Spor üstüne düşünmeyi sevenlerin dergisi

İlk sayısını 8 Nisan 2015’te çıkaran “Socrates” adlı spor dergisi, ilk günden beri yüksek bir okuyucu kitlesine sahip. Socrates “Düşünen spor dergisi” sloganıyla yeni bir serüvene başladı. Can Yayınları’na ait dergide, spor dışında edebiyat, müzik, tarih ve kültür içerikli yazılar olduğu için onu diğer spor dergilerinden ayırıyor.  Aynı zamanda kısa bir süre sonra Türkçe sayılarından sonra derginin Almanya edisyonu çıktı. Biz de bu oluşumun detaylarını öğrenmek için Almanca dergisinin baş editörü Banu Yelkovan’a sorularımızı yönelttik.

Socrates Dergi oluşumunun adımları atılmaya başladığında ve bu fikre siz de dahil olduğunuzda ilk düşünceleriniz neler oldu?

 “Fikir Bağış Erten’in. Hayata geçmeden önce kalabalık ve genç bir ekiple uzun sure fikir teatisinde bulundular. Ben o toplantılara hiç gitmedim. Ama Bağış’la yıllardır birlikte çalıştığımız için ilk günden itibaren projeden haberim var. Aslında aklında dergisi, video ve müzikle desteklenmiş ipad versiyonu, internet sitesi, televizyon ve radyo programı olan beş ayaklı bir proje vardı. Proje hayata geçmeden önce de, geçtikten sonra da ben rutin çalışan olarak içinde bulunmak istemedim.”

Neden?

İstanbul’da doğdu. Saint Pulcherie, Saint Michel’den sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Paris’te kısa bir süre fotoğrafçılık eğitimi aldı. Üniversite yıllarında önce Milliyet Gazetesi’nde, sonra Sabah Grubu’nun gazete ve dergilerinde muhabirlik, çevirmenlik, editörlük yaptı. 2001 yılında Radikal Futbol’da ‘Banu’nun Süpürgesi’ adıyla başladiği köşe yazarlığına, daha sonra Radikal Gazetesi’nin spor sayfalarında devam etti. FourFourTwo dergisinde yazı işleri müdürü ve genel yayın yönetmeni olarak çalıştı. CnnTürk’te Futbol Ekstra programıyla başladığı yorumculuğa, NtvSpor’da devam etti. Yenilsen de Yensen de, VeniVidiVici, B Planı programlarında hem prodüktör hem editör hem de sunucu olarak çalıştı. Avrupa futbolu meraklısı. Futbolun taktik, tekniğinden çok güleryüzlü tarafıyla ve geri planda kalan hikayeleriyle ilgili. Aynı zamanda 2008’den bu yana Aras’ın annesi”

“Çünkü üniversite yıllarından beri basın dünyasının içindeyim ve bunun büyük bölümünde aylık dergilerde çalıştım. O sürekli dönen çarkın, günlük rutinine geri dönmek istemedim, ne yalan söyleyeyim. Ama proje tabii ki çok heyecan vericiydi. Bu yüzden elimden gelen her yardımı yapabilmek için ilk günden itibaren Danışma Kurulu’nda yer aldım ve benden her istendiğinde yazılarla destek olmaya çalıştım. Sonra 2016 yazında Socrates’in yurtdışına açılması söz konusu olunca kadroya dahil oldum. Almanya projesinin, herhangi bir Türkçe dergide olan içerik belirleme, yazıları toplama, sayfalama etaplarının çok ötesinde ara etapları var ve çok iyi bir koordinasyon gerektiriyor. Matbaa Almanya’da olduğu ve karşınızda “rötar” kelimesinin anlamını bilmeyen birtakım Alman muhataplarınız olduğu için en ufak bir gecikme söz konusu bile değil. Bu noktada ben de ekibin bir parçası haline geldim.”

Türkiye’de bugüne kadar birçok spor dergisi çıktı, bu sefer farklı bir konsept mi gerekiyordu sizce?

Aslında Türkiye’de genel algının aksine spor dergileri her zaman başarılı olmuştur. Gelişim Spor da,  Radikal Futbol da, Slam de, Fast Break, FourFourTwo da okurun sahiplendiği, birçoğunun kapanmasının üzerinden yıllar geçmesine rağmen okuru tarafından unutulmayan yayınlar olmuştur.

Ama Socrates, bugün fark etsek de henüz edemesek de, yabancıların deyişiyle bir ‘milestone’dur (kilometre taşı). Tasarımıyla, içeriğiyle eşsiz bir yayındır. Bu bir konsept mi? Evet. Yeni mi? Hayır. Socrates, dünyada ve Avrupa’da olan bir akımın Türkiye temsilcisi gibi: So Foot, Libero, Panenka, Eight by Eight, 11 Freunde… Bunların hepsi tasarım ve bakış açısı olarak üç aşağı beş yukarı birbirine benzer dergiler. Socrates’in onlardan farkı sadece futbola odaklanmaması. Yazılar hep ‘hikaye’ anlatıyor, Türk sporunda hiç olmayan bir gelenek, ‘hikaye anlatıcılığı’. Bu yüzden aslında zamansız bir dergi. Yıllar içinde değeri asla azalmayacak, hatta bence giderek artacak, arşivlenmesi gereken bir dergi.

Socrates kısa süre içerisinde büyük ve kaliteli bir okuyucu kitlesi kazandı. Derginin bu kadar kısa sürede bu başarıyı elde edebileceğini tahmin etmiş miydiniz?

Doğru, daha ilk sayısından itibaren adını herkesin bildiği bir dergi oldu. En azından spor camiası ve sporseverler arasında bilinirliği çok hızlı kazandı. Çok uzun yıllardır dergi piyasasında olan biriyim. Anlı şanlı yabancı yayınlar bile bu kadar sürede bu kadar prestijli bir konum elde edemediler. Tabii bunda başta Caner Eler ve Onur Erdem olmak üzere, dergide emeği olan her yazarın da payı var. Bence salt bir spor dergisi değil, neredeyse kültür-edebiyat dergisi kategorisinde bir yayın Socrates. Bu anlamda okurunu hem buldu hem yarattı. Futbol dergisi olmazsa satmaz, çok yazı okunmaz, bol fotoğraf kullanmazsanız tutmaz gibi klişeleri kırdı. Bence, yine yabancıların deyişiyle, tam bir ‘case-study’(örnek olay) oldu.

Ekipte sporseverlerin yakından takip ettiği sizin gibi isimler var. Bağış Erten, Fatih Demireli, Uğur Yücel, Caner Eler gibi. Sizce bu gibi isimlerin içinde yer aldığı bir dergide başarı kaçınılmaz mıydı?

Derginin yazar kadrosunda spor ve kültür dünyasının bilindik isimleri var. Ama o isimler kadar, adını hiç duymadığımız genç yazarlar da var. Başarı bence bilindik yazarları bir araya getirmek kadar, onları bir konsept dahilinde kullanmakta. Socrates yazıyla tasarımı, eskiyle günceli çok iyi kotardı. Uğur Yücel gibi hepimizin tanıdığı isimlerden, hiç beklenmedik yazılar almayı başardı. Başarının formülü bilindik isimleri bir araya getirmek kadar kolay bir şey olsaydı bunu herkes yapardı.

Dergide spor dışında müzik, sinema, tarih gibi konular da işleniyor. “Düşünen Spor Dergisi” fikri buradan mı geliyor?

Düşünen Spor Dergisi, Socrates adıyla çok güzel örtüşen bir slogan oldu. Başka sloganlar da önerildi ama en çok oyu bu aldı. Düşünen Spor Dergisi sloganı, içerikteki farklılık kadar; spora, kültüre, hayata kafa yormasından. Gözlerini sadece spora dikmemesinden, onu etrafındaki dünya ve konjonktürle birlikte yorumlamasından. Çünkü spor salt kendi içinde, etrafından bağımsız yorumlanabilen bir şey değil zaten, hiçbir zaman da olmadı.

Aynı zamanda baş editörlüğünü yaptığınız Socrates’in Almanca edisyonu üzerinde de çalışıyorsunuz. Dergi daha yeniyken bir de Almanya ayağını çıkartmak aklınıza nasıl geldi?

Socrates’in de bağlı olduğu Can Yayınları’nın sahibi Can Öz’ün aklına geldi. Socrates yerel bir içerik üretmiyor. Anlattığı hikayeler evrensel. Dili evrensel. Aslında Socrates’in Türkiye’de belki de eleştirildiği tek nokta, yani ‘yerel içerik üretmemek’ bu anlamda avantajı oldu. Almanya, Avrupa’nın en çok dergi, kitap tüketen pazarı. Bu anlamda kendimizi orada, kurtlar sofrasında denemek istedik diyebiliriz. Öte yandan çok muhafazakar bir pazar. Yeni olanı kolay kolay benimsemiyorlar. Ama fena gitmiyoruz.

Socrates Almanca Sayısı

Risk olarak gördüğünüz noktalar var mıydı? Sonuçta Türkçe edisyonunun daha 18. sayısıydı ve farklı bir oluşumun içindeydiniz.

Bu devirde; ülkenin Türkiye, Almanya, Amerika olması fark etmiyor. Her şeyin çok hızlı değiştiği bir dünyada basılı yayın işi başlı başına bir risk. Ama bir yandan da insanlarda bir yavaşlama özlemi, okuduğu şeyin ‘son dakika’ gelişmesinden öte, enine boyuna incelenmiş bir hikaye olmasını isteyen azımsanmayacak bir kitle de var. Ben derginin ‘içerik’ tarafında çalışan biri olarak, kendi adıma ‘risk’ tanımını ancak yazının yeterince iyi olmaması, gününde gelmemesi ya da matbaaya yetiştirme stresi üzerinden yapabilirim ancak. Oysa bu çağda, bir dergiye güvenmek, bunun için maddi anlamda para kaybetme riskini göze almak tabii ki büyük bir karar, Zaten Can Öz’ün Socrates’in hem Türkiye hem Almanya edisyonlarına verdiği maddi-manevi destek bu derginin arkasındaki en büyük itici güç. Olmasaydın olmazdık noktası.