İstanbul Barosu eski Başkanı Turgut Kazan, önceki gün Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından göreve iade edilen eski Van Savcısı Ferhat Sarıkaya olayının yalnızca Şemdinli İddianamesi’nden ibaret olmadığını söyledi. Ferhat Sarıkaya’nın Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı’nın 2005’teki intiharından birinci derecede sorumlu olduğunu iddia eden Kazan, bunun için dava açıp şikayetçi olduklarını söyledi. “Süreç kapanırsa davayı AİHM’e götürmeyi görev sayıyorum” diyen Kazan, İstanbul Beşiktaş’ta yapılanların Van’da planlandığını belirterek “Van soruşturması esasında istenmeyen kesimleri ezme planıydı, başarılı olursa her yerde uygulanacaktı, öyle de oldu” dedi.
Turgut Kazan, HSYK’nın böylesine bir eylemin sahibini yetkilendirmesinin özel yetkilili mahkemelerin nasıl bir yapısı olduğunu anlamamız için tipik bir örnek olduğunu belirtti. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “dokunulmazlıklar kaldırılacak” sözünden hep geri durduğunu ve Anayasa Komisyonu başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu’nun “dokunulmazlıkları kaldıracağız ama arkadaşlar yargıya güvenmiyorlar” sözünü hatırlatarak, 12 Eylül referandumunu hükümetin güveneceği yargıyı gerçekleştirmek için oynadığı bir oyun olarak tanımladı.
Silivri Kampüsü
İstanbul Bilgi Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Kulübü’nün düzenlediği Basın Özgürlüğü ve Hukuk Konferansı 15 Nisan 2011 tarihinde üniversitenin Dolapdere kampüsünde gerçekleşti. Gazeteci Ümit Zileli, Turgut Kazan ve Erzincan Eski Başsavcısı İlhan Cihaner’in konuşmacı olarak katıldığı konferansta Basın Özgürlüğü ve Hukuk konusu, ağırlıklı olarak da Ergenekon davası konuşulu.
Ümit Zileli ise Silivri Cezaevini ziyaret ettiği bir gün tabelada Silivri Kampüsü yazdığını belirterek, aslında bu yazılanın doğru olduğunu ve içerde tutulan o kadar rektör ve profesör varken orasının adeta bir kampüs haline geldiğini söyledi. Nasıl bir ülkede yaşadığımızı görmek için herkesin en az bir kere Silivri’yi ziyaret etmesi gerektiğini söyeleyen Zileli, adalet duygusunun nasıl ortadan kalktığını anlayabilmek için Silivri Cezaevinin görülmesinin yeterli olacağını belirtti. “Türkiye’ de asla olmayan bir şeyden bahsedeceğim” diyen Zileli, “Şimdilerde esamesi bile okunmayan” basın özgürlüğü üzerine konuştu. Gazetecilik yaşamında 30 yılı geride bıraktığını belirten Zileli, darbe dönemi ile şimdi Silivri’de görülen davalar arasında çok önemli bir farkın olduğuna değindi. “1980 yılında askeri mahkemelerin yargıladığı insanlar darbe dönemlerinde yargılanan insanlardı, bugün ise Silivride yargılanan insanlar sözde ileri demokraside özel yetkili mahkemelerce yargılanıyorlar” diyen Zileli, “Olmayan basın özgürlüğüne” değinirken, basın özgürlüğününün “İleri demokrasi” adı altında bu kadar ayaklar altına alındığı, gazetecilerin böylesine uyduruk iddialarla içeri atıldığı bir başka dönem olmadığını vurguladı ve “buna darbe dönemi de dahildir” dedi.
Onbinlerce sayfaya sahip iddianamelerde bir çok sayfanın telefon konuşmalarından ibaret olduğunu anlatan Zileli, insanları dinleyerek suç üretildiğini ve bunun çok kolay olduğunu söyledi. Basın özgürlüğü denildiğini ama artık “Basın özgürlüğü” değil de medya özgürlüğü dememiz gerektiğini belirten Zileli, 1979 yılında Milliyet Gazetesi, başyazarı olan Abdi İpekçi’nin öldürülmesi ile birlikte başlayan bir süreçle medyanın şekillendirilmeye başlandığını söyledi ve bu olayın ardından, işleri gazetecilik olan kurumların teker teker el değiştirdiğine değindi.
Ergenekon sanıklarından gazeteci Mustafa Balbay’ın bir sözünden alıntı yapan Zileli “bir zamanlar kitle imha silahları vardı şimdi ise kitle imal silahları var” diyerek Türkiye’deki medyanın kitle imal silahları haline getirldiğini belirten Zileli, gazete dergi televizyon anlamında gerçek bir muhalefet kalmadığına işaret etti.
Düzenin bekçiliği
HaberVs editörü Ahmet Şık ve Nedim Şener’in de içinde olduğu son tutuklamalar için hükümetin “Gazetecilik dışı faaliyetler var” dediğini söyleyen Cihaner, iktidarın bu söylemini doğru olarak kabul eden medya kuruluşlarının, iktidar ile medya partonları arasındaki ilişkilerden ötürü adeta “düzenin bekçi köpeği” haline geldiğini belirtti.
Televizyon ve gazetelerin adli birer bülten haline geldiği belirten Cihaner, şu an yaşananların 28 Şubat’ta ve 12 Eylül’de de yaşandığını hatırlatarak, “Eğer o günlere karşılık olarak şimdiki gözaltı ve tutuklanların yapılıyorsa bu bir kan davası, kin gütme olur” dedi. O günlerde yaşanan yanlışların şimdiki yapılan yanlışlarla giderilmesi gibi bir yaklaşımın olmaması gerektiğini belirtti.
Cihaner, ceza hukukunun sanıldığı gibi birinci işinin cezalandırmak olmadığını, asıl işlevinin bizim özgürlüğümüzü sağlamak olduğunu belirtti. “Eğer bir eylem ceza kanunlarında, bir ceza metninde açıkca suç olarak belirtilmemişse o eylem bizim özgürlük alanımızdır” diyen İlhan Cihaner, ceza hukukunda gazeteciler için kitap yazma suçu olmadığını belirterek açıkca suç olarak tanımlanmayan eylemlerin suç olarak kabul edilemeyeceğine dikkat çekti.
12 Eylül Referandumu bir oyundu
Bugünün dünyasında gazeteciler gazetecilik faaliyetlerinen ötürü içeri aldındılar diye bir açıklama yapılamayacağını belirten Turgut Kazan ise geçmişten bir örnek verdi. 12 eylül döneminde Altan Öymen’in ve herkesin bildiği gazetecilerin “Gazetecilik faaliyeti için içeri atıldılar” denemeyeceği için Sofya’da kaçırılan bir uçak eylemini yönlendirdikleri iddiasıyla tutuklandığını anlattı. “Altan Öymen çok uçak kaçırmıştır ama yetişemediği için kaçırmıştır” diyen Kazan, Avrupa’dan gelen sorulara “uçak kaçırma eyleminden ötürü içeri alındılar” diye cevap verildiğini hatırlatarak “gün gazetecilere yüklenen bu suç ne kadar doğruysa bugünki gazetecilere yüklenen suçlarda o kadar doğrudur” dedi.
Artık medyanın yazılamayanı yazamadığını ama yazılmamaması gerekeni bolca yazdığını belirtten Kazan, haberleşme özgürlüğü, haberleşme gizliliği, masumiyet karinesi birileri tarafından inatla her gün istismar ediliyor dedi. Bugünki siyasal iktidarın basın özgürlüğünü algısından ne anladığını belirtmek için ise yaklaşık bir yıl önce çalışmasına başlanılan basın özgürlüğü çalışmasna değinerek, ne kadar iyi düzenlemeler yapılmış olursa olsun Ceza Kanunun 250. 251. 252 maddeleri durdukça, yani özel yetkili mahkemeler durdukça ne kadar iyi anayasa ne kadar iyi ceza yasası yaparsanız yapın hiçbir anlamı yoktur dedi. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü konusunda,dinleme haberleşme özgürlüğü konusunda ne kadar iyi maddeler yazarsanız yazın olmaz dedi.