Açık Hava Paramparça

Teoman dün gece Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi’ndeydi. Gerçi sahnede azınlık olan taraftaydı. Çünkü arkasında, iki gün öncesine kadar birlikte hiç çalmadığı 50 kişilik bir müzisyen grubu vardı. Aslında Teoman çalmadı da; sadece söyledi. Kendisi de dahil olmak üzere 51 müzisyen, “solist”in parçalarını seslendirdi.

Teoman’ın, İstanbul Senfoni Orkestrası ve Borusan Filarmoni Orkestrası müzisyenlerinden oluşan 50 kişilik toplulukla yaptığı şey, sanırım Türkiye’de bir ilk. Daha önce de bu türde performanslara tanık olmuştuk. Örneğin Bulutsuzluk Özlemi ve Şebnem Ferah parçalarını filarmonik düzende seslendirmişti. Ancak bu performanslarda klasik müzikçilere rockçılar da, gitarları, basları ve davullarıyla eşlik etmişlerdi. Teoman aynı şeyi yapmadı; kendini bir solist olarak klasik müzikçilere emanet etti.

Gelgelelim, bu teslimiyete pek de hazır gözükmedi Teoman. Nota şaşmayan filarmoni orkestrası, parçaya kimi zaman geç, kimi zaman erken giren, hatta Gönülçelen’de olduğu gibi, orkestranın şarkının neresinde olduğunu anlayabilmek için susmak zorunda kalan solistlerinden daha tutarlıydı. Teoman’a, Teoman’dan daha hazır vaziyetteydi yani.

Smokin provası

Ama belki de konserin en iyi tarafı da bu küçük tökezlemelerdi. Teoman’ın zaman zaman gırtlağına abanması haricinde, çalınan şeyin aslında rock olduğunu da bu küçük aksaklar hatırlattı. Ki solisti dinlemeye gelen ve sayısı 5 binin üzerinde olduğu söylenen dinleyicinin de bunlardan rahatsız olduğunu sanmıyorum. (Bu arada, Açık Hava’nın normal oturma kapasitesi 4 bin kişi.)

Teoman da dinleyiciden önce durumun farkındaydı zaten. Orkestra prova yaparken kendisinin ceket provasında olduğunu söyledi, iki kez. Hatta bir ara, kendi performansı yüzünden orkestradan beş altı kişinin o gece intihar edebileceğini de belirtti. Dün gecenin Teoman adına kaybı, bu performansın CD ya da DVD kaydı olarak piyasaya sürülemeyecek olması olabilir.

Yine de, filarmoniye eşlik eden bir iki rock enstrümanın olması, ya da sadece Teoman’ın bile, birkaç parçada olsun sahneye gitarla çıkması, izleyicinin aldığı keyfi katmerleyebilirdi.

Teoman, rock enstrümanlarının eksikliğini, sürpriz olmayacağı üzere, fiziksel performansıyla giderdi. Belli ki o da özenmiş, bu kez daha “efendi” çıkmak istemişti sahneye. Ama rockçı adam, öyle terzi provasında durduğu gibi duramazdı. Daha ilk şarkıda, smokininin düğmesini kopardı. Ona alışık seyirci de daha fazlasını talep etti elbette.

Erkek sesiyle asla!

Giderek daha az giyinik olacağını uman seyirciler, Teoman’ın her bir soyunuşunu, smokinini çıkarışını, kollarını sıvayışını tezahüratla karşıladı. Araya erkek seslerinin girişi, ama daha ziyade arkasındaki orkestra, bu ritüeli kısıtladı. (Şarkı isteğinde bulunan erkek dinleyicilere, erkek sesinden nefret ettiğini, birkaç defa söylemek durumunda kaldı.) Ve konseri, papyonu, pantalonu ve yeleğiyle tamamladı.

Velhasıl kendileri adına sıra dışı bir gece yaşayan filarmoni orkestrası da, Teoman’ın kendine gem vurmasından çok mutlu olmadı. Öyle ya, kendi konserlerinde soyunmalarını talep eden bir izleyici olmamıştı hiç. Tıpkı daha önce, parça aralarında sandalyesinin altındaki kadehe uzanıp, demlenme molası isteyen bir solistleri olmadığı gibi.

Dinleyicinin mutluluğu konser sonunda tekrar çalınan Paramparça’ya yansıdı. Açık Hava ayağa kalktı. Ve hep birlikte Teoman’ın bar taburesindeki doğum gününü kutladı.

(Finaldeki “Paramparça”yı izlemek için video kamera ikonuna tıklayın)

Haber ve video:Gökhan Tan

 

Ertuğrul Günay: “Gevaş’taki binayı yıkmak için maddi gücüm yok”

Ağustos ayının ilk haftasında Medyakronik tarafından duyurulan iki haber, gündemde geniş yer buldu.

Bu haberlerden ilki, Van’ın Gevaş ilçesinde 1335 tarihli Halime Hatun Kümbeti’nin arkasına, kanunlara aykırı bir şekilde yapılan lise yurt binasıyla ilgiliydi. Başta Kültür Bakanlığı olmak üzere devletin ve yerel yönetimlerin hemen tüm birimleri, koruma alanını ihlal eden bu yapılaşma karşısında görev ihmalinde bulunmuştu.

İkinci ve daha büyük yankı yaratan haber ise, İstanbul’daki Marmaray Arkeolojik Kazıları’nda, kent merkezinde daha önce rastlanmayan tarihöncesi döneme (MÖ 6300-6000) ait buluntulara ulaşıldığını duyuruyordu.

Gelişmeler üzerine mikrofonumuzu, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a yönelttik. Kendisiyle, geçtiğimiz hafta İstanbul’da yapılan Tarihi Kentler Birliği ödül töreni sonrasında Emirgan’daki Şerifler Yalısı’nda bir araya geldik.

Günay’a, yaklaşık yarım saat süren görüşmemizde, Gevaş ve Marmaray konuları da dahil olmak üzere aşağıdaki soruları yönelttik. Bakan, bu soruların çoğuna doğrudan cevap vermemeye özen gösterdi.

***

İlk sorumuz, en son Gevaş’ta tanık olduğumuz, yasalara rağmen korunamayan kültür mirasımızla ilgiliydi. Ertuğrul Günay, gerek bakanlığı gerekse de öncesinde kültür varlıklarına ve arkeolojiye özel ilgisini ve duyarlılığını bildiğimiz bir isim. Nitekim, Sultanahmet’te Bizans Büyük Sarayı üzerinde devam eden otel inşaatında olduğu gibi, basına yansıyan pek çok olayı, aylar öncesinden fark eden ve düzeltmek için çaba sarf ediyor. Ancak görünen o ki, bakan koltuğunda otururken bile Günay’ın bu çabası, bu tür olumsuz gelişmeleri engellemeye yeterli olmuyor. Keza Gevaş’ta da aynı şey söz konusu. Kendisine, Gevaş’taki gelişmelerle ilgili resmi bir girişimde bulunup bulunmadığını sorduk. (Video 1)

***

İkinci sorumuz, AKP döneminde başlayan restorasyon hamlesiyle ilgiliydi. Yıllardır ilgi bekleyen pek çok tarihi eserin restorasyonuna aynı anda başlanması, konuyla ilgili uzmanlaşmış yeterli sayıda firma ve eleman bulunmaması nedeniyle, pek çok sıkıntıyı da beraberinde getiriyor. Günay’a verdiğimiz örnek, geçtiğimiz yıl İstiklal Caddesi’nin döşeme taşlarını bile döşemeyen bir firmanın Süleymaniye Camii’nin restorasyonunu üstlenmesiydi. (Video 2)

***

Türkiye’nin, üniversite ve bilim kuruluşları tarafından çalışılamayan en önemli arkeolojik alanları, yatırım amacıyla özel sektöre devrediliyor. Ya da Marmaray’da olduğu gibi ulaştırma ve baraj projelerine tahsis ediliyor. Bu alanlarda, kazı yöntemleri ve zaman karşı olması nedeniyle çok eleştirilen “kurtarma kazıları” yürütülüyor. Bu kazılarda önemli eserler ya da kültür varlıklarına ulaşılması bile, alanın kaderini değiştiremiyor. Bakan Günay’a, devletin kendi yapması gereken arkeolojik araştırmaları, özel sektöre ve yatırımcılara devretmesindeki çelişkiyi sorduk. (Video 3)

***

Bir önceki soruda cevabını almaya çalıştığımız çelişkilerin en önemli örneklerinden biri, yine Marmaray kapsamında kazılan Üsküdar Meydanı. Üsküdar’da, tıpkı Yenikapı’daki kazıda Theodosius Limanı’nın ortaya çıkarılması gibi, antik bir limanın ilk buluntuları ele geçirildi. Ancak durum tam da anlaşılamadan kazı sona erdirildi. Kazı sonrasında raporlarını sunan arkeologların hemen hepsi, Üsküdar Meydanı’nın antik bir liman olup olmadığını anlayacak kadar çalışma imkanı bulamadığından yakınıyordu.

Ertuğrul Günay’a, “Bu tür tarihi mekanları ortaya çıkarmanın uzun vadede Türkiye için daha iyi bir yatırım olmaz mıydı” diye sorduk. Sorunun devamı olarak, meydandan çıkan eserlerin sergileneceği söylenen müzenin akıbetini sorduk. (Video 4)

***

Tarihi bir alanın ya da kültür varlığının geleceği, bölge koruma kurullarının verdiği kararlara göre şekilleniyor. Ancak 2005 yılından itibaren koruma kurullarının yapısının değiştirilmesi ve yerel yönetimlerin daha fazla sayıda temsilcisinin kurulda yer bulması, bilim camiası tarafından eleştiriliyor. Nitekim, 2005 öncesinde yerel yönetimlerin kurullarda bekleyen pek çok projesi, yeni kurullardan onay aldı. (Video 5)

***

Bakan Günay’a “Hasankeyf” sorunu da yönelttik. Yapımı planlanan Ilısu Barajı’nın altında kalacak olan Türkiye’nin bu tek Ortaçağ yerleşimindeki tarihi eserlerin, bir başka yere nakledilmesi düşünülüyor. Oysa arkeolojik kazıyı yürüten bilim adamlarının bile görüşü, bunun mümkün olmadığı yönünde. (Video 6)

***

Ertuğrul Günay’a son sorumuz, özellikle son bir yıl içinde daha çok gündeme gelen UNESCO’du. “Sizce UNESCO’nun kararları Türkiye için önemli midir” dedik. Günay’ın doğrudan cevap verdiği ender sorulardan biri bu oldu. (Video 7)

 

 

“Müzelerin zamlanacağı aylar öncesinden biliniyordu”

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın müze ve ören yerlerine sezonun tam ortasında yüzde 100’le yüzde 400 arasında zam yapması, bunu da zam açıklamasının ertesi günü yürürlüğe koyması, turizm acentelerini ve tur operatörlerini kızdırdı. Acenteler ve operatörler, meslek örgütleri TÜRSAB’ın (Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği) yerden yere vururken TÜRSAB’tan bu konuda açık ve net bir açıklama gelmedi.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise Medyakronik Editörü Gökhan Tan’a yaptığı açıklamada zammın aylar önce belli olduğunu, zamanında önlem almayan bir kaç küçük acentenin bir bardak suda fırtına koparttığını söyledi. Zammın yılbaşında belli olduğunu, kararın TÜRSAB ve acentelerle birlikte alındığını dile getiren Günay, acentelerin maliyet artışı diye bir durumun sözkonusu olmadığını şu sözlerle dile getirdi:
“TÜRSAB yılın sonuna kadar olan bilet ihtiyacını önceki tarihlerde yaptığı toplu alımlarla karşıladı. Sadece TÜRSAB üyesi olmayan, ferdi çalışan bir kaç turizmcinin şikayeti var onun dışında hiç bir ciddi şikayet yok”

Aniden yapılan zam tartışmasıyla birlikte TÜRSAB’ın bazı acenteleri kayırarak zam öncesinde indirimli fiyattan bilet almalarını sağladığın iddiaları ayın başından itibaren turizm sektörünü karıştırmıştı. Tartışmanın alevlendiği yer ise turizmcilerin tartışma platformu olan Tursapnet adlı mail grubu olmuştu.

Kayırma iddialarının gündeme gelmesi üzerine TÜRSAB, kayırıldığı iddia edilen acentelerin 2006’dan 18 Temmuz 2008’e kadar aldıkları bilet adetlerini yayınlamış, ancak bazı turizmciler esas alımların zammın hemen öncesinde, 20-31 Temmuz arasında gerçekleştirildiğini öne sürerek bu tarihler arasında satılan bilet adetlerinin de yayınlanmasını istemişlerdi. TÜRSAB’tan şu ana kadar bununla ilgili bir açıklama gelmedi. Ancak yine aynı mail grubunda TÜRSAB’ın isteyen tüm üyelerine eski fiyattan bilet satacağını dolaylı yollardan da olsa duyurması tartışmaların şimdilik dinmesine neden oldu.


Bakan Ertuğrul Günay: “Birkaç küçük acente fırtına kopartıyor”

Medyakronik editörü Gökhan Tan’ın müze ve ören yeri zamları nedeniyle turizimcilerin zarara uğradığı ve bu nedenle birçok günlük turun iptal edildiği yönündeki iddiaları dile getirmesi üzerine Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, şu yanıtı verdi:

“Hiç bir iptal yok. Biz bu projeyi Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği ile birlikte yaptık. Sadece bakanlık ve Müzeler Genel Müdürlüğü bu projeyi yürürlüğe koymadı. Böyle bir artış yapacağımız bu yılın başından itibaren biliniyordu ve bunun tarihi de biliniyordu. Ve TÜRSAB yılın sonuna kadar olan bilet ihtiyacını önceki tarihlerde yaptığı toplu alımlarla karşıladı.

Sadece TÜRSAB üyesi olmayan, ferdi çalışan birkaç turizmcinin şikayeti var, onun dışında hiç bir ciddi şikayet yok.

Bakınız biz bu projenin öncesinde Haziran ayında Müzekart projesini ortaya koyduk. 185 müzemiz ve bine yakın örenyerimiz 20 lira karşılığında bir kartla gezilebiliyor bir yıl içinde.

Türk vatandaşları için bir kolaylık projesi ortaya koyduk. Ondan sonra döndük, yabancılar için ve Müzekart almamakta direnenler için böyle bir fiyat artırımına gittik.

Düşünebiliyor musunuz 4 Euro’ya Topkapı Sarayı veya Ayasofya gezilebilir mi? Dört yıldır hiç bir artış olmamıştı ve dünya ölçeğinde fiyatlar komik durumdaydı. Dünyada rakamlar çok daha yüksek. Lütfen kendi değerlerimizin farkına varalım.

Bazı arkadaşlar geçmişte gidip toplu bilet almamakta ısrar etmişlerse kendi önlemlerini almamışlarsa, kendi hallerini Türkiye’nin önüne fatura olarak koymaya kalkmasınlar.



Turizmciler ne dedi…

Cemal Kızıltan
(Tourismogroup başkanı ve Tursapnet adlı iletişim platformunun yöneticisi)
“Bu karar hükümetin, bakanlığın, konuyla ilgili resmi mercilerin ve meslek birliğinin birbirinden ne kadar kopuk ve bilgi paylaşımından uzak olduğunu göstermiştir. 18 Temmuz’dan sonraki bilet satışlarını yayınlasınlar diyoruz, ama yayınlamazlar. Çünkü o rakamları yayınlamaları zaten dolaylı yoldan yaptıklarını itiraf ettikleri şeyin belgesi olur.”

Abdullah Aytekin
İstanbul City Tours
“Benim sahibi olduğum İstanbul City Tours sadece müze ücretleri artışından dolayı 55 bin YTL zarar etti. Bazılarının zararı daha büyük. Kararın aslında Temmuz’da verilmesine çok sevindik fakat Temmuz’da verilen bir kararın 2009 Nisan ayında yürürlüğe girmesi gerekir. Bu kararsa bir gün sonra giriyor. Bakanlığın geri adım atmasını istiyoruz ama bu konuda umudumuz yok, geri adım atacaklarını zannetmiyoruz.”

Emre Pekin
(Pekintours)
“Dünyanın hangi uygar ve turizmle geçinen ülkesinde, yılın en yüksek sezonunun, en yüksek gününde müze fiyatlarına yüzde 100 zam yapılır ve bu zam ertesi gün yürürlüğe girer? Ve bu zamma, üyelerinin tam bir yıl öncesinden, devletine güvenerek yurtdışı firmalara fiyat verdiği acentelerine kol kanat germesi gereken meslek birliği, sayın bakanın karşısına geçip, ‘siz ne yapıyorsunuz böyle bir şey olabilir mi?’ diyeceği yerde, el altından bazı seyahat acentelerine, aman yetişin biletlerinizi şimdiden alın karlı çıkın demesi inanılır gibi değil”

Hülya İşcan
(Bora Tur)
“29.07.2008 tarihinde TÜRSAB’dan Tülay Hanım’la yaptığım telefon görüşmesinde, müze fiyatları hakkında bir duyum aldığımızı ve durumun ne olduğunu sordum.
Yanıt; bize henüz Bakanlıktan bir duyuru gelmedi, gelince sizlere duyuracağız oldu.”. Bakanlığın yaptığı beyanata göre zam kararı aylar öncesinden belliydi. Dolayısı ile TÜRSAB’ın bu durumdan haberdar olamaması pek mümkün değil.”

Onur Özer
(Mastur Genel Müdür Yardımcısı )
“Bugünden itibaren Türkiye’deki bütün ören zamlı fiyat uygulanmaya başladı. Biz bunu 2 gün önce öğrendik, bu artışı arık hiçbir yere yansıtamayız, ya zararına katlanıp gerçekleştiririz, ya da programdan çıkarırız”

Sıtkı Matar
(Novum Tour Operasyon Müdürü)
“Piyasada belgesiz ve yetkisiz yüzlerce kurum ve kişinin bile tur sattığı bir dönemde, bir yandan onlarla mücadele ederken, bir yandan da nasıl zarar etmeden turları gerçekleştiririz diye kafa yoruyoruz”

Harun Ertan
(Tui Operasyon Müdürü)
“Yaklaşık 700 kilometrelik bir turu satmanın zaten zor olduğu kesin, bir de bunun üzerine gelen ilave masraflar, bu turu programdan çıkarmamızı gerektiriyor.”

Utku Güven – Aliye Aral


 

Avrupa’ya son 180 metre

Boğaz demiryolu geçişi, İstanbul’un Avrupa yakasındaki Halkalı ile Asya yakasındaki Gebze ilçelerini raylı sistemle kesintisiz bağlamayı amaçlayan Marmaray Projesi’nin en önemli ayağı.

Proje kapsamında yapılacak istasyonların inşasında, arkeolojik kazılar nedeniyle gecikme yaşanıyor. Son olarak, Ulaştırma Bakanlığı adına proje yürüten DLH’nın (Demiryollar, Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğü) Temmuz 2008’de çalışmaya başlamayı planladığı Yenikapı İstasyonu, arkeolojik kazının son aşamasında karşılaşılan tarihöncesi buluntular nedeniyle mühendislere teslim edilemedi.

Başlangıç aşamasında projenin en zor bölümü olarak görülen Boğaz geçişi ise sorunsuz ilerliyor. İlki 24 Mart 2007’de batırılan tüp tünellerin dokuzuncusu bugün suya indirildi. Birbirine eklenen 11 adet tüp tünelle sağlanacak sualtı demiryolu geçişinin toplam uzunluğu 1387 metreyi bulacak.

Ekim 2011’de tamamlanması planlanan Boğaz geçişi, 2012’de hizmete girebilecek. Böylece kentin iki yakası arasındaki yolculuk, dört dakikaya inecek.

İşvecan Özen-Gökhan Tan

İstanbul’daki komünistler için Son Kumsal

HaberVs

Geçtiğimiz hafta İnebolu ve Abana’da gösterimi engellenen, Karadeniz Otoyolu’nun yapımı sırasında yaşanan doğa katliamının anlatıldığı Son Kumsal belgeselini Yapımcı Aydın Kudu ve Yönetmen Rüya Arzu Köksal’ın izniyle yayınlıyoruz.

Toplam 56 dakika uzunluğundaki belgeseli yandaki video ikonlarına sırasıyla basarak izleyebilirsiniz.

Geçtiğimiz hafta Medyakronik’in haberinde de yer aldığı gibi belgeselin Karadeniz sahilindeki gösterim programının İnebolu durağında, filmin gösterimi Belediye Başkanı İdris Güleç tarafından engellenmiş, ertesi gün de Abana Kaymakamlığı belgeselin Abana’daki gösterimine izin vermemişti.

22 Temmuz akşamı İnebolu’da yaşanan olayda belgeselin 7’nci dakikasında Başbakan Erdoğan’ın otoyol açılış görüntülerinin ardından Belediye Başkanı İdris Güleç, Aydın Kudu’yu yanına çağırarak “Başbakanı doğa düşmanı gösteriyorsun! Sen bu filmi al İstanbul’daki komünistlere izlet!” diyerek yapım ekibinin ilçeyi terk etmesini istemişti.

İstanbul’daki gösterimler

Diğer yandan Belgesel Sinemacılar Birliği (BSB) filmin lapımcılarına destek vermek amacıyla Son Kumsal adlı belgeseli 26 Temmuz-2 Ağustos arasında İstanbullu izleyiciyle buluşturuyor.

BSB tarafından yapılan açıklamada 22 Temmuz’da İnebolu’da ve 23 Temmuz’da Abana’da yaşanan olaylar hatırlatılarak “Arkadaşlarımıza destek vermek ve filmi izlemek isteyenler için BSB Cep Sineması’nda gösterimler yapılacaktır.” deniliyor.

BSB’nin gösterimleri 28 Temmuz-2 Ağustos arasında her gün saat 14:00’te BSB’nin Erol Dernek Sokak no: 10 Kat 5 Beyoğlu İstanbul adresindeki merkezinde gerçekleştirilecek. Bilgi almak isteyenler için telefon 0212-245 90 96

Ayrıca belgeselle ilgili daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler sayfasını ziyaret edebilirler.



Nihat Kahveci: “Yorumculara kulak asmayın”

Yıldızlardan herhangi birinin üzerinde çok önceden yazıyor muydu bilinmez: “Nihat Kahveci adındaki çocuk günlerden bir gün başarılı bir futbolcu olacak. Top ayağına değdiği anda, milyonlarca insanın kalbindeki şapka beş kere uçup üç kere konacak.”

İşçi bir babanın altı çocuğundan ortancası olarak İstanbul Esenler’de henüz top değil ama hayat-memat meseleleri peşinde koşarken o da bilmiyormuş. Beşiktaş’ta oynayacağını (1997), İspanya’nın Real Sociedad takımına 5 milyon Euro’ya transfer edileceğini (2001), Milli Takım’la dünya üçüncülüğü yaşayacağını (2002), İspanya’da yılın futbolcusu seçileceğini (2004), Villarreal CF ile La Liga ikinciliği yaşayacağını (2008) ve takımın en çok gol atan futbolcusu olacağını vesaire.

Zaten futbola da 16 yaşında başlamış.

Şans mı? Kader mi? Çok çalışmak mı? Zapturapt bir hayat mı? Fırsatları iyi görebilmek mi?
Ona göre, hepsini al ve koy bir sepete. Çünkü yetenek bile tek başına beş para etmiyor bu devirde.

Valencia’nın 170 bin nüfuslu Castellon kentinde “Hey Amigo!….”, şeklinde başlıyor cümlelerine. Gerisi tıkır tıkır geliyor. Sanki 1978 Giresun doğumlu değil de, 42 yıllık İspanyol gibi. Aksansız. Bukalemun gibi araziye uyum sağlamış.

Amigo’nun kim olduğu duruma göre değişiyor. Paella servisi yapan garson, “Sen bir numarasın” diye omzuna vuran manav, bankta öpüşmelerine ara verip “İki değil de lütfen üç gol at” diye ricada bulunan sevgililer… Hepsiyle tek tek durup konuşuyor. O maçta topun neden öyle değil de böyle gittiğini anlatmaya gocunmuyor.

Güneşi aynı güneş. Denizi aynı deniz. İşte bildiğin Akdeniz. Burada top oynamaya da, yaşamaya da bayılıyor. Mümkünse jübilesini de İspanya’da yapmak istiyor. “Tabii kader belli olmaz ama” Türkiye’ye dönmeye hiç mi hiç niyeti yok. Castellon’u Çeşme’nin sezon dışı boş hallerine benzetiyor. Artık İstanbul’un kendisine olmasa da trafiğine, kalabalığına ve kaotik ortamına tatillerde bile zor dayanıyor. Yeni doğan kızı Selin’i burada büyütmek istiyor.

Katlana katlana arka cebe sığan şemsiye gibi. Derli toplu kompakt bir hayat.

Evi Castellon’da, 2006’dan beri oynadığı Villarreal takımına adını veren kasabayla arası, arabayla 15 dakika uzaklıkta. Arabası Porsche marka. Güzel araba kullanmak ikinci hobisi. Birincisi zaten mesleği.

Vila-real:
50 bin nüfuslu.
Stadyumu Elmadrigal, 22 bin kişilik.
17 bini kombine.

Maçlarda stadyum tıka basa doluyormuş. Vila real kasabasındaki hırsızlara işte en çok bugünlerde iş düşüyormuş. Çünkü hesap, iki kere ikinin ne ettiği kadar ortada. Maç günleri kasabanın yarısı stadyumda olunca, hırsızlar hangi eve gireceklerini şaşırıyormuş. Tabii onların bile aklı o sırada aslında işlerinde değil, maçta oluyormuş.

İspanyol taraftarlar küfür etmezmiş. Ama sloganları Beşiktaşlıların yaratıcılığının yanından bile geçemezmiş. Zaten Beşiktaş formasıyla çıktığı o ilk resmi karşılaşmadan (9 Kasım 1997, Bursaspor maçı) önce babasına şöyle bir laf etmiş: “Baba be, istersen bu maça sen hiç gelme… Annemle ilgili çok kötü şeyler duyabilirsin. Sinirin falan bozulur, kaldıramayabilirsin.”

Babası o gün oğlunun sözünü dinlememiş. Ama bir daha da hiçbir maçına gitmemiş.

Elmadrigal’deki maçlarına bazen karısı bile geliyormuş. Karısının bu hayattaki önemi çok büyük. Aslında ilk zamanlarında çok zorlanmış İspanya’da. Neyse ki sevgilisi Pınar’la evlenip onu da İspanya’ya getirdikten sonra ortalıkta çiçekler açmış. Bambaşka bir memlekette hayata uyum sağlaması (toplamda 6 yıl) Pınar sayesinde olmuş.

İspanya’da taraftarın da, spor basını ve yorumcunun da akıl, mantık çerçevesinden çıkmıyor olmasını takdir ediyor. Çünkü burada hiçbir futbolcu anlık heyecanlarla bulutların tepesine, hop oradan yerin dibine sokulup çıkarılmıyor, özel hayatı didik didik edilmiyormuş. Yıldız adayı futbolculara da bir tavsiyesi var:

“Türkiye’de bilen bilmeyen herkes ‘Tabii aralarında işlerini çok iyi yapanlar da var’ futbol yorumcusu. Tavsiyem fazla televizyon seyretmemeleri, söylenenlere kulak asıp, strese girmemeleri. Ama tabii hangi kanalı açsan 50 tane spor programı var. Bir futbolcu bir maçta zaten iyi mi kötü mü oynadığını bilir. Ben yorumcu olsaydım, ‘Şu, bugün kötü oynadı. Çünkü geçen gün diskoya gitti’ diye konuşmazdım.”

Takımdaki en iyi arkadaşı Robert Pires’miş. Ama zaten idmanlar, deplasmanlar derken karısından bile çok onu gördüğü için dışarıda öyle pek buluşmazlarmış. Maçlardan 45 dakika önce diğer futbolcular gibi soyunma odasında oluyormuş. Burada son ses müzik dinlerler, şakalaşıp eğlenirlermiş. Sonra zamanı geldiğinde dua edip sahaya mutlaka sağ ayağıyla adım atarmış.

İşte binlerce gözün üzerinde olduğu ve artık zamanın durduğu an. Milyonlarca kişi tanıyor olsa da netice de o da bir insan. Ve onun da bir sinir sistemi var. O koca sahaya ilk çıktığında dizleri tir tir titrermiş. Ama maç başlar başlamaz, bütün dünya küçülür, küçülür futbol topuna dönermiş.

İyi oynarsa birileri üzülüp, birileri sevinecek. Düzen böyle gelmiş, hep böyle gidecek. Ve eğer gol atarsa, her zaman yaptığı gibi sol elinin yüzük parmağını öpecek. Sonra da karısına gönderecek.

Nihat Kahveci ile yaptığımız söyleşinin videosunu izlemek için resmin altındaki kamera ikonuna tıklayın


Nihat Kahveci

1979 İstanbul doğumlu Nihat KAHVECİ, Beşiktaş’ın altyapısında yetişmiş ve 1997/1998 sezonunda dönemin Beşiktaş teknik direktörü John Benjamin Toshack tarafından A takıma alınmıştı. Beşiktaş’ta dört sezon oynayan ve 65 gol atan Nihat Kahveci 2002’de, Toshack’ın çalıştırdığı İspanya’nın Real Sociedad takımına, 5 milyon avro bonservis bedeliyle transfer edildi. Beşiktaş taraftarı, takımın yükselen yıldızının yüksek bir bedelle de olsa gönderilmesini hiçbir zaman kabullenmedi.

Nihat, İspanya’daki ilk sezonunda takımın sürekli oyuncusu olamadı. Ancak ikinci sezonu 2002/2003’te Sırp Forvet Darko Kovaçeviç ile büyük bir uyum gösterdi ve La Liga’nın düşük bütçeli takımlarından Sociedad’ı şampiyonluk potasına soktu. Milli futbolcu o sezon lig maçlarında 23 gol attı. Ancak takımı Sociedad şampiyonluğu, sezon bitimine iki hafta kala Real Madrid’e kaptırdı. Nihat Kahveci, 2003/2004 sezonunda da çıkışını sürdürdü ve 16 gol attığı bu sezonda İspanya’da yılın futbolcusu seçildi.

2004/2005 sezonunun ortasında sakatlanan Nihat, o ana kadar İspanya’da oynadığı üç sezonda Real Madrid’in Brezilyalısı Ronaldo ile birlikte La Liga’nın, 50’nin üzerinde gol atan iki futbolcusundan biri oldu.

Nihat, 2006’da İspanya’nın Villareal takımına transfer oldu ancak ligin henüz başında sakatlanarak sezon boyunca sahalardan uzak kaldı. Nihat’ın dönüşüyle Villareal, tekrar iddialı duruma geldi ve 2007/2008 sezonunda Real Madrid’in arkasından ikinci oldu. Villareal, bu performansıyla bile lig üçüncüsü Barcelona’nın 10 puan üzerinde yer aldı.

2000 yılında ilk kez oynadığı Türk Milli Takımı’nın kaptanı ve değişmez oyuncusu olan Nihat Kahveci, ulusal takım formasıyla 17 gole imza attı.

Villereal bonservis ödemeden aldığı Nihat’ı tekliflere karşı ısrarla satmayacaklarını söylüyor.

(Derleyen: Eren Bircan)

Bilge Egemen



 

Cezaevinde hukuk kliniği

İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencileri, Bakırköy Kadın Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumu’ndaki tutuklu ve hükümlülere 8 hafta boyunca hukuk eğitimi verdi.

Hukuk Kliniği adı altında gerçekleştirilen projede tutuklu ve hükümlülere anayasa ve temel haklar gibi temel kavramların yanı sıra, aile hukuku, iş hukuku, kira hukuku, kadına karşı şiddet gibi gündelik hayatta karşılaşabilecekleri konularda da hukuki bilgiler verildi.

Tutuklu ve hükümlüleri hukuki açıdan güçlendirmeyi amaçlayan proje, aynı zamanda öğrencilerin sosyal sorumluluk ve toplum önünde konuşabilme gibi becerilerine de katkı sağladı. Kurum yetkilileri projenin tutuklu ve hükümlüler için son derece verimli geçtiğini ve projenin devam etmesini istediklerini belirttiler.

İstanbul Bilgi Üniversitesi, Hukuk Fakültesi tarafından Türkiye’de ilk defa gerçekleştirilen projenin sonunda katılımcılara sertifika verildi.

Haber: Cem Hakverdi
Kamera: Haldun Ülkü

Roisin Murphy, Shantel, Gogol Bordello ve santral…

Yazın ilk festivali Efes Pilsen One Love Festival 7, Santralistanbul’da festivalcilerin ayaklarını yerden kesti. 21-22 Haziran tarihlerinde gerçekleşen şenlikte eğlence gün boyu devam etti. İlk gün Bedük, Long Blondes, Hot Chip ve Roisin Murphy katılımcıları dansa doyururken; ikinci gün Baba Zula, Miss Platnum, Shantel& Bucovina Club Orcestar ve Gogol Bordello gypsy ruhu ve müziği ile Santralistanbul’u inletti. Bu büyük eğlenceden görüntüler haberimizde…

İşvecan Özen
Kamera:
Erdem Özüer

Dolmabahçe Sarayı satıldı!

Medyakronik muhabirleri, “Sokağın Dili” programı için kimi zaman gerçekle ilgisi olmayan “abes” sorularla halkın karşısına çıkıyor. Muhabirler, bu röportajlardan birinde sokağa “Dolmabahçe sarayı satılmış, ne diyorsunuz” sorununu yöneltmişti. Ancak bu sorunun, cevaplayan pek çok kişi tarafından gerçek gibi algılanması nedeniyle haber bandını yayınlamamıştık. Çırağan Sarayı’yla ilgili gelişmeler, yaklaşık iki ay önce kaydedilen bu bandı gündeme getirdi.

Haber: Sema Topbaş-Serhat Cenkçiler

 

 

Beyoğlu’nda bir cam ustası

Cam işçiliği sınır tanımaz. Bu iş bir gönül işidir. Severek yaparsan karşılığını alırsın.”

Bu sözler bir cam ustasına ait. Emrah Evin, İstiklal Caddesi Örs Pasajı’ndaki küçük dükkânında ateş ile cam işleyen ve cama verebilecek her şekli üretebilen bir sanatçı.

Siz onu izlediğinizde ortaya çıkacak şeyi merakla tahmin ederken, o ise beyninden o anda ne geçiyorsa cama yansıtıyor, hayallerini cama işliyor. Yaptığı şeylerin hiçbiri birbirine benzemiyor çünkü her defasında farklı hareketlerle farklı şekiller ortaya çıkabiliyor.

Dedelerinden kalma bu mesleği hala devam ettiren Emrah, yaptığı işin hiçbir zaman bir doyum noktasının olmadığını şöyle açıklıyor: “Cam sınır tanımadıkça benim yaptığım işin bir sınırı olmaz. Camla uğraşmak, ona şekil vermek her an bana yeni şeyler katıyor. Ona ne kadar severek yaklaşırsam o kadar güzel şeyler ortaya çıkıyor. Ondaki özgürlük bana yansıdığı zaman bende sınır tanımıyorum…”

Haber-Kamera: Selahattin Altunkılıç