Milli gelir, suyla nasıl hesaplanır?

Ünlü Avustralyalı iktisatçı Phillips, 1949’da savaş uçaklarının parçalarıyla, suyla çalışan bir makine icat eder. Amaç milli geliri hesaplamak ve gelirin oluşumunu açıklamaktır. Bu aletten yaklaşık 15 tane daha üretilir ve aynı dönemde bir örneği de 10 bin Sterlin karşılığında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne getirtilir.

Moniac (Monetary National Income Analogue Computer) adı verilen milli gelir makinesinin dünyada en iyi korunmuş olanı Türkiye’de. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Serdar Ongan makinenin böyle sağlam kalmasının sebebini kıymetinin anlaşılamamasına ve bir kenara bırakılmasına bağlıyor. Serdar Ongan milli gelir makinesinin nasıl çalıştığını HaberVs’ye anlattı.

 

1 Mayıs şiddetinin yeni belgesi

Ahmet Şık

Polis şiddetinin damga vurduğu İstanbul’daki 1 Mayıs kutlamalarında yaşanan şiddet görüntüleriyle ilgili basında çıkan haberlerden sonra açılan soruşturmada iki polise fatura kesildi. İçişleri Bakanlığı müfettişleri, 28 polisin ifadesine başvurulmuş ancak iki polis hakkında adli ve idari soruşturma açılmasını talep etmişti. Müfettişler, polisin şiddet uyguladığını belgeleyen onlarca görüntü ve fotoğrafa rağmen, diğer polislere ulaşamamamıştı.

Buna göre DİSK binası ile Şişli Etfal Hastanesi’ne gaz bombası atılması, yerde yatan savunmasız insanların tekme ve coplarla dövülmesi, ÖDP binasının basılıp parti üyelerinin dövülmesi, 530 kişinin dövülerek gözaltına alınması ve Cumhuriyetgazetesi muhabiri Ali Deniz Uslu’nun kolunun kırılmasını “iki süper polis” gerçekleştirmiş oluyordu.

Sığ soruşturma

Medyakronik’in ulaştığı, Prof. Nurettin Mazhar Öktel sokaktaki bir şirkete ait güvenlik kamerası tarafından kaydedilen görüntüler, sorumlularının iki polisle sınırlı olmadığını bir kez daha gösteriyor. Polisin müdahalesi üzerine bu sokağa kaçan grubun bir bölümü Cumhuriyetgazetesinin bahçesine sığınıyor. Kaçmaya devam eden insanlardan, biri yaşlı iki kişi ayakları takılarak yere düşüyor. Üniformalı ve sivil bazı polislerin dövmeye çalıştıkları iki ikişiye, başlarındaki amir engel oluyor. Meslektaşlarını üç kez engelleyen amir sırtını döndüğü anda, polisler yerde yatan insanları tekme ve coplarla dövüyor.

1 Mayıs olaylarından sonra basında çıkan eleştiriler üzerine İçişleri Bakanlığı inceleme başlatmış ve görüntüleri inceleyen müfettişler de, Bahçelievler İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde görevli iki polis memuru hakkında “idari ve adli soruşturma açılmasına” karar vermişti. Valilik bünyesinde oluşturulan bir komisyon tarafından MOBESE ve televizyon kameraları ile gazetelerde yer alan fotoğraflar incelenmiş ve haklarında soruşturma açılanlar da dahil olmak üzere 28 polisin ifadesi alınmıştı. İnceleme komisyonu tarafından hazırlanan ön raporda Cumhuriyetgazetesi bahçesinde gazeteci Ali Deniz Uslu’un copla kolunun kırılması, Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne gaz bombası atılması DİSK binası önünde yerde yatan bir kadın göstericinin başına tekme atılması olayıyla ilgili soruşturma başlatılmasına karar verilmişti.

Ön raporun ardından İçişleri Bakanlığı tarafından görevlendirilen iki müfettiş, bir hafta boyunca incelemede bulunmuş ve “orantısız güç kullandığı” belirlenen iki polis memuru hakkında “idari ve adli soruşturma açılmasına” karar vermişti. Diğer polislerin ise sicil numaralarının üniformalarında bulunmaması ve kasklarının kimliklerini tanımaya engel olması nedeniyle kim oldukları “belirlenememişti”.


Hangi iki kişi?

Her ne kadar 28 polisin ifadesi alınıp sadece iki kişiye fatura kesilse de 1 Mayıs’tan akıllarda kalan ve sadece gazetecilerin tanık olduğu şiddet örnekleri şöyle:
DİSK binasına gaz bombası atıldı. Bir çok işçi gazdan zehirlendi. Sendikacılar ve işçiler dövüldü.

Şişli Etfal Hastanesi’nin bahçesi ile acil servis biriminin yakınındaki kantine kasten gaz bombaları atıldı. Çoğu kadın ve çocuklardan oluşan onlarca hasta gazdan etkilendi.

Eylem sırasında düşen bir kadın gösterici savunmasız bir şekilde yatarken bir sivil polis tarafından kafasından tekmelendi.

Özgürlük ve Dayanışma Partisi il merkezi ve Harita Mühendisleri Odası basıldı. ÖDP önünde partilileri döven polisler binanın içine de gaz bombaları attı. Bu olayda gaz bombası ve plastik mermiyle 20’den fazla kişi yaralandı.

Beyoğlu’nda bir gösterici grubunun içinde yer alan Ahmet Seyhan başına cop, kaburgalarına demirle vurulması üzerine yaralandı. Yine aynı grubun içinde yer alan Uğur Özdoğru, polisler tarafından zorla yere yatırılıp dövüldü. Elleri, kulakları ve vücudunun çeşitli yerlerinden coplanarak yaralandı.

Cihangir Firuzağa’da çıkan olaylardan sonra, göstericilerle ilgisi olmayan ve kahvede oturan bir kişi polis tarafından copla dövüldü.

Harbiye’de bir gösterici grubuna gaz sıkılırken kimi polisler de silah çekti.

Gün boyunca polisin attığı gaz bombaları nedeniyle yüzlerce kişi zehirlendi ya da fenalaştı. Şişli ve Taksim arasındaki tüm cadde ve sokaklar gaz bombasından etkilenen ve yerlerde yatanların görüntülerine sahne oldu.

Taksim çevresindeki kafeleri basan polisler içeride oturanları döverken kimi kafelerin içine de gaz bombası atıldı. Bazı kişiler keyfi şekilde gözaltına alındı.

7 tepe, 7 tünel, sayısız çatlak

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin “7 tepe 7 tünel” projesi Mart 2006’da gündeme geldi. Konunun uzmanları tarafından “çıkmaz sokak” diye nitelenen bu proje, trafik için umulan rahatlamayı sağlamayacağı, yüksek maliyeti ve gerekli zemin araştırmalarının yapılmadığı gerekçeleriyle çok tartışıldı.

Dolmabahçe-Bomonti ve Piyalepaşa-Kağıthane arasındaki ilk iki tünelin yapımına bu tartışmalar içinde başlandı. Proje gibi, tüneller için vurulan ilk kazma da tartışmalıydı. Çünkü Büyükşehir Belediyesi, bu iki tünelin yapımı için ihale açmamış ve yapımcı firmaları “ani ve beklenmeyen durumlarda” başvurulan “davet usulü”ne göre belirlemişti.

Çatlayan binalar

İnşaat Mühendisleri Odası (İMO), tünellerin, güzergâh üzerindeki binalara hasar verebileceği konusunda uyarıda bulunanlardan biriydi. İMO İstanbul Şubesi Başkanı Cemal Gökçe, “Yasal çerçevede bir ihale yapılmadı. Dolayısıyla konu ciddi bir proje olarak ele alınıp, güzergâhında fizibilite çalışması yapılmadı. Bu anlayışla yürütülen bir inşaatın, sıkıntı yaratması kaçınılmazdı” diyor.

Cemal Gökçe’nin dile getirdiği endişelerin haklılığı Okmeydanı semtinde ortaya çıktı. Bu semtteki dört binanın temelinde, Piyalepaşa-Kağıthane Tüneli’nin etkisiyle çökme görüldü ve binalar boşaltılarak mühürlendi.

Aynı şekilde Talatpaşa mahallesi Savaş sokakta bulunan 10 binanın, kolon ve duvarlarında ciddi çatlaklar oluştuğu belirlendi. Talatpaşa Spor Kulübü Lokali de bulunduğu beş katlı bir bina ile Savaş sokaktaki beş ile iki katlı yapılarda oturan vatandaşlar Ağustos 2007’de tahliye edildi.

Nisan 2008’de, diğer tüm tüneller gibi çift yönlü olması planlanan Bomonti Dolmabahçe Tüneli`nin tek yönde kazısı tamamlandı. Belediye, gelinen aşamayı tünelin içinde gerçekleşen bir etkinlikle kutladı. Aynı günlerde, bu tünelin geçtiği Kurtuluş ve Harbiye semtlerinden “çatlak sesler” yükselmeye başladı. Kurtuluş’taki Bilezik sokak ve Harbiye’deki Ölçek sokakta bulunan onlarca apartmanın duvar ve kolonlarında çatlaklar oluştu. Bina temelindeki oynama nedeniyle, kapı ve pencereler kapanamaz hale geldi.

Medyakronik muhabirleri, Ölçek sokakta yaşayan ve binaları zarar gören İstanbulluları ziyaret etti. Evlerinin görüntüsü, bir deprem sonrasını çağrıştıran vatandaşlar, genel olarak Belediye’nin üzerine düşeni yapmadığını dile getiriyor. Evinin yıkılma tehlikesi nedeniyle can güvenliği sorunu yaşadığını dile getiren bir vatandaş, çatlakların sıvayla kapanmak istenmesini “Örtbas etme” olarak yorumluyor. Tünelin mağdur ettiği bir başka ev sahibi ise toplu dilekçe vermelerine rağmen, “Önce tünel projesinin bitmesinin bekleyin” cevabını aldıklarını belirtiyor.

Topbaş: “Proje sayesinde gelecek kuşaklar sıkıntı çekmeyecek”

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı, Dolmabahçe-Bomonti tüneli için Nisan ayında gerçekleştirilen törende, bu projeler sayesinde gelecek kuşakların sıkıntı çekmeyeceğini söylemişti. Görünen o ki, daha proje bitmeden yaşananlar, İstanbul halkının canından endişe etmesine neden oluyor.

Kurtuluş Bilezik sokaktaki mağdurlardan, milli atlet Bahattin Boğaz, Sabahgazetesinde yer alan habere göre, belediye yetkililerinin hasar gören eviyle ilgili bir çalışma yapmamasına tepki göstererek bir deprem uzmanından yardım aldı. Uzman, evin durumunu şöyle ifade etti: “Bu binada bir saat bile oturulamaz. Binanın kolonları dikine değil, enlemesine çatlamış. Her an çökebilir”.

Yeni tüneller

Gelgelelim tünel çalışmaları, verdiği hasarlara rağmen hız kesmeden devam ediyor. Dolmabahçe Bomonti ve Piyalepaşa Kağıthane arasındaki tünellerin Eylül 2008’de tamamlanması planlanıyor.

Sarıyer Çavuşbaşı ve Fulya Levazım arasındaki tünellerin de kazı çalışmaları başladı. “7 tepe 7 tünel” projesi kapsamında toplam uzunluğu 142 kilometreye ulaşan 32 tünelin inşası planlanıyor. Tünellerin, bağlantı yollarıyla TEM’e bağlanması da projenin hedeflerinden.

İhale aşamasında olan ve yakın zamanda başlanması ön görülen tüneller şunlar:
Levazım Sitesi -Akatlar Tüneli (6720 metre), Levazım-Zincirlidere Tüneli (2.940 metre), Eyüp (Silahtarağa ) Caddesi-Gaziosmanpaşa Caddesi Tüneli (200 metre).

Prof Tezcan: “En büyük ihanet”

Karayolu tünellerinin İstanbul için çözüm oluşturmayacağını savunanların temel dayanağı, tünellerin otomobil kullanımını özendireceği ve trafik yoğunluğuna gerçek çözümü getirecek metro gibi toplu taşıma alternatiflerine engel olacağı.

Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Semih Tezcan’a göre otomobiller, İstanbulluların sadece yüzde 15’ine ulaşım imkanı sağlamakla birlikte, yolların yüzde 94’ünü işgal ediyor. Tezcan, karayolu tüneli inşasını neden “İstanbul’un ulaşımına yapılabilecek en büyük ihanet” olarak gördüğünü şöyle anlatıyor: “Bir metro trenin bir yönde taşıdığı yolcuyu otomobillerle taşıyabilmek için, peş peşe 16’lık diziler halinde, 46 şeritli bir yola ihtiyaç gösteren 736 otomobillik bir filoya ihtiyaç vardır. Otomobillerle ulaşıma öncelik verirseniz, ne 46 şeritlik bir karayolu bulabilirsiniz, ne de içinde yaşanılacak bir kent.”

Maliyet ne kadar gerçekçi?

Büyükşehir Belediyesi metro inşasının, hem maliyet hem de fiziksel imkanlar açısından imkan dahilinde bulunmadığını savunuyor. Buna göre bir kilometre karayolu tünelinin inşası 10 ile 15 milyon dolar arasında değişirken, metro hattının bir kilometresi 30 milyon dolara çıkıyor.

Öğretim üyeleri, bu maliyetlerin de gerçekleri yansıtmadığı görüşünde. Prof. Dr. Semih Tezcan, iki gidiş, iki geliş dört şeritli bir karayolu tünelinin çapının minimum 17 metre olması gerektiğini ve durumda gerçek maliyetin kilometre başına 15 değil, en az 60 milyon dolar olduğunu belirtiyor. Tezcan, metro tünelinin kilometre başına inşaat maliyetinin, elektromekanik aksam ve istasyonlar hariç 30 milyon dolara çıkacağını belirtiyor.

Belediyenin toplam 2 milyar dolara mal edeceğini iddia ettiği karayollarının 4 milyar dolardan daha düşük bir miktara tamamlanamayacağı görülüyor. İTÜ Ulaştırma Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Haluk Gerçek, arada kilometre başına 10 milyon dolar fark olsa bile, tercihin metrodan yana olması gerektiğini savunuyor. Çünkü karayolundaki bir şeritte saatte 2 bin araç geçebiliyor ve İstanbul’daki otomobillerde ortalama yolcu sayısı 1.7 olduğu için, bir saatte 4 bin yolcu taşınabiliyor. Oysa metro, saatte 70 bin yolcu taşıyarak trafik yoğunluğunda önemli bir rahatlama sağlayabiliyor.

İnşa halindeki karayolu tünellerinin İstanbul trafiğine katkısı pek çok soru barındırıyor. Gelinen noktada tartışma götürmeyen tek şey, karayolu tünellerinin zarar verdiği binalarda yaşayan İstanbulluların canlarının tehlikede olması.

Haber: Gökhan Tan
Video: Sebu Akman-Haldun Ülkü

‘Bazı çevrelerin sırtınızı okşaması başarı değil’

Bugün Kanal D’de yayınlanmaya başlayan “Yol Arkadaşım” adlı dizinin Senaryosu’nu da yazan ünlü yönetmen Çağan Irmak geçtiğimiz günlerde Colors of Bilgi Kulübü’nün davetlisi olarak santralistanbul’daydı.

“Hayatımda taktik ve başarılı olma çabası yok. İşinize taktik ve başarı çabası girerse o zaman kurallara uygun filmler yaparsınız, belirli çevreler de sırtınızı okşar, ama o da gerçek başarı olmaz” diyen Çağan Irmak, televizyonda hiç yerli dizi seyretmiyor…

Çağan Irmak’la özel söyleşimizi izlemek için videoya tıklayın…

Bilgi’deki söyleşiden notlar…

“Ulak’taki karakterlerin yeterince kötü olmadığını söyleyenler var, Kızını satan kadın, ot satan adam yeterince kötü değil mi? Dünya bu noktaya geldiyse korkmamız lazım”

Çağan Irmak kendi deyimiyle, “yüzlerle senaryo yazan” biri… Kendisini en iyi anlatan filmin “Ulak” olduğunu söylüyor. Bu çok sevdiği filminin bir diğer farkı da “Ulak” karakterinin senaryoyu yazarken yüzü olmamasıymış. Yüzüne bir anda kavuşmuş film; dublörlerden birini görür görmez “Ulak sensin” demiş Çağan Irmak. Ömer’in elinde ekmek taşıyarak beyaz sisin arasından gelmesi ise bu filmde en sevdiği sahne.

Ulak filmindeki kötü karakterler için yeterince kötü değil diyenlere ise şaşırıyor: “Kızını satan kadın ve ot satan bir adam yeterince kötü değil mi?.. Dünya bu noktaya geldiyse korkmamız lazım”

Irmak’ın mesleğiyle ilgili tek “keşke”si ilk filmi. Yayınlanmasını istemediği tek filmi, “Bana Şans Dile”. “O acemilik, ergenlik öfkesi, dünyaya ders vermekti belki de” diyor. Filmini DVD’lerin arasında gördüğünde kafasını çevirmiş. Çağan Irmak’a göre o filmin tek faydası İsmail Hacıoğlu gibi, sinemaya başarılı oyuncular kazandırması olmuş.

Türkiye’yi ağlatan filmi “Babam ve Oğlum” için “Televizyon dizisine yakın bir filmdi. Ağlatması da bilinçli bir tercihti” diyor. Aslında dizileri ve filmleri birbirinin devamı gibi. Televizyon dizisi olan ‘Çemberimde Gül Oya’ 80 darbesinde bitiyor. ‘Babam ve Oğlum’ 80 darbesinde başlıyor. Çocuğun da hayalleri bu filmde başlıyor. Ulak’ta ise hayallerin devamı geliyor.

Çağan Irmak, Türkiye’de pek kimsenin görmediği fark etmediği şeyleri, kişileri fark edip göstermeyi seviyor. Ulak’taki ayakkabıların Troya, Harry Potter gibi Hollywood filmlerinin ayakkabılarını yapan Kayserili ayakkabı ustasının elinden çıkması bunun bir örneği.

“Benim filmlerimde insanlar çok konuşuyor. Ama Türkiye’de insanlar çok konuşuyor zaten” diyor. Senaryolarını gündüz enerjisiyle yazan, sokaklardan, yolculuklardan, yüzlerden beslenen bir sinemacı Çağan Irmak. Gelecekteki en önemli projesi Ulak’ın devamını filmlerini çekip bir üçleme yapmak.


Haber: İşvecan Nur Özen

Umuda müzikle yolculuk


Batman’da ölen babasından kırık curası yadigâr kalmış. Önder Karabulut’un müziğe ilgisi işte böyle başlamış. Batman’da hayat çok zormuş. 9 yaşında kalabalık ailesiyle geldiği İstanbul’da çöp toplamaya kadar yapmadığı iş kalmamış. Şimdi Maslak’ta bir restoranda part-time garsonluk yapıyor. Ama müzik hayattaki tek amacı. Önder Karabulut gitar çalıyor, besteler yapıyor. Hatta İngilizce bestelerini geliştirmek için kursa gidiyor. Ve umutla günlerden bir gün keşfedilmeyi bekliyor.

Erdem Özüer
eozuer@medyakronik.com
Kameraman: İşvecan Nur Özen

Mezardaki cerrahlar

Bir ameliyatta kullanacağı aletleri hazırlarken, ertesi gün ameliyat olacak hasta geliyor yanına. Aletleri göstererek;
“Bunlarla mı ameliyat olacağım ben” diye soruyor.
O dönmede henüz uzmanlık eğitimi görmekte olan, Prof. Dr. Erdoğan Yalav
“Beğenmedin mi” karşılığını veriyor. Hasta,
“Ben bu aletlerin aynısını mezarlardan çıkartıyorum da, ondan şaşırdım” karşılığını veriyor.

Bugün 78 yaşındaki Erdoğan Yalav’ın, antik cerrahi aletleriyle tanışması 1955 yılındaki bu olayla gerçekleşiyor. “Köylü farkındaydı, nerden öğrenmişti bilmiyorum ama bizde, arkeoloji müzeleri çevresinde bile bu aletlerin ne olduğunu bilen yoktu” diyor deneyimli cerrah. Yalav’ın bu aletleri tanımasına, bir başka cerrah, 1907 yılında bu konudaki tek kaynağı kaleme alan John Stewart Milne, Surgıcal Instruments In Greek And Roman Tımes (Yunan ve Roma Devirlerinde Cerrahi Aletler) eseriyle yardımcı oluyor.

Prof. Dr. Erdoğan Yalav, o tarihten bugüne antik dünyanın kullandığı tıp aletlerini topluyor. Türkiye’nin bu konuda belki de en büyük ve özgün koleksiyonuna sahip. Kulak sondalarından, ilaç ölçeklerine, cerrahi aletlerden bakım setlerine yüzlerce buluntu var bu koleksiyonda. Yalav, Kültür Bakanlığı’na tarafından verilen koleksiyoner belgesine sahip. Eserlerin hepsi müze uzmanlarınca kayda alınıyor.

İşte bu özgün koleksiyon, ilk kez, Yalav’ın mensubu olduğu Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nin sanat galerisinde görücüye çıktı. “Tanrısal Gücün Elçileri: Antik Çağ’da Tıp Aletleri Sergisi”, Tunç Devri ve Roma Dönemi’ne ait 200’ün üzerinde eseri kapsıyor.

Sergi, İstanbul Nişantaşı’ndaki hastanenin sergi salonunda, pazar günü hariç 11:00-19:00 saatleri arasında, 30 Mayıs’a kadar görülebilir.

Sebu Akman-Haldun Ülkü

Kuzguncuk’ta dünya limanı

Haber:

Senih Onur, daha altı yaşındayken Kuzguncuk’taki yalılarından gemileri izlermiş ve evlerinin duvarlarına resimlerini çizmeye çalışırmış. 1940’lı yıllarda çok az ailenin sahip olduğu fotoğraf makinesi ile gemilerin fotoğraflarını çekmeye başlamış. Onur, küçük yaşlarda kaptan olmak istemiş ama gemi alım satımlarında görev alan babası ve hayli disiplinli, ev hanımı annesi onun okumasını istemiş. Ailesinin sözünü dinlemiş; Fransız okullarında öğrenim görmüş ama yine de gemilerden vazgeçememiş.

Zamanla İstanbul Boğazı’ndan geçen gemiler Onur’a yetmemiş. Dünya gemilerine ait birçok fotoğrafı sahaflardan bulamayacağını anlayınca da daha fazla gemi fotoğrafı elde edebilmek için yurt dışındaki birçok limanla irtibata geçmiş. İstanbul’da kendisi gibi gemi meraklısı pek bulamamış ama yurt dışında onun bu merakına karşılık veren çok kişiyle karşılaşmış. Öyle ki Fransa’nın Marsilya şehrinde kendisi gibi gemilere meraklı bir fotoğrafçı bulmuş ve kendisine düzenli olarak gemi fotoğrafı göndermesini sağlamış. Daha da ileri giderek ciddi şirketlerin fotoğrafçılarıyla gizli anlaşmalar yapmış ve özel gemi fotoğraflarının kendisi için çekilmesini istemiş.

Birçok ülkeden gemi fotoğrafı akışı sağlayan Onur, zamanla bu konuda dünyanın sayılı koleksiyoncularından biri olmuş.Fakat Senih Onur’un koleksiyonu sadece gemi fotoğraflarıyla sınırlı kalmamış. “Ben güzel olan her şeye aşığım” diyen Onur’un bir de 19. yüzyıldan kalma nü fotoğraf koleksiyonu bulunuyor. Ama gemiler onda çok daha farklı bir heyecan barındırıyor. Gemilerden bahsederken küçük bir çocuk gibi gözlerinin içi gülüyor. Türkiye’de gençlerin gemi fotoğraflarına ilgi göstermemesine ise üzüntü duyuyor.

Onur’un Kuzguncuk’taki yalısının her köşesinde gemi fotoğrafı var. Hangi dolabı, sandığı açsa içinden sayısını bilemediği gemi fotoğrafları çıkıyor. 1930’lardan günümüz gemilerine kadar geniş fotoğraf arşivine sahip olan Onur, gemi severlerin ilgi odağı olabilecek bir isim.

Polis terörünün faturası esnafa çıktı

1 Mayıs’ta dükkanını açmaya cesaret edemeyen esnafla birlikte dükkanını açanlar da günü zararla kapattı. Yaşanan olayların insanları korkuttuğunu ve hiç müşteri olmadığını aktaran Osmanbey Tekstilci İşadamları Derneği (OTİAD) Başkanı Gaffar Koca, Şişli bölgesindeki esnafın bir günlük kaybının 22 milyon dolara ulaştığını tahmin ettiklerini açıkladı.

Osmanbey ve geniş çevresinde yaklaşık 4 bin esnafın bulunduğunu belirten Koca, bu bölgenin yıllık 5 milyar dolar ciro gerçekleştirdiğini ve 200 bin kişiye iş olanağı sağladığını söyledi. Biz de 1 Mayıs’ta polis ablukasının en yoğun olduğu bölgede, DİSK Genel Merkezi’nin bulunduğu Abide-i Hürriyet Caddesi üzerindeki esnafa, olaylardan nasıl etkilendiklerini sorduk.

Engin Çalık

“Şampiyon olmasını isterim, ama…”

Ligin başında hiç şans verilmeyen, hatta “küme düşmeye aday” görülen Sivassspor, son iki haftaya şampiyonluk iddiasıyla giriyor. Üstelik bu iddianın gerçeğe dönüşmesi o imkansız değil. Çünkü ligin tepesinde ve kendisinin üç puan üzerindeki Galatasaray’ı bu pazar günü, kendi sahasında ağırlıyor. Sivas bu maçı kazanır ve Fenerbahçe de kendi sahasında Gençlerbirliği’ni yenerse, üç takım, son haftaya aynı puanla girecek.

Taraflı tarafsız herkes ligin, Anadolu’dan yeni bir şampiyon çıkarmasını arzu ediyor. Galatasaray ve takipçisi Fenerbahçe’nin taraftarları bile bu temenniye katılıyor. Fakat “Sivasspor’un şampiyonluk şansı nedir” sorusunu cevaplamaya gelince –tıpkı spor basınında olduğu gibi- işin rengi değişiyor.

Sokağın Dili” mikrofonunu bu soruyla yöneltti.

Ersan Bayram-Asım Can Yılmaz