Barış Aydın
Kurucu elitin 85 yıllık iktidarının tehlikeye girdiği, yerleşik iktidar ilişkilerinin çözünmeye başladığı bilgisi, bugün neredeyse herkesin malumu haline geldi. Şimdiye kadar rejimin çeperinde mütereddit bir muhalefet yürüten, yer yer hükümet etme yetkisi de kazanan geniş kitleler, artık iktidarın tümüne, bütün unsurlarıyla talip oldu. Bundan kaynaklanan elenseleşmeler, güç gösterileri ve rakibine gözdağı vermeler şimdilerdeki siyasi gündemimizi meşgul eden vakalar.
Özellikle 1960 askeri darbesi sonrasında kurumsallaşan ikili iktidar yapısının gölgesinde şimdiye kadar gemisini yürütebilen Türkiye, artık bunun mümkün olmadığı bir tarihsel evreye geldi. İktidar partisi ve ülkenin en büyük azınlığının meşru siyasal temsilcisi olan siyasi partiye açılan kapatma davalarının yanısıra, “Atatürk devrimlerinin toplumda bir travmaya yol açtığı” gibi açıklamalar gösteriyor ki, artık kılıçlar çekilmiştir. Aslına bakılırsa, ülkedeki kısır siyaset etme biçimlerinin ıslahı için bu türden bir hesaplaşma da gerekli.
Cumhuriyet’in 85 yıllık tarihi üzerine eleştirel değerlendirilmelerin sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek denli kıttır. Bu netameli tarihsel sürece dönük soğukkanlı çıkarımlarda bulunmanın önü, kendini rejimin asli sahibi ve bekçisi ilan edenlerce neredeyse istikrarlı bir dirençle kesilmiş ve bu türden çabalar Cumhuriyet’in ve dolayısıyla Türkiye Devleti’nin manevi şahsiyetine yapılan “menfur saldırı”lar olarak addedilmiştir. Halen bile Cumhuriyet’in hilafına söz söylemek ciddi bir cesareti ve baskılara göğüs germe iradesini gerektiriyor. Öte yandan eleştirel tavırların hepsi, aralarında herhangi bir kategorik ayrım yapılmaksızın, kendini çağdaşlığa özgülemiş cumhuriyetperverler tarafından irticacılık olarak yaftalanıyor.
Bugüne kadar yazdığı turizm ve otel rehberleriyle ve Şirince’deki pansiyonlarıyla tanınan Sevan Nişanyan yayın alemi açısından Etimoloji Sözlüğü ve Karl Marx’ın abidevi eseri Grundrisse’nin çevirmeni olarak biliniyordu. Nişanyan, esas itibariyle 1994’te yazmış olduğu ve geçen yıl kendi imkanlarıyla yayınladığı Yanlış Cumhuriyet, Atatürk ve Kemalizm Üzerine 51 Soru başlıklı kitabında, Cumhuriyet tarihine yönelik hayli spektaküler sorular üzerinden alternatif bir yaklaşım geliştirmeye çalışıyor. Yazarın kendi imkanlarıyla yayınladığı dönemde daha çok kapalı devre bir kesim tarafından tartışılan kitap, bugün Kırmızı Yayınları tarafından önceki baskısına nazaran neredeyse hiçbir değişikliğe uğramadan basıldı.
Kitapta temel olarak Cumhuriyet’in ezeli ve ebedi öteki haline getirdiği Osmanlı’nın aslında Cumhuriyet’i de aşan bir modernlik ve Batıcılık timsali olduğu iddiasında olan Nişanyan, bu iddialarını desteklerken yer yer zorlama bağlantılara girmekten de çekinmiyor. Bugüne kadar terazinin bir tarafına çokça basılmış olmasının hıncını, hışımla diğer tarafa basmakla gidermeye çalışan yazar bu uğurda, saltanat güzellemesine bile giriyor. Batı tipi bir rejimin ve kültürün tesisi sürecinde Cumhuriyet’in, bırakın ilerlemeyi, ciddi bir gerilemeye işaret ettiğini ve Osmanlı’nın Tanzimat’taki çizgisini dahi sürdürmekten aciz kaldığını da vurgulamaktan geri durmuyor.
Eldeki veriler ekseninde Cumhuriyet’in ekonomik “mucizeleri”; muazzam tam bağımsızlıkçı kalkınma stratejileri; kadınlara sağladığı, dönem Avrupa’sını da aşan, hak ve özgürlükler; demokrasi ile ekonomik gelişme arasında olduğu iddia edilen ilişki gibi artık enikonu standart Cumhuriyet güzellemeleri haline gelmiş ezberlerin ciddi bir yeniden değerlendirmesini de yapıyor Nişanyan.
Özellikle demokrasi ve ekonomik gelişme arasındaki ilişki ekseninde memleketin bu ekonomik düzeyde demokratik bir yönetime hazır olmadığı yargısının, dönemin benzer ekonomik düzeydeki ülkeleri Yunanistan, Bulgaristan vb. örnekler üzerinden çarpıcı bir eleştirisini yapıp, bu türden bir genellemeye gidilemeyeceğini vurguluyor. Ayrıca, kadınlara yönelik düzenlemenin demokratik kurumların yerleştirilmediği bir toplumda hiçbir anlam ifade etmeyeceğini belirtmesi de bir diğer çarpıcı değerlendirme olarak göze çarpıyor.
Aslına bakarsanız, bizim açımızdan yazarın en dikkate değer vurgusu, 1923-45 arası tek parti yönetiminin, dönemin siyasal rejimlerinden örneklerle tipik bir faşim olarak nitelenmesi gerektiği yönündeki yaklaşımıdır. Tek parti yönetimi, mutlak iktidara sahip bir ulusal lider ve muhalefete yönelik hayli sert önlemlerde örneklerini bulabileceğimiz bir siyasal arenanın tanımı, dünya siyaset literatürü bakımından tartışmasız bir biçimde faşizmdir. Bugüne kadar bu iddia bu açıklıkta dillendirilmemişti. Nişanyan bu yaklaşımını destekleyici bir dizi örneğe kitabın giriş bölümünde yer veriyor.
Bütün bunlara karşın gayet çarpıcı sorular ekseninde ilerleyen kitabın ciddi bir editoryal müdahaleye gerek duyduğu aşikar. Hayli çaplı meselelere dair kıymetli sorular ortaya atmasına karşın iddialarına temel teşkil edecek kaynakların kıtlığı kitapta göze çarpan en ciddi eksiklik. Bu türden sıkıntıların giderilmeyişi kitabı, cumhuriyetperverlere karşı, sol/liberallere yönelik bir tür blöfçünün rehberi olmaktan öteye götüremiyor.
Ayrıca, Batı kültürüne ve Batıya karşı tartışmasız ve gönülden yandaş tavrı Nişanyan’ı, Cumhuriyet’in İslamcı eleştirmenlerinden farklı kılsa da, Batı medeniyetinin açmazlarını görmezden gelmesine yol açan körleşmeyi de beraberinde getiriyor. Nişanyan’ın “Şark zihniyeti”, “Şark dalkavukluğu” gibi oryantalizm kokan ve Batı akılcılığı ve evrenselliğini, alternatifleri “barbarizm” olarak addedecek denli öven ifadeleri bu yaklaşımının tipik tezahürleri olarak okunabilir.
Sonuç olarak, Nişanyan’ın çabası alternatif bir yaklaşımın gerekliliği ekseninde kıymetli olsa da, spektaküler olma adına karşıtının söylemine benzer bir dili ve üslubu cisimlemesi bakımından da sıkıntılı.