Eto’o Özbekistan’da, Fenerbahçe’ye göz kırpıyor.

Samuel Eto’nun 11 yıllık İspanya kariyeri, Barcelona’nın onu satış listesine koymasıyla sona ermiş görünüyor. Dünyanın hala en pahalı futbolcuları arasında yer alan Kamerunlunun peşinde 10’a yakın kulüp var. Bu kulüplerin arasında Fenerbahçe ve bugün itibariyle de Beşiktaş’ın ismi geçiyor. “Çalışan kazanır” felsefesiyle hareket ettiğini söyleyen Samuel Eto’o, 1981’de Kamerun’da doğdu. Topla olağanüstü hızlı hareket edebilen … Devamını oku

Rafael Nadal

Anıl Kiper Pek çok insanın (ve elbette sponsoru Nike’ın) andığı ismiyle Rafa’nın futbola sırt çevirip tenise devam edeceğini sanırım kimse tahmin dahi edemezdi o yıllarda. Amcası, Barcelonalı futbolcu Miguel Ángel Nadal’a özenip hırsla sarıldığı futboldan uzaklaşıp büyük amcası ve koçu Toni Nadal’ın ısrarı ve çabaları sonunda başladı tenise. 12 yaş altı turnuvada kazandığı İspanya şampiyonluğu, … Devamını oku

Nihat Kahveci: “Yorumculara kulak asmayın”

Yıldızlardan herhangi birinin üzerinde çok önceden yazıyor muydu bilinmez: “Nihat Kahveci adındaki çocuk günlerden bir gün başarılı bir futbolcu olacak. Top ayağına değdiği anda, milyonlarca insanın kalbindeki şapka beş kere uçup üç kere konacak.”

İşçi bir babanın altı çocuğundan ortancası olarak İstanbul Esenler’de henüz top değil ama hayat-memat meseleleri peşinde koşarken o da bilmiyormuş. Beşiktaş’ta oynayacağını (1997), İspanya’nın Real Sociedad takımına 5 milyon Euro’ya transfer edileceğini (2001), Milli Takım’la dünya üçüncülüğü yaşayacağını (2002), İspanya’da yılın futbolcusu seçileceğini (2004), Villarreal CF ile La Liga ikinciliği yaşayacağını (2008) ve takımın en çok gol atan futbolcusu olacağını vesaire.

Zaten futbola da 16 yaşında başlamış.

Şans mı? Kader mi? Çok çalışmak mı? Zapturapt bir hayat mı? Fırsatları iyi görebilmek mi?
Ona göre, hepsini al ve koy bir sepete. Çünkü yetenek bile tek başına beş para etmiyor bu devirde.

Valencia’nın 170 bin nüfuslu Castellon kentinde “Hey Amigo!….”, şeklinde başlıyor cümlelerine. Gerisi tıkır tıkır geliyor. Sanki 1978 Giresun doğumlu değil de, 42 yıllık İspanyol gibi. Aksansız. Bukalemun gibi araziye uyum sağlamış.

Amigo’nun kim olduğu duruma göre değişiyor. Paella servisi yapan garson, “Sen bir numarasın” diye omzuna vuran manav, bankta öpüşmelerine ara verip “İki değil de lütfen üç gol at” diye ricada bulunan sevgililer… Hepsiyle tek tek durup konuşuyor. O maçta topun neden öyle değil de böyle gittiğini anlatmaya gocunmuyor.

Güneşi aynı güneş. Denizi aynı deniz. İşte bildiğin Akdeniz. Burada top oynamaya da, yaşamaya da bayılıyor. Mümkünse jübilesini de İspanya’da yapmak istiyor. “Tabii kader belli olmaz ama” Türkiye’ye dönmeye hiç mi hiç niyeti yok. Castellon’u Çeşme’nin sezon dışı boş hallerine benzetiyor. Artık İstanbul’un kendisine olmasa da trafiğine, kalabalığına ve kaotik ortamına tatillerde bile zor dayanıyor. Yeni doğan kızı Selin’i burada büyütmek istiyor.

Katlana katlana arka cebe sığan şemsiye gibi. Derli toplu kompakt bir hayat.

Evi Castellon’da, 2006’dan beri oynadığı Villarreal takımına adını veren kasabayla arası, arabayla 15 dakika uzaklıkta. Arabası Porsche marka. Güzel araba kullanmak ikinci hobisi. Birincisi zaten mesleği.

Vila-real:
50 bin nüfuslu.
Stadyumu Elmadrigal, 22 bin kişilik.
17 bini kombine.

Maçlarda stadyum tıka basa doluyormuş. Vila real kasabasındaki hırsızlara işte en çok bugünlerde iş düşüyormuş. Çünkü hesap, iki kere ikinin ne ettiği kadar ortada. Maç günleri kasabanın yarısı stadyumda olunca, hırsızlar hangi eve gireceklerini şaşırıyormuş. Tabii onların bile aklı o sırada aslında işlerinde değil, maçta oluyormuş.

İspanyol taraftarlar küfür etmezmiş. Ama sloganları Beşiktaşlıların yaratıcılığının yanından bile geçemezmiş. Zaten Beşiktaş formasıyla çıktığı o ilk resmi karşılaşmadan (9 Kasım 1997, Bursaspor maçı) önce babasına şöyle bir laf etmiş: “Baba be, istersen bu maça sen hiç gelme… Annemle ilgili çok kötü şeyler duyabilirsin. Sinirin falan bozulur, kaldıramayabilirsin.”

Babası o gün oğlunun sözünü dinlememiş. Ama bir daha da hiçbir maçına gitmemiş.

Elmadrigal’deki maçlarına bazen karısı bile geliyormuş. Karısının bu hayattaki önemi çok büyük. Aslında ilk zamanlarında çok zorlanmış İspanya’da. Neyse ki sevgilisi Pınar’la evlenip onu da İspanya’ya getirdikten sonra ortalıkta çiçekler açmış. Bambaşka bir memlekette hayata uyum sağlaması (toplamda 6 yıl) Pınar sayesinde olmuş.

İspanya’da taraftarın da, spor basını ve yorumcunun da akıl, mantık çerçevesinden çıkmıyor olmasını takdir ediyor. Çünkü burada hiçbir futbolcu anlık heyecanlarla bulutların tepesine, hop oradan yerin dibine sokulup çıkarılmıyor, özel hayatı didik didik edilmiyormuş. Yıldız adayı futbolculara da bir tavsiyesi var:

“Türkiye’de bilen bilmeyen herkes ‘Tabii aralarında işlerini çok iyi yapanlar da var’ futbol yorumcusu. Tavsiyem fazla televizyon seyretmemeleri, söylenenlere kulak asıp, strese girmemeleri. Ama tabii hangi kanalı açsan 50 tane spor programı var. Bir futbolcu bir maçta zaten iyi mi kötü mü oynadığını bilir. Ben yorumcu olsaydım, ‘Şu, bugün kötü oynadı. Çünkü geçen gün diskoya gitti’ diye konuşmazdım.”

Takımdaki en iyi arkadaşı Robert Pires’miş. Ama zaten idmanlar, deplasmanlar derken karısından bile çok onu gördüğü için dışarıda öyle pek buluşmazlarmış. Maçlardan 45 dakika önce diğer futbolcular gibi soyunma odasında oluyormuş. Burada son ses müzik dinlerler, şakalaşıp eğlenirlermiş. Sonra zamanı geldiğinde dua edip sahaya mutlaka sağ ayağıyla adım atarmış.

İşte binlerce gözün üzerinde olduğu ve artık zamanın durduğu an. Milyonlarca kişi tanıyor olsa da netice de o da bir insan. Ve onun da bir sinir sistemi var. O koca sahaya ilk çıktığında dizleri tir tir titrermiş. Ama maç başlar başlamaz, bütün dünya küçülür, küçülür futbol topuna dönermiş.

İyi oynarsa birileri üzülüp, birileri sevinecek. Düzen böyle gelmiş, hep böyle gidecek. Ve eğer gol atarsa, her zaman yaptığı gibi sol elinin yüzük parmağını öpecek. Sonra da karısına gönderecek.

Nihat Kahveci ile yaptığımız söyleşinin videosunu izlemek için resmin altındaki kamera ikonuna tıklayın


Nihat Kahveci

1979 İstanbul doğumlu Nihat KAHVECİ, Beşiktaş’ın altyapısında yetişmiş ve 1997/1998 sezonunda dönemin Beşiktaş teknik direktörü John Benjamin Toshack tarafından A takıma alınmıştı. Beşiktaş’ta dört sezon oynayan ve 65 gol atan Nihat Kahveci 2002’de, Toshack’ın çalıştırdığı İspanya’nın Real Sociedad takımına, 5 milyon avro bonservis bedeliyle transfer edildi. Beşiktaş taraftarı, takımın yükselen yıldızının yüksek bir bedelle de olsa gönderilmesini hiçbir zaman kabullenmedi.

Nihat, İspanya’daki ilk sezonunda takımın sürekli oyuncusu olamadı. Ancak ikinci sezonu 2002/2003’te Sırp Forvet Darko Kovaçeviç ile büyük bir uyum gösterdi ve La Liga’nın düşük bütçeli takımlarından Sociedad’ı şampiyonluk potasına soktu. Milli futbolcu o sezon lig maçlarında 23 gol attı. Ancak takımı Sociedad şampiyonluğu, sezon bitimine iki hafta kala Real Madrid’e kaptırdı. Nihat Kahveci, 2003/2004 sezonunda da çıkışını sürdürdü ve 16 gol attığı bu sezonda İspanya’da yılın futbolcusu seçildi.

2004/2005 sezonunun ortasında sakatlanan Nihat, o ana kadar İspanya’da oynadığı üç sezonda Real Madrid’in Brezilyalısı Ronaldo ile birlikte La Liga’nın, 50’nin üzerinde gol atan iki futbolcusundan biri oldu.

Nihat, 2006’da İspanya’nın Villareal takımına transfer oldu ancak ligin henüz başında sakatlanarak sezon boyunca sahalardan uzak kaldı. Nihat’ın dönüşüyle Villareal, tekrar iddialı duruma geldi ve 2007/2008 sezonunda Real Madrid’in arkasından ikinci oldu. Villareal, bu performansıyla bile lig üçüncüsü Barcelona’nın 10 puan üzerinde yer aldı.

2000 yılında ilk kez oynadığı Türk Milli Takımı’nın kaptanı ve değişmez oyuncusu olan Nihat Kahveci, ulusal takım formasıyla 17 gole imza attı.

Villereal bonservis ödemeden aldığı Nihat’ı tekliflere karşı ısrarla satmayacaklarını söylüyor.

(Derleyen: Eren Bircan)

Bilge Egemen



 

“Ayağım kopsa bile oynamak istiyorum”

Gökhan Tan A Milli Futbol Takımı’nın, Almanya ile oynanacak yarı final karşılaşması öncesinde, kulübede oturacak futbolcusu bile kalmadığını yazmıştık iki gün önce. Haberin alt başlığında şu ifade yer alıyordu: “…bu kez sadece son dakikalarda değil, maç öncesinde de mucize gerekiyor. ‘Ayağı kopsa da oynayacak’ futbolcuların sahaya çıkabilmesi gibi.” Yarı finale mucizevi şekilde ulaşan milli takımın … Devamını oku

Rusya Hollanda’yı eledi ama…

Gökhan Tan Futbolun en önemli turnuvaları Dünya ve Avrupa şampiyonaları her seferinde, ferken favorilerin elenmesine sahne olur. Dün gece bu maçlardan birine daha tanık olduk. Grup maçlarında, “ölüm grubu”nun tüm takımlarını (Romanya, İtalya ve Fransa) farklı mağlup eden ve bu nedenle turnuvanın en büyük favorisi olarak gösterilen Hollanda, çeyrek finale güçlükle çıkan Rusya tarafından kupa … Devamını oku

Seni seven ölsün

Gökhan Tan “Seni sevmeyen ölsün.” 1980’lerin akılda kalan şarkılarından biriydi. Şarkıyı ilk kez, bugün ismini bile zor hatırladığımız Tüdanya söylemişti. Çok geçmeden İbrahim Tatlıses tarafından seslendirildi ve şöhreti ülke sınırlarını aştı. Şarkı, tribünlerin unutulmaz tezahüratlarından birine de ilham verdi. Şöyle deniyordu: Tribünlerde coşacaksın/ Kupaları alacaksın/ Sen şampiyon olacaksın/Seni sevmeyen ölsün Tezahüratın patenti, Ali Sami Yen … Devamını oku

Euro 2008’den fanatik manzaralar…

Medyakronik Futbol deyince hep sahada oraya buraya koşuşturup duran yirmi küsur adam gelir. Ama aslında bu yirmi küsur adamın orada koşuşturmasına neden olan elbette onları izleyen onbinlerce kişidir çoğu zaman. İşte “taraftar” denilen bu insanlar sevgiyi, hırsı, gururu, keyfi, eğlenceyi ve tabii ki parayı yeşil sahalara taşır. Çünkü dedikleri gibi “futbol asla sadece futbol değildir” … Devamını oku

Arda Turan

Hıncal Uluç, Arda’yı Portekiz maçının ilk 11’ine almayan Fatih Terim’i eleştirirken şöyle demişti: “Elinde Arda gibi birisi varsa, önce onu alırsın. Yanına da 10 kişi koyarsın…” Rıdvan Dilmen de Çek Cumhuriyeti maçından sonra “Arda ve arkadaşları” dedi ısrarla. Bence de doğru bu eleştiriler, fakat bir yandan da, onun sahip olduğu “futbol neşesi”nin “büyük futbolcu” vurgusunun … Devamını oku

Ya kaybetseydik?

Volkan Ağır Fatih Terim basını toplantıya, azarlamak için davet etmiş gibi görünüyordu. Geriden gelip, biraz da şansla, iki maç kazanmış olan tek takım olmanın gururuyla, “Mucizeler zaman alır” manşetini attı önce. Ardından da sanki bunu gerçekten bilinçli yapıyormuş gibi, “İşinizi biraz zora sokuyoruz, yazılarınızı son 15 dakika yırtmak zorunda kalıyorsunuz ” diyerek zaman zaman kendisini … Devamını oku

Balçık skorla sıvanmaz

Mustafa Alp Dağıstanlı demiş. “Portekiz maçında da kötü oynamadığımızı düşünüyorum” gibi laflar da etmiş; o şişik ego balonu yüzünden mazur görüyorum. Durum, tam da onun dediği gibi, ama tersinden: Skor olarak önde tamamladığı için o da, başka birçok insan da Türk milli takımının iyi bir yerde olduğunu sanıyor. Halbuki, Çek maçı pekâlâ büyük bir hezimetle … Devamını oku