkını tehdit

Bu örneklerden kılık kıyafete yapılan müdahalenin, aslında kural koyucuların topluma gönderdikleri bir baskı mesajı olduğun söylemek mümkün. Bu ve benzeri yasalarla topluma, ‘Bizim istediğimiz şekilde giyinmeyen herkese müdahale etme hakkına sahipsiniz’ mesajı veriliyor. İnsanların kendilerini kılık kıyafet ya da makyajlarıyla ifade etme biçimleri düşünce özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olup bu hakka saldırmak demek, bu nedenle insanları hapis cezasıyla tehdit etmek demek insanların var olan tüm haklarını başlı başına birey olma hakkını tehdit etmek demektir. Bireyleri kışlalarda yaşatır gibi devlet otoritesi ve sopası altında hizaya sokmak üniformalı bir hayat girişimlerinin tipik bir göstergesidir. Köse davası üzerinden de düşünerek kendimize, ‘Biz bu toplumu nereye götürmek istiyoruz? Nasıl bir toplumsal yaşam modeli istiyoruz?’ diye sormak gerekiyor.

Yorumu yere, zamana, zemine, yargıca, yargıcın cinsiyet ve dünya görüşüne göre değiştiği, erkeklerden çok kadınların aleyhine işletilen TCK 225. madde, yapılan değişikliklerle Haziran 2006’da yürürlüğe girdi. Adalet Bakanlığı’nın internet sitesinde yayınladığı istatistiklerde, yalnızca 225. maddeyle ilgili bir veri bulunmuyor. Ancak 2006 içinde yapılan yargılamalarda, bu maddenin de içinde yer aldığı “Genel Ahlaka Karşı Suçlar”a dair 5 bin 983 davanın görüldüğü, bunların 4 bin 88’inde mahkûmiyet kararı verildiği, 9 bin 128 sanığın yargılandığı bilgisi istatistiklerde yer alıyor.

“Bir toplumsal baskı aracı olarak 225. madde” üzerine bir yorum

Yorumlar kapalı.