Cihan yahut adalet

Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül’e (24) “Puşi davası” olarak da bilinen davada 11 yıl 3 ay hüküm verilmesi, İstiklal Caddesi’nde gerçekleşen geniş katılımlı yürüyüş eylemiyle protesto edildi.

Kırmızıgül, 20 Şubat 2010’da İstanbul Çağlayan’da boş bir markete düzenlenen molotof kokteyli saldırısına katıldığı gerekçesiyle, bir durakta otobüs beklerken gözaltına alınmış, delil yetersizliği ve polislerin çelişkili ifadelerine rağmen tutuklanmıştı. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 25 ay tutuklu devam eden yargılasımanın ardından 23 Mart’ta alınan ara kararla tahliye edilmişti. 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin hükmü, Yargıtay’a intikal edecek.

İstiklal Caddesi’nde kararı protesto edenler, HaberVs mikrofonlarına konuştu. Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Mehmet Karlı karar için “Yargı Cihan Kırmızıgül’le değil hukukla, insan haklarıyla ve adaletle dalga geçti” diyordu.

 

Cüneyt Türel'in alkışları

Bir süredir kanser tedavisi gören ve 1 Mayıs sabahı saatlerinde Amerikan Hastanesi'nde hayatını kaybeden Cüneyt Türel (70)  için, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde, hayat arkadaşı Tilbe Saran, kızı Elif Türel, eski eşi Nükhet Turhan Türel, ağabeyi Metin Türel, yakınları ve sanatçı dostlarının katılımıyla uğurlama töreni düzenlendi.

Uğurlama töreninde Cüneyt Türel'in cenazesinin bulunduğu Türk bayrağına sarılı tabut, alkışlar eşliğinde sahneye yerleştirildi. Tilbe Saran, Türel'in cenazesinin bulunduğu tabutun üzerine sarı güller bıraktı. Saygı duruşunda bulunulmasının ardından, öğrencisi Yeşim Koçak, Türel'in “hiç sönmeyecek mumunu” gözyaşları içinde sahneye getirdi. Törende daha sonra Türel'in özgeçmişi okundu.

İstanbul Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Hilmi Zafer Şahin burada yaptığı konuşmada, “Cüneyt Türel, bilge ve yalın yanıyla, önemli bir tiyatro insanıydı. Oyunculuğu ve sesiyle sahnelerimizi, sinemayı ve televizyonu anlamlı ve değerli kılan ünlü bir ustamızdı. Şehir Tiyatroları'ndaki yeri unutulmaz. Yeni yolu ışıkla ve alkışla dolsun” diye konuştu.

Cüneyt Türel'in kızı Elif Türel de ailesi adına yaptığı konuşmada, babasıyla doğum gününün aynı olduğunu dile getirerek, “Ben ona 42'nci yaş hediyesiymişim. Aslında o bana bir hediyeydi. Babam kadar iyi Türkçe konuşan birinin kızı olarak, iki kelimeyi bir araya getiremeyeceğim ama o kadar çok şey söylemek istiyorum ki. Babamı benim kelimelerimden dinleyin istiyorum. Ama kelimeler şu an bana ihanet ediyor. Onlar da benim gibi yetim kaldılar” diye konuştu.

Babasının son konuşmasında “Uzun bir yolculuğa çıkıyorum” dediğini anlatan Elif Türel, “Onu benimle birlikte bu sahneden yolcu ettiğiniz için teşekkür ederim” dedi.

Tilbe Saran da, Cüneyt Türel ile ilgili duygu ve düşüncelerini dile getirerek, “Çehov'un mektuplarından taşan aşk gibi bizimki de tiyatro ipliğiyle örülüydü. Bana güzel anılar bıraktın ama yüreğim şimdi ıssız kaldı. Şimdi sana
ebediyete götürmen için son çalıştığımız oyunun metnini bırakıyorum” dedi.

Saran, daha sonra oyunun metnini Cüneyt Türel'in tabutunun üzerine bıraktı.

“Hoşçakal güzel oğlum”

Tiyatro sanatçısı Yıldız Kenter de, Cüneyt Türel'in hayatını kaybettiğini ancak yüreklerde, zihinlerde ve anılarda yaşayacağını ifade etti. “Cüneyt, tanıdığım en beyefendi tiyatroculardan biriydi. Kendine özgü, çok zarif bir insandı. İnsan üzülüyor, inanamıyor. Göz göre göre öldüğüne inanamıyor. Ama tabi Cüneyt tiyatro için, onu sevenler için ölmedi. Aramızda yaşıyor, yaşayacak” diye konuşan Kenter, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Tek gerçek ölüm ve ben o gerçeğe inanamıyorum, inanmak istemiyorum herhalde. Düşünüyorum; Tilbe'm ne yapacak? Tabii ki tiyatrosu, Cüneyt ile olan anıları, oyunculuğu ve temelde sanat, her zaman olduğu gibi onu hep ayakta, dimdik, aşkla yaşatacak. Cüneyt'e buradan sesleniyorum; onun şimdi aklı Tilbe'de kalmıştır. Merak etme diyorum. Senden önce biz sahiptik ona, yine sahip çıkacağız. Senin yerini hiç bir zaman dolduramayacağız ama Tilbe'ye hepimiz sahip çıkacağız. Onu bağrımıza basacağız. Tilbe'n bize emanettir. Güzel oğlum, senin için söylenecek olan en güzel şeyleri söyledi dostların, arkadaşların. Ben seni hasretle anacağım, şu an sana sarılıyorum, sımsıkı kucaklıyorum. Hoşçakal güzel oğlum, yakında buluşmak üzere.”

Dekoratör Yönetmen Metin Deniz de, 51 yıllık dost olduklarını anlatarak, dostluklarının sadece tiyatroyla kalmadığını ancak gergin ve tatlı günlerin sebebinin hep tiyatro olduğunu ifade etti.

Son günlerde İstanbul Şehir Tiyatroları'na yapılan saldırılardan Cüneyt Türel'in haberinin olmamasının çok iyi olduğunu belirten Deniz, “Yoksa yatağında kalır gitmezdi. O hırsıyla kalırdı. Son konuşmamızda sahneleyeceği oyundan söz etti. Provalara yatağından kalkıp geliyordu. Yatağından kalkıp gelen adam gibi değildi. Canavar kesiliyordu sahnede. Her şey çok iyi gidiyordu ama yetişemedi” dedi.

Oyun ve senaryo yazarı, yönetmen Başar Sabuncu da, dostluklarının 52. yılında Cüneyt Türel ile bir kez daha aynı sahnede olduklarını dile getirerek, “Sen bizi terk etmiyorsun. Ülkemizde yurduna ve tiyatrona reva görülen baskılara daha fazla dayanamayarak, güzel atına atladığın gibi çirkin dünyamızdan çok uzaklara gittin. Ama sarışın yakışıklılığının, duyarlı sesinin titreşimlerini hep omuz başımızda hissediyoruz” şeklinde duygularını dile getirdi.

Sanatçı Gülriz Sururi de, “1 Mayıs'ta bırakıp gittin bizi. Neden o günü seçtin bilinmez. Seçkin bir aydın, sorumlu bir vatandaş ve çok değerli bir tiyatrocu olmayı başardın. Şehir Tiyatroları'nda büyük emeğin var. Dostluğumuz ilk günden başlayarak devam etti” diye konuştu.

Şiirle veda

Oyun yazarı, şair ve eleştirmen Turan Oflazoğlu da, Türel için kaleme aldığı “Billur sesli dereler gibi hep denize aktın/Aynı dünyayı paylaştık ama sen erken bıraktın/Seni sevenler bilmek istiyorlar Cüneyt söyle/Sönmez ateşi
acaba hangi dorukta yaktın” dizelerini okudu.

Konuşmaların ardından ailesi, yakınları, Mustafa Alabora, Gülriz Sururi, Bekir Aksoy, Bennu Yıldırımlar, Tülin Oral, Melis Birkan, Güler Ökten, Hazım Körmükçü'nün de aralarında bulunduğu tiyatro ve sinema dünyasından çok sayıda seveni Türel ile vedalaştı.

Daha sonra Cüneyt Türel'in cenazesi, Teşvikiye Camisi'ne getirildi. Türel'in cenazesinin bulunduğu Türk bayrağına sarılı tabutunun üzerine, sarı-siyah renklerde kurdele bağlandığı görüldü. Teşvikiye Camisi'ndeki cenaze töreni öncesinde Türel'in kızı Elif Türel ile hayat arkadaşı, oyuncu Tilbe Saran taziyeleri kabul etti.

Türel'in cenazesi, öğle vakti kılınan cenaze namazının ardından omuzlara alınarak, alkışlar eşliğinde cenaze arabasına taşındı. Türel, Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi.

Haber: cnnturk.com
Video: Gökhan Tan

Cüneyt Türel

İstanbul'da 1942 yılında dünyaya gelen Türel, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nden mezun oldu. Tiyatroya Yeşil Sahne ve Gençlik Tiyatrosu'nda başlayan Türel, aynı dönemde İstanbul Üniversitesi Türk Talebe Birliği Gençlik Tiyatrosu'na katıldı. Türel, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nden mezun olduktan sonra, 1962 yılında Gülriz Sururi – Engin Cezzar Tiyatrosu'nda profesyonel oldu. Türel, daha sonra Lale Oraloğlu Tiyatrosu'nda çalıştı. Cüneyt Türel, 1965 yılında “Cimri” oyunu ile 30 yıl boyunca çalışacağı Şehir Tiyatroları'na geçti. 1995 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları'ndan ayrılan ve Tiyatro İstanbul bünyesinde bir sezon “Sanat” adlı oyunu oynayan Türel, 1975 yılında Ajda Pekkan'ın “Palavra palavra” şarkısına düet yaptı. 1995 yılında Işıl Kasapoğlu ve Tilbe Saran ile birlikte Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu'nu kuran Türel, 2007 yılına kadar bu tiyatronun tüm oyunlarında oynadı. Türel, 1979 yılından bu yana çeşitli sinema, televizyon ve seslendirme çalışmaları da yaptı.

'En pis nehir Ergene!'

Bugün başlayan İşçi Filmleri Festivali kapsamında 6 Mayıs Pazar günü Beyoğlu Yeşilçam Sineması’nda ilk kez gösterilecek Gündöndü belgeseli, Trakya’da Ergene Nehri ve çevresinde yaşanan kirlenmeyi anlatıyor. Fransa'nın Marsilya kentinde 12-17 Mart tarihlerinde yapılan 6’ncı Dünya Su Forumu’na alternatif olarak toplanan forumun son gününde gösterilen belgesel, çarpıcı görüntüleriyle izleyenleri öylesine etkiledi ki, filmin sona ermesine rağmen salon uzun bir sessizliğe gömüldü. Yapımcılığını ve yönetmenliğini Ergene İnisiyatifi gönüllüsü Nejla Demirci'nin yaptığı Gündöndü belgeseli Türkiye’deki ilk gösteriminden sonra kendinden epey söz ettirecek gibi görünüyor. Önümüzdeki Pazar günü yapılacak gösterimin ardından izleyenlerle bir söyleşi gerçekleştirecek olan Demirci, gösterim öncesinde HaberVs’nin sorularını yanıtladı. 

HaberVs: Film Fransa’da çok ses getirdi fakat henüz Türkiye’de gösterilmedi. Gündöndü filmi nasıl hayata geçti?

Demirci: Aslında sinema ile ilgili hiç bir bilgim yok. 3 yıl önce küresel ısınmaya karşı 350 eylemi yapılmıştı. Daha sonrasında bu eylemin bir benzeri Edirne Uzunköprü’de yapıldı ve oraya gelen ekolojiyi savunan bir otobüs insan nehri görünce şok oldu. Ben ise o köprüyü gördükten sonra çok etkilendim. 17 yıl Trakya bölgesinde yaşadım ve o köprünün altından aslında o köprünün bile hiç hak etmediği bir su geçtiğine inandım. Bir anlamda Ergene beni içine aldı.

Biraz o bölgeden bahseder misiniz? Çekimler sırasında neler yaşadınız?

Ergene 283 kilometrelik bir nehir. Su geçtiği yere tam anlamıyla hayat götürüyor. İnsanlar suyun etrafına yerleşmiş durumda. Bütün tarımsal faaliyetler nehirden yapılıyor. Devlet Su İşleri (DSİ) bile bu suyu kullanırken seyrekleştiriyor. Çünkü o su ile sulanan tarlalar 5 yıl mahsül vermiyor. Ama sanayici büyümesine devam ediyor. O bölgede yaklaşık 240 köy bulunuyor ve şu anda her evde bir kanser hastası var. Ergene’de tam anlamıyla cinayet işleniyor.

Geçtiğimiz günlerde İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar, o bölgeyle ilgili, filme de atıfta bulunan çok önemli açıklamalar yaptı. Biz o bölgede yetişen hangi besinleri tüketiyoruz?

Yavuz Hoca’nın açıklamalarını ve filmle ilgili söylediklerini ben de okudum ve çok mutlu oldum. Açıkçası gerçekleri anlatan bu tarz akademisyenler için korku duyuyorum. Bakın Dilovası’ndaki gerçekleri söylediği için Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu soruşturma geçiriyor. Yine aynı şekilde bu film için önemli katkıları olan Prof. Dr. Beyza Üstün hocamız soruşturma geçiriyor. Ben, bu insanlara halkın akademisyenleri diyorum. Diğer sorunuza gelince, Türkiye’nin pirinç, buğday ve ayçiçeği üretiminin büyük bölümü bu bölgede yetiştiriliyor ve yapılan incelemelere göre bunlarda ağır metaller bulunuyor.

Filmle ilgili o bölgedeki sanayicilerle görüştünüz mü? Bölge halkı çekimler sırasında destek verdi mi?

Aslında filmi çekerken birkaç sanayici ile görüşmek istiyordum ama görüşmek istediğim sanayicilerin organik tarım yaptığını öğrenince vazgeçtim. Özellikle tekstil ve deri sanayii olağanüstü su tüketen fabrikalar ve burayı mahvetmişler. Köylüler kandırılmış. Öyle büyük aktörler var ki Tüm dünya ve Türkiye o bölgeyi yok sayıyor, görmüyor. Ben hâlâ tehditler alıyorum. Birçok insan bu projeye katılmaktan ve fikir beyan etmekten bile çekindi. Ama Trakya köylüsü beni asla yalnız bırakmadı. Hiçbir çekim noktasına tek göndermediler. Zaten ben hiçbir estetik kaygı duymadan çektim orayı. “En olmadı pis suların döküldüğü yeri çekerim” dedim. Filmi yapmadan önce de o kadar zorlandım ki. Bütçe yok, ekip yok. Sadece bir kameraman ve ben yaptık her şeyi.

Film iki bölümden oluşuyor. Türkiye’de film merak edenler ne zaman izleme fırsatı bulacaklar?

Aslında uzun metrajlı olan film 3 tema üzerine kuruldu. Yok oluşlar, yok edenler ve var etmeye çalışanlar. Sorunu bütünlüklü olarak anlattım. Fransa’da gösterilen ve size de kısa bir bölümünü verdiğim kısım ise 30 dakikalık ve su, sağlık ve tarım ilişkisine yönelik. Marsilya’da o kadar büyük ilgili görünce bu şekilde 2 bölüme ayırmak istedim. Filmin Türkiye’deki ilk gösterimi İşçi Filmleri Festivali’nde olacak.

Ergene veya benzeri çevre felaketlerini daha iyi anlatabilmek için neler yapılmalı?

Marsilya’da gösterilen filmlerden sonra şunu anladım ki en pis nehir Ergene. Ayrıca orada birkaç konu önerdim ve büyük ilgi gördü. Bize gerçekleri açıklamaya çalışan ve benim halkın akademisyenleri diye adlandırdığım kişilerin uluslararası boyutta tanıtılması. Diğer tarafta, bildikleri  halde halktan gerçekleri saklayan akademisyenlerin ve bu şirketlerin sözcülüğünü yapan politikacıların deşifre edilmesi.

'Türkiye geceleri rahat uyumamalıdır'

24 Nisan 1915… Ermeni halkının önderleri, gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, hatta milletvekillerinin, toplam 220 aydının gözaltına alınarak Çankırı ve Ayaş’a gönderildiği tarih…

Ermeni tehcirinin başlangıcı kabul edilen o günün 97. yıldönümünde Taksim Meydanı’nda bir araya gelenler “geleceğimiz için yapabileklerimiz var” dedi ve “bu büyük acıya ortak bir yasla sahip çıkma” çağrısını yineledi.

Peki bu çağrı Türkiye halkından karşılık görüyor mu? Bugün sayısı 100 bini geçmeyen Ermeni vatandaşlarımızın  acısıyla empati kurabiliyor mu? HaberVs, bu soruyu anmaya katılan aydınlara yöneltti. 

Yazar ve yayıncı Ömer Laçiner “Bu sorun, zamana bırakılabilecek bir konu değil, Türkiye’nin belki tarihle muhasebesinin en hayati konusu. Türkiye toplumu geceleri rahat uyumamalıdır” diye cevaplıyor.

Gazeteci Aydın Engin “Türklerin kendi kendilerine sorması gerekir, ‘1915’te gerçekten ne oldu’ diye. Sorun Ermenilerin değil, Türklerin sorunu” görüşünde. 

Hukukçu Prof. Dr. Hüseyin Hatemi Taksim’deki anmayla ilgili “Burada bulunanların hiçbirisinin eli 24 Nisan olaylarının kanına bulaşmış değil. Ama biz, yapılanları tasvip edersek sorumlu oluruz. Bu da zalimleri cesaretlendirir” diyor.  

BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder devletin bu konudaki duruşunu şöyle aktarıyor:

“Toplumsal vicdanda 24 Nisan’ın yeri buradaki kalabalıktan çok daha fazla. Fakat devletin en yetkili ağızları ırkçı ve nefret söylemlerini bizzat bu meydanda bütün ülkeye ilan edince katılım konusunda terredütler oluştuğunu düşünüyorum.”

Emek cephesinde yeni bir şey yok…

Emek cephesinde yeni bir şey yok…

İstanbul Beyoğlu'nda Serkildoryan binası ve Emek Sineması’nı içine alan “yenileme” projesinin sahibi Kamer İnşaat, 6 Nisan'da Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) bir basın toplantısına davet etmiş ancak dernek, kendileriyle görüşülmediği gerekçesi ile bu toplantıya iştirak etmemişti.

Toplantıya katılan az sayıda gazeteci, Kamer'in sinemayı aynı yerde inşa edilecek AVM'nin 4. katına taşıyarak “koruma” kararının değişmediğini, firmanın yeni bir şey söylediğini yazmıştı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın “Kamuoyunu ikna edin” talebinin ardından “ikna” turlarına çıkan firmanın ilk girişimi de başarısız olmuştu.

Sinemacılar cevaplarını 15 Nisan'da yine Emek'in önünde verdi: Bu protesto için hazırlanan “Fetih Beyoğlu : Grand Pera 3D” filminin biletlerini yırtarak “biz bu filmi izlemiyoruz” dediler.

Fetih Beyoğlu : Grand Pera 3D

Yönetmenlik
: ???? Kolektif olarak gerçekleştirilmiştir
Yapımcılar: Ahmet Misbah Demircan, Kadir Topbaş, Ertuğrul Günay
Senaryo: Levent Eyüboğlu (Fatih Kesgün'ün katkılarıyla Ahmet Misbah Demircan'ın aynı adlı hikayesinden uyarlama)
Kurgu: Anıtlar Kurulu
Ses Tasarımı: ???
Sponsorlar: Sosyal Güvenlik Kurumu, Anıtlar Kurulu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Beyoğlu Belediyesi
Makyaj Ekibi (ya da danisma kurulu da olabilir, bilirkisiler sonucta): Dr. Suat Çakır (baş makyöz), Doç. Dr. Özlem Eren, Yard. Doç Dr. Ömer Şükrü Deniz
Yapım Şirketi: Kamer İnşaat
Dekor ve Işık: Demirören AVM
Moving Sorumlusu: Fatih Kesgün
Basınla İlişkiler: Yurdaer Erköse
Konuk Oyuncular: Bülent Eczacıbaşı, Engin Yiğitgil
Özel Efektler: Recep Tayyip Erdoğan

Bond… Eminönü'nü kapatan James Bond

James Bond serisinin 23. filmi Sky Fall'un çekimleri gerekçesiyle İstanbul'da ticaretin tarihi merkezi Eminönü, 14 gün boyunca dönüşümlü olarak yaya ve araç trafiğine kapanıyor. Uygulama 21 Nisan'da başlıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ulaşım ve Koordinasyon Merkezi’nin (UKOME) kararına göre Bankacılar, Sultanhamam, Büyük Postane, Arpacılar caddeleri ve Eminönü meydanına giriş yapılamayacak.

Amerika merkezli Metro Goldwyn Mayer (MGM) ve Columbia Pictures ortam yapımı filmin çekimleri sırasında esnafa,  bu uygulamadan kaynaklı zararı için tazminat ödenecek.

HaberVS muhabirleri bugün Eminönü'nde sokağın nabzını tuttu.

Yapımcı firmanın ulaştığı esnaf memnun; “Kabul etmesek de yapılacaktı. Hiç olmazsa bir para alacağız” görüşünde.

Ancak kendileriyle iletişime geçilmeyen, mağdur edildiğini ifade edenler de yok değil. 

Yeni Cami ve Mısır Çarşısı arasında yer alan, çay bahçeleri ve çiçekçilerin bulunduğu alan şubat ayında boşaltılmış ve buradaki asırlık ağaçlar da kesilmişti. Çalışmaların başlamasıyla bu alanın film ekibine tahsis edilmesi dikkatlerden kaçmadı.

Sahte bal nasıl ayırt edilir

Televizyonda yayınlanan bal reklamlarında kaliteli balın uygun fiyata sunulduğu iddia adiliyor. Tarım Gıda ve Hayvancılık Bakanı Bakanı Mehdi Eker, televizyon kanallarından yoğun olarak reklamı yapılan bu ürünleri incelemeye aldıklarını açıklarken, bugünkü Vatan Gazetesi’nin haberine göre satılan balların sahte olduğu tespit edildi.

Piyasada meşrubat ve çeşitli tatlıların üretiminde yoğun olarak kullanılan nişasta bazlı şekerle imal edilen sahte balların ihaleyle Silahlı Kuvvetlere dahi satıldığı belirtiliyor. Mısır şurubu ve bal aromasıyla imal edilen sahte balları insan damağının ayırt edebilmesi oldukça zor.    

İstanbul Fatih’teki balcılarda iyi kalite balın kilosu petek olarak 80 liradan, süzme olarak ise 70liradan başlıyor. Hakiki bal donduğunda tereyağı gibi bir kıvama sahip olurken, sahte bal donmuyor. İçinde şeker bulunan sahte bal hem tadıyla hem de biçimiyle kendini belli ediyor. İyi balın bir başka ayırt edici özelliği ise balın akışının kesilmeden devam etmesi.

İyi balın nasıl ayırt edilebileceğini HaberVs izleyicileri için İstanbul Fatih’teki balcılara sorduk.

“Öğrenci muhalif olmamaya zorlanıyor”

Boğaziçi Üniversitesi’nde 14 Mart akşamı düzenlenen “Korku, Kontrol, Ceza” panelinde üniversitelerde yaşanan tutuklama süreci tartışıldı.

Moderatörlüğünü Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Yar. Doç. Dr. Vangelis Kechriotis’in yaptığı panelin konuşmacıları Gazeteci Pınar Öğünç, Avukat Deniz Gedik, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimleri ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Zeynep Gambetti ve Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnsiyatifi’nden Ahmet Saymadı idi.

“Öğrenci daha radikal taleplerde de bulunabilir”

Ahmet Saymadı, tutuklu öğrencilerin yüzde 90’ının Kürt olduğunu ve BDP’de görev aldığını,  yüzde 10’luk kısmın ise sol örgütlere mensup öğrencilerden oluştuğunu söyledi: “Tutuklu öğrencilerin yüzde 90’ının Kürt olması bizi şaşırtmıyor. Ülkemizde yaşanan olaylara baktığımızda durum çok da anormal değil. Öğrencilerin, kadınların, Kürtlerin,  Alevilerin, işçilerin ortak bir mücadele ile kazandıkları yasal kazanımlar geri alınıyor. Tutuklanan bütün öğrencilerin iddianamesinde meşru eylemlere gitmek, politika yapmak, siyaset üretmek, muhalif olmak gibi gerekçeler var. Bence her zeminde her zaman için insanlar siyaset üretebilmeli, iktidara muhalif olabilmeli, hatta daha radikal talepleri de olabilmeli. Bunlar suç sayılmamalıdır. Baskı geçmişten günümüze kılıf değiştirdi. Eskiden tutuklamalarda, gözaltında kayıplar yaşanıyordu. Bugün belki o kadar kayıp yaşanmıyor ama yaptığımız birçok şey tutuklanma sebebi olarak değerlendiriliyor.”

“Öğrenci, muhalif olmamaya zorlanıyor”

Konuşmasına panelin ismini çok beğendiğini ve yaşanılan olayların ancak bu kadar iyi özetlenebileceğini söyleyerek başlayan Pınar Öğünç, yaşanan tutuklamaların, öğrenciler üzerindeki baskının yeni olmadığına, her dönem öğrencilerin üzerinde çok baskı olduğuna dikkat çekti: “Bu İttihat ve Terakki’yle başlayan bir süreçtir. O zaman da öğrenciler tutuklanır, öğretmenler tutuklanırdı. 60’larda, 70’lerde, 80’lerde, 90’larda durum hep aynıydı. Öğrencilerin düşünceleri, davranışları kontrol altında tutulmaya çalışılıyor, muhalif olmamaya zorlanılıyorlar” dedi.

Yeni Suçlar Yaratılıyor 

Artık insanların neden tutuklandığını, nelerin suç olduğunu da bilmediğimizi söyleyen Deniz Gedik yaşanan değişimi şöyle aktardı: “Eskiden afiş asmak bir suç değildi. Şimdilerde afiş asanlar tek tek fişlenip, daha sonra bulunup neden astıklarını soruyorlar. Hukuk bu bağlamda biraz boyut değiştirdi. AKP Hükûmeti tarafından hukuk bir baskı organı olarak kullanılıyor, terör marjinalizasyon aracı olarak görülüyor. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne katılan öğrenciler tespit ediliyor ve haklarında soruşturma başlatılıyor. Bu etkinliğe katılmak bir kadının en doğal hakkıdır, bu gösteriye katıldığına pişman olan arkadaşlarımız var.”

Geçmişi gören hayvanlar

İstanbul Saint Joseph Lisesi Doğa Bilimleri Merkezi’nde, Türkiye’nin dört bir köşesinde 1880’den beri avlanarak tahnit edilen (mumyalanarak doldurulan) binlerce canlı sergileniyor. Son halini 1960’da alan koleksiyonda Hazar kaplanı gibi nesli tükenen ya da Akdeniz foku gibi tükenmeye yüz tutmuş türler de var. 60 memeli, 600 kuş, 7 bin 300 kabuklu, 100 adet balık, 3 bin 300 adet böcek, 1500 fosil, 3 bin mineral, 200 yumurta, 20 bin sürüngen ve 35 bin bitkinin yer aldığı merkez ülkemizdeki en büyük tahnit hayvan koleksiyonu olma niteliğine de sahip.  

Moda’daki Doğa Bilimleri Merkezi haftanın üç günü öğretmen gözetiminde yapılan tüm okul gezilerine açık. İstanbul ve Türkiye’nin “mumyalanmış”  biyolojik çeşitliğini yakından görmek isteyenler, merkezin ziyarete açık olduğu  halk günlerinden de faydalanabilir. Halka açık ilk ziyaret 31 Mart’ta.

Haydarpaşa belki?

Taksim Meydanı düzenlemesi ve Gezi parkı, Haliç Metro Köprüsü, İnönü Stadyumu, Emek Sineması, Sirkeci ve Haydarpaşa garları,…

Devam eden ya da kısa süre sonra başlayacak olan tüm bu projelerin ortak bir yönü var: İstanbul’un ortak belleğini oluşturan, tarihi mekanlar. Ancak değişmesi yönünde karar verenler bu mirasın gerçek sahiplerine,  İstanbul halkına danışma ihtiyacı duymuyor.

Haydarpaşa Garı, limanı ve çevresini kapsayan değişim projesi 2003’ten beri tartışılıyordu. Bu bölgeyle ilgili koruma amaçlı nazım imar planı 25 Kasım 2011’de İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Meclisi tarafından kabul edildi. Bölgenin turizm, kültür ve ticaret alanına çevrilmesini amaçlayan bu plan Kadıköy Meydanı ve Harem Otogarı’nı da kapsıyor. Ve dönüştürülmesi planlanan bölgede sadece Haydarpaşa’nın kapladığı alan yaklaşık 330 bin metrekare. Toplamda 1 milyon metrekareye hükmedecek projenin göz bebeği ise kentin en eski ve en görünür binalarından Haydarpaşa Garı.

Peki Haydarpaşa Garı otel olacak mı? İBB Başkanı Kadir Topbaş bu konudaki endişeleri “yanıtlarken” bile yeterince açık davranmıyor. “Gara belki kısmen bir konaklama  fırsatı verebilecek şekilde bir fonksiyon düşünülüyor” diyor, proje kapsamında 30 bin metrekarenin turizm, kültür ve konaklamaya ayrıldığı “bilgisini” verirken.

Haydarpaşa hakkında söyleyecekleri olduğuna inananlar, sorulmayan fikirlerini dile getirmek isteyen İstanbullular,  7 Mart akşamı 18:00’de bir eylem daha gerçekleştirdi; Kadıköy’den gara yürüdü. Gar önünde onları, müzikleriyle seslerine güç veren Bulutsuzluk Özlemi, Algo Ritmo Perküsyon Grubu, Okay Temiz Ritm Atölyesi ve Bandista karşıladı.

Haydarpaşa belki otel mi olacak? Yoksa -bugüne kadar olduğu gibi- halkın rahatlıkla girip çıktığı, faydalandığı bir yer olarak mı kalacak?

HaberVs, mikrofonunu Haydarpaşa’nın “sahiplerine” uzattı.