Ders zili cezaevi kapısında çaldı

Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi Türkiye’de sayıları yaklaşık 600 olarak bilinen lise ve üniversite öğrencilerine destek olmak için Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi’nin önünde temsili ders verdi. Öğrenciler arasında İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel, CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve Melda Onur da vardı.

Bakırköy Tutukevi’nin önüne kurulan temsili sınıfta içeride bulunan 21 öğrenci ve Prof. Dr. Büşra Ersanlı için yoklama alındı. İlk dersi vermek üzere beyaz tahtanın önüne gelen Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nükhet Sirman bu eylemi tutuklamalarla öğrencilerin hayatlarını söndürmeye çalışanlara karşı bir ses olarak gördüğünü söyledi.

Öğrenciliğin soru sormak, sorgulamak, eleştirmek ve başka bir dünya hayal etmek olduğunu belirten İstanbul Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ayten Alkan ise tüm bu olanların muhalif kesimlere karşı bir kapatma ve susturma politikası olduğunun altını çizdi.

En ahlaklı ödül

Diyanet İşleri Başkanlığı, ahlaki  yozlaşmayı  önlemek için “yılın ahlaklısı ve dindarını” seçecek. Diyanet’in Strateji Raporu’nun “Ahlaki Yozlaşmaya Karşı Alınacak Tedbirler “ bölümünde yer alan madde hakkında bilgi veren Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Özafşar  “ibadet etmenin dindarlık için tek şart olmadığı mesajını vermek istiyoruz” diyor.

Özafşar’a göre bu girişim insan, kadın ve hayvan hakları, çevre gibi konulara duyarlı insanları  topluma örnek göstermeyi amaçlıyor.  “Nasıl ki ‘yılın annesi’, ‘ yılın sanatçısı’ belirleniyorsa biz de ahlaki bakımdan ismi ön plana çıkmış kişileri ödüllendirmek, takdir etmek istiyoruz” diyen Özafşar, ödülün adının belirlenmediğini belirtiyor. Özafşar’a göre bu ödül “Sosyal Yararlılık Ödülü” olabilir.

Biz de HaberVs olarak İstanbul halkına, yılın “dindarı” veya “ahlaklısı” seçimini nasıl karşıladıklarını, bu ödül için adaylarının kim olacağını sorduk.

Hrant Dink Caddesi

Video: Güventürk Görgülü

“Bu son kararla birlikte şimdi bir kez daha 19 Ocak 2007 cinayet günündeyiz” dedi Karin Karakaşlı bugün Agos gazetesine yürüyen onbinlere. Beş yıl önce bu topraklara yapılan en hakiki hainliğin tanığı Sebat apartmanının önünde.

O gün Hrant Dink’le ölmüş ama bu caddede dirilmiştik; Dink’i yolcu etmek için Sebat apartmanından Kumkapı’ya yürüyen onbinlerle.  Yıllardır görülmeyen bir kalabalıktı. O gün gelecekten umutlanmak için Dink’in arkasından yürüyüyenlerin hevesi, “bu son kararla” öldürülmek istendi.   

Onbinler, beş yıl sonra bir kez daha cinayet mahalindeydik. O günden bugüne umudun sokakta bu kadar kalabalık olduğu başka bir toplanma olmadı.

Beş yıl önceki gibi Sebat apartmanının önü yine Hrant Dink caddesiydi.

Okulda, Diyarbakırlı bir güvenlik görevlimiz var. Şişli’yi ve Sebat apartmanını ilk kez Dink cinayetinden sonra, televizyondan görerek öğrendi. Dün arayıp “Oradan her geçişimde vicdanım sızlıyor” dedi. 

Gelgelelim cinayeti “görenlerin” hiçbir yeri sızlamıyor. Dink’in katilleri korunuyor. Tıpkı Sebat apartmanına çıkan Ergenekon caddesinin Hrant Dink isminden korunduğu gibi..

Nereye kadar koruyacaksınız?

Kendinizi Hrant Dink caddesinden nasıl koruyacaksınız?

Bu Sebat'la nasıl başa çıkacaksınız?

“Bu adaletsizlikle yaşamak hepimize haramdır”

Karin Karakaşlı

19 Ocak bir anma günü değil. Hiçbir zaman da olmadı. Zaten bu topraklarda ayrı ayrı yaşatılmış ne kadar acı varsa, hiçbirinin anma günü olmadı. Herkes acısının yaşatıldığı o tarih geldiğinde, kendince, bir başına kahroldu.

Sonra 23 Ocak günü geldi. Bundan beş yıl önceydi. ‘Türklüğü tahkir ve tezyif’ten mahkûm edilen, Türk düşmanı ilan edilen bir Ermeni gazetecinin cenazesi hepimizi buluşturdu. Çünkü Hrant Dink bu ülkenin bütün acılarının dermanına talipti. Onu güpegündüz, şimdi durduğumuz bu kalabalık Halaskargazi Caddesi üzerinde sırtından vurdular. Hepimizi de o cinayete görgü tanığı kıldılar.

O cenaze gününde 1915′i, Dersim’i, Maraş’ı, Çorum’u, tekmil faili meçhulleri, ihtilalleri, olağanüstü halleri, bitmek bilmez darbe girişimlerini buluşturduk. Kompartıman usulü ayrı ayrı yaşamamız buyrulmuş ne varsa, bir kıldık. Büyük oyunu onun birleştirici ruhuyla bozduk.

Onu bir kez de öldürmediler sevgili canlar. Önce Sabiha Gökçen haberi üzerine Genelkurmay’ın bildirisiyle öldürdüler. İstanbul Valiliği'nde MİT mensuplarınca tehdit edilirken öldürdüler. Hrant Dink’i, barış yolunu gösteren yazılarından cımbızladıkları, cümlelerle “Türk düşmanı” ilan ederek öldürdüler. Her yazıya, her söyleşiye nefes tüketir, kendini izaha mecbur hissederken öldürdüler. Agos’un önünde “Hrant Dink bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir” diye bağırırlarken öldürdüler. Mahkemeden mahkemeye koşturtur, bilirkişi raporuna rağmen ısrarla mahkûm ederken ve o mahkûmiyeti onaylamakta beis görmezken öldürdüler. Kendisi yetmezmiş gibi oğlunu ölümle tehdit ederken ve kimbilir daha ona, bizlere hiç söylemediği neler neler yaşatırken öldürdüler.

Gerisi de çorap söküğü gibi geldi. Silinen telefon görüşmeleri, karartılan deliller, gizlenen bilgiler, imha edilen raporlar, başlatılmayan ya da kapatılan soruşturmalar, zamanaşımından aklanan istihbarat memurları birbirini izledi.

Başta Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz olmak üzere Ergenekon sanığı pekçok ismin daha Hrant Dink sağken, mengeneye dönüşen yargı süreci ve linç kampanyalarını hazırladıkları biliniyordu. Derken Kafes eylem planı da ortaya çıktı. Gel gör ki, bu davanın Ergenekon ile bağlantısı bir türlü kurulamadı.

Dört yanımızdan yalanlarla sardılar sarmaladılar bizi. Tam beş yıldır böyle bu. En sonunda iki kişi verdiler elimize. Bununla yetinin dediler. Yeter de artar hepinize.

Ortada zaten silahlı terör örgütü olmadığına göre onun yöneticisi ve üyeleri de yok. Ve beraat eden Erhan Tuncel’in hemen o akşam tahliyesi öyle büyük bir aciliyet ki, telaşta bir sanıkla ilgili hüküm kurmayı unutmuşlar. Tuncel şimdi ilim irfana adanmak üzere taze bir üniversite adayı. Böyle gözümüze baka baka, yangından mal kaçırır gibi verdiler bu kararı. Müdanaasızlığı da onun arkasındaki devasa korkuyu da gördük. Devlet çıplak dedik. Devlet çıplak.

İyelik eki kolay kullanılmıyor. Burası benim ülkemde bu devlete benim devletim diyebilir miyim? Cumhurbaşkanım, Başbakanım, Bakanlarım, Hükümetim, Muhalefetim, Meclisim… Böyle diyebilmek için tek bir seçeneğim var. Bu kepazeliğe bir son verin artık. Yargıtay, cinayete giden süreçteki rolüne inat, bir kez de adalet adına temyiz mekânı olsun. Bunları yapmak borçtur, yükümlülüktür, şarttır. Çünkü bize yaşatılan ‘ayıptır, zulümdür, günahtır.’

Hrant Dink’i hepimiz kaybettik ama biz Ermeniler için onun kaybı takdir edersiniz ki başka bir yoksunluk. 1915′te Anadolu’da kafilelerce insan aç-susuz çölün ortasına sürülmeden önce bir Nisan günüyle 250′ye yakın Ermeni aydın Haydarpaşa Garı’ndan trenlere konup Ayaş’a sürgüne gitti. İçlerinden sadece birkaçı geri dönebildi.

Anlayacağınız önce sesimizi aldılar elimizden. Bu insanlar Osmanlı Meclisi'nde mebustu, yazardı, gazeteciydi, çevirmendi, doktordu, avukattı. Ermeni halkına hizmet kadar Osmanlılığa inanır, Meşrutiyet sonrası bayram geleceğini sanırdı. Öyle olmadı.

Bugün burada içlerinden birkaçının adını anacağım. İsmi çağrılan duyar, gelir, ‘Burada’ der: Rupen Sevag, Siamanto, Taniel Varujan, Diran Kelekyan, Yerukhan, Rupen Zartaryan, Hampartsum Boyacıyan, Sımpad Pürad, Khyan Parsekhyan, Krikor Zohrab… Hrant Dink bu aydınların son halkasıdır. O yüzden de 2007, 1915′e geri ışınladı hepimizi. Demek hâlâ hakkıyla Ermeni ve bir o kadar da yurtsever olan bir insanı öldürmek bu kadar kolaydı. Bu kadar mübahtı.

Tarihi inkâr ede ede geldik bu noktaya dayandık. Şu kaldırıma dikilen taş, Hrant Dink kadar diğer bütün susturulmuş aydınların ve isimsiz mezarsız kurbanların da simgesi olsun.Bu son kararla birlikte şimdi bir kez daha 19 Ocak 2007 cinayet günündeyiz. Hrant Dink operasyonlarla daraldığımız, komplolarla bunaldığımız bugünlerde özellikle yanyana görmek isterdi hepimizi. Anlaşılan o ki koca bir devlet böyle bir Ermeni vatandaşının yaşamıyla da ölümüyle de ne yapacağını bilemedi. Şimdi biz ona öğreteceğiz hep birlikte demek ki.

Dosya kapandı diyorlar bize. Kapandı mı bu dosya? Hrant Dink dosya değil ki kapatasın, o bir yara… Artık köprüden önceki son çıkıştayız. Oradan hakkıyla geçmeden tamamlanacak ödeşme, kurulacak düş, inanılacak adalet, yaşanacak memleket yok. Öbür türlüsü sadece yalan olur ve bir gün başımıza yıkılır. Altında kalırız hep birlikte.

O yüzden gün, sadece söz söylemek değil söz vermek zamanı.

Söz verelim mi birbirimize? Bu dava daha bitmedi.

Söz verelim mi birbirimize? İnsanlık daha ölmedi.

Söz verelim mi birbirimize? Devlet daha hesabını vermedi.

Sözümüz söz olsun. Bu adaletsizlikle yaşamak hepimize haramdır. Aksi için uğraşan hepimize helal olsun.

Hrant Dink davasında karar açıklandı

Gazeteci Hrant Dink'in beş yıl önce Agos Gazetesi önünde katledilmesiyle ilgili davada karar açıklandı.

Mahkeme heyeti, sanıklardan Yasin Hayal'i cinayeti azmettirme suçundan ağırlaştırılmış  müebbet hapis  cezasına, Erhan Tuncel'i 10 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırdı. Ancak Tuncel'in cezası Dink cinayetinden değil, McDonald's'ın bombalanması olayı nedeniyle verildi.

Erhan Tuncel  ve diğer sanıkların örgüt yöneticiliği suçundan,  örgüt üyeliğinden ve örgüte yardım suçundan beraatine karar verildi. Böylece heyet, Dink cinayetinin ardında bir örgüt olmadığına karar vermiş oldu.

Asli faillerin bulunarak cezalandırılmasını isteyen ve başından beri duruşmaları izleyen kalabalık, Beşiktaş Adliyesi önünde tepkisini diye getirdi. Grup, kararın açıklanmasıyla Dink ailesine destek için Osmanbey'deki Agos Gazetesi'ne yürüyor.

Kararın açıklanmasından sonra Dink Ailesinin avukatlarından Fethiye Çetin, bu kararın yerleşik düzenin bozulmadığı anlamına geldiğini, devletin siyasi cinayetler geleneğini sürdüğünü söyledi.

https://www.youtube.com/watch?v=hFmaw_SOrTA

https://www.youtube.com/watch?v=fmbu0kLnZ_0

Beyoğlu'nun tadı kaçıyor

Daha çok Emek Sineması’yla gündeme gelen ancak Beyoğlu’nun tarihi yapıları Cercle D’orient (Serkildoryan), İsketinj Apartmanı, Melek Apartmanı, İpek ve Rüya Sineması’nı kapsayan restorasyon projesiyle ilgili tartışmalar 2012’yi de meşgul edeceğe benziyor.

Mülkiyeti Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) ait olan bina grubunun restorasyonu gerçekte 1993’ten beri konuşuluyordu. Tartışmaları hızlandıran gelişme ise İstanbul 9. İdare Mahkemesi 12 Mayıs 2010’ta “uygulanması halinde telafisi güç ya da imkansız zarar doğuracak nitelikte olduğu” gerekçesiyle durdurduğu restorasyon projesini, bilirkişi raporunu gerekçe göstererek 1 Aralık’ta bozmasıydı.

Uzun süredir sessiz kalan proje sahipleri de yavaş yavaş fikirlerini beyan etmeye ve projeye getirilen eleştirileri cevaplamaya başladı. Ancak cevaplar, Emek Sineması ve diğer yapıları kapsayan proje için dile getirilen endişelere yanıt vermekten uzak görünüyor.

Örneğin, projeyj yüklenen Kamer İnşaat’ın ortaklarından Levent Eyüboğlu, kamuoyunun tepkisini dikkate alarak projeye talip olan İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın (İKSV) başkanı Bülent Eczacıbaşı’na yönelik şunu söylüyor: “İlk yapacağımız iş, projemizi Bülent Bey’e de anlatmak olacak. Anlatalım, o da bir rahatlasın diye düşünüyoruz.”  (Radikal, 12 Ocak 2012)

Eyüboğlu, Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda ise bu ana kadar konuşmamış olmalarını “konunun yargıda olmasına” bağlıyor. Yine Eczacıbaşı’na yönelik “Şimdiye dek Beyoğlu’nda yapılan en korumacı projeyi yaptığımızı anlayınca kendisi de bizi destekleyecektir. Açıklamasını da bir işadamı olarak bilgi eksikliğinden yapılmış bir açıklama olarak görüyorum. Zaten öbür türlü etik değil. Bütün izinleri aldık. Durum, önerdikleri gibi 6 ay bekleyelim, ondan sonra proje üretiriz diyecek bir noktada değil. Bu projeyi daha fazla bekletirsek bir-iki sene sonra yıkıntılar üzerinde hep beraber ‘Emek yıkılmasın’ deriz.” (Cumhuriyet, 10 Ocak 2012)

Levent Eyüboğlu aynı röportajda artık tartışılacak bir durum olmadığını, ürettikleri projenin bilimsel, kültürel, tarihi altyapısını oluşturduklarını ve onay da aldıklarını söylüyor. Bu noktadan sonra tartışılacak tek şeyin işletmeyle ilgili olacağını, buna açık olduklarını söylüyor.

Hukuki süreç tamamlanmış değil.  Ancak Kamer İnşaat, inşaat ruhsatı için başvurmaya hazırlanıyor. Eyüboğlu’na göre inşaat 4 ile 9 ay arasında başlayabilir.

HaberVs, kamerasını, söz konusu projenin hayata geçmesiyle birlikte İstanbul ve Beyoğlu’nun yitireceği bir başka değerine, 1944’ten bugüne Cercle D’orient binasında hizmet veren İnci Pastanesi’ne çevirdi.

Yazı: Gökhan Tan

Pazarcının sesi kısılacak mı?

Gümrük Ve Ticaret Bakanlığının hazırladığı Yeni Hal Yasası 1 Ocak 2012'de  yürürlüğe girdi. Artık pazarda geçiş yollarında mal teşhir edene, çevreyi rahatsız edecek şekilde bağırarak satış yapana, satış yerini temiz tutmayanlara ve terazide hile yapanlara para cezası kesilecek.

Yeni yasaya göre, terazide hile yapanlar 200 lira, satış yerini temiz tutmayanlar ise 50 lira ceza ödeyecek.  Yasanın en dikkat çekici yönü ise pazar esnafına bağırmayı yasaklaması.  Artık müşteri çekmek için bağıran Pazar esnafı 50 lira para cezası ödemek zorunda kalacak. Vatandaş pazarcının sesinin kısılmasına karşı çıkarken, pazar esnafı ise fikir ayrılığına düşmüş durumda. Kimi “50 lirayı verir yine bağırırız işimiz bu” derken kimi de bu uygulamanın doğru olduğunu düşünüyor.  

'Emek bizim, İstanbul bizim'

Mahkemenin kendi aldığı, “Emek Sineması’nın yıkımını durdurma” kararını iptal etmesini  protesto eden binlerce insan dün Beyoğlu’ndaydı.

Taksim Meydanı’ndan Yeşilçam Sokağı’na yürüyen, sokakta çadır kurarak sabahlayanlar arasında kimlerdi? Sinema tutkunları, sanatçılar, mimarlar, müzisyenler, öğrenciler, aktivistler, milletvekilleri, hukukçular, İstanbul’un İstanbul gibi kalmasını isteyenler… Kısacası kentin ve sanat tarihinin hafızası olan Emek’in, yerine yapılacak bir AVM’nin üçüncü katına taşınmasına karşı olanlar…

Video:
Yusuf Kasuto, Gökhan Tan, Canol Soybay

İsyanbul Kültür Sanat Varyetesi, Beyoğlu için Mücadele İnisiyatifi, Sinema Yazarları Derneği (SİYAD), Sinema Emekçileri Sendikası (SİNESEN), İşçi Filmleri Festivali, Yeni Sinema Hareketi, İMECE-Toplumun Şehircilik Hareketi, Kamusal Sanat Laboratuvarı, Oyuncular Sendikası ve Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi “Emek”in peşinde kurum olarak sokağa çıkanlar arasındaydı…

Müzisyenler, İstanbul’un en soğuk gecesine rağmen saatlerce süren protestoya yaptıkları katkıyla, Emek’in herhangi bir mekan ve yapılan şeyin de sıradan bir eylem olmadığını gösterdi. “Emek bizim, İstanbul bizim” diyenleri sanatlarıyla destekledi.

İki birden küçük mü?

İstanbul 9. İdare Mahkemesi, Emek Sineması için öngörülen projenin “telafisi güç ya da imkansız zarar doğuracak nitelikte olduğu” gerekçesiyle 12 Mayıs 2010’da yürütülmesinin durdurulmasına karar vermişti. Üç uzmandan oluşan bilirkişi heyeti, hazırladığı raporu 18 Nisan 2011’de mahkemeye sunmuştu. Bu raporda iki uzman dava konusu projenin kültür dokusuna uygun olmadığını belirtirken bir uzman, sinemanın AVM projesi içinde taşınarak yükseltilebileceği yönünde görüş bildirmişti. Mahkeme, 01 Aralık 2011’ta bilirkişi raporuna ve 2010 baharından itibaren devam eden kamuoyunun verdiği mücadeleye rağmen, yürütmeninin durdurulması kararını kaldırmıştı.

Beyoğlu için mücadele vakti

Emek Sineması’nın yıkılmaması için dün akşam yapılan eylem Beyoğlu’nun son günlerdeki en renkli görüntülerine sahne oldu.

Taksim Meydanı’ndan Emek’e sloganlar eşliğinde yürüyen binler, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki şubesi öğrenci “işgali” altında olan Starbucks’ın önünden geçerken ilk büyük hareketlenmeyi yaşadı. Eyleme davullarıyla eşlik eden bir grup, kahve zincirinin Beyoğlu şubesine yaklaşık 10 dakikalık “ziyarette” bulundu ve müziklerine burada devam etti. “Boğaziçi Üniversitesi yalnız değil” ve “Starbucks üniversitelerden defol” sloganlarıyla soğa döndü.

Beyoğlu’ndaki varlığı tepki gören, İstiklal Caddesi’nin ilk AVM’si olan ve kaçak iki katı yıkım kararına rağmen hâlâ işletilen Demirören AVM, yürüyüşün bir sonraki durağıydı. Polis, Demirören AVM’nin önünde barikat kurdu. Ancak yaklaşan kalabalığı görünce AVM’nin özel güvenliğinin de barikata katılmasını istedi. Eyleme katılanlardan “bina”ya giren olmadı. Ancak basın açıklamaları ve protestolar Emek Sineması’nın bulunduğu Yeşilçam Sokağı’na girmeden önce burada yapıldı.

AVM’nin alt katındaki mağazalar kepenklerini kapamak durumunda kaldı. “Bina” üzerine Orhan Veli’nin “[AVM] Ne kadar güzel şey / Yolun üstündeki bina yıkıldığı zaman / Bilinmeyen bir ufuk görmek” dizelerinden oluşan pankart asıldı. Bu sırada bir grup eylemci, mağazanın kapanan kepenklerine yumurta fırlattı.

Eylemciler daha sonra Yeşilçam Sokağı’nda müzikli protestoya devam etti. Emek için sokağa çıkan binlerce kişiye müziğiyle destek veren Direniş Ritimleri,  Mimarlar Odası’nın bugün için hazırladığı “Beyoğlu için mücadele vakti” dövizi altında, gece boyunca soğuk havayı ısıtmaya devam etti.

Adalet için, özgürlük için 26 Aralık'ta Çağlayan'da

22 Kasım'da başlayan ve redd-i hakim taleplerinin incelenmesiiçin ertelenen Oda TV davasının duruşmalarına 26 Aralık'ta, İstanbul Çağlayan Adliyesi'nde devam ediliyor.

Aralarında HaberVs Editörü Ahmet Şık ve Gazeteci Nedim Şener'in de bulunduğu, Soner Yalçın, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Doğan Yurdakul, Müyesser Uğur gibi gazetecilerin yargılandığı Oda TV davası Türkiye Gazeteciler Sendikası, Gazetecilere Özgürlük Platformu, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti gibi meslek örgütlerinin yanısıra yabancı meslek örgütleri tarafından da yakında izleniyor.

Ahmet Şık ve Nedim Şener gözaltına alındığından beri sivil inisiyatif olarak pek çok eylem gerçekleştiren “Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları” (ANGA)  İstanbul Özel yetkili 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek 'odatv' davasında kamuoyunu, hak savunucuları ve gazetecileri adaletin takipçisi olmaya çağırıyor.

Video tasarımı:
Güventürk Görgülü-Ertan Önsel
Kurgu asistanı: Yusuf Kasuto
HD kamera: Ertan Önsel
Aktüel görüntüler: Batuhan Acar, Yusuf Kasuto, Ali Mut, Tuğçe Erçalık, Duygu Sipahioğlu

 “Her sabah yeni bir gözaltı haberiyle uyanıyoruz” diye başlayan ANGA açıklaması “Oda TV davasında sadece gazeteciler değil halkın haber alma özgürlüğü de yargılanıyor. Bu davada sanık sandalyesinde kitaplar, haberler, yazılar var. Bu davada hakim önüne 'ifade özgürlüğü' çıkarılıyor” sözleriyle devam ediyor.  Kamuoyuna çağrı için bir video da hazırlayan ANGA, “Sadece gazetecilere değil, düşünceye ve gerçeğe özgürlük talebiyle” Haber alma, haber verme, fikir açıklama ve muhalefet etme hakkını savunmak isteyen herkesi 26 Aralık Pazartesi saat 12:30’da Çağlayan Adliyesi’ne bekliyor.

ANGA'nın bloğu: Özgür Basın

Tarlabaşı'nda mağduriyet

66 yaşındaki Jirayr Zincirci, iki yıl öncesine kadar 12 ailenin yaşadığı Claudia Apartmanı’nın son sakini.  Ancak Sakızağacı Caddesi’ndeki 40 yıldır yaşadığı tek göz oda, artık onun oturamayacağı kadar değerli…

Zincirci, Tarlabaşı'nda yürütülen kentsel dönüşüm projesi nedeniyle, kedileriyle birlikte yaşadığı ancak tapusunun bulunmadığı evini terk etmek durumunda. (Bu ev yıllarca hizmet ettiği ev sahibi tarafından kendisine verilmiş.)

Beyoğlu Belediyesi Zincirci'den dün itibarıyla evini terk etmesini istemişti. Ancak mağduriyeti, Radikal gazetesine tarafından haber yapılınca taşınması ertelendi. Başkan Ahmet Misbah, Zincirci'yi makamında kabul ederek kendisine bir ev sözü verdi. Belediye şimdi onun için uygun kiralık bir ev arıyor. Ayrıca dönüşüm projesi tamamlandığında ona Tarlabaşı'nda kalıcı bir konut verileceği taahhüdünde bulunuyor. 

Jirayr Zincirci, yenileme projesi nedeniyle Tarlabaşı'nı terk etmek durumunda bırakılan insanlardan sadece bir tanesi. Öyküsünün basında yer bulması nedeniyle barınma sorunma sorunu, şimdilik, çözülmüş görünüyor.

Ya diğerleri?