Ahmet Şık
Yıllar yılı polisin, özellikle de demokratik hak taleplerine” uyguladığı şiddet görüntülerine tanık olan benim için İstanbul Valisi Muammer Güler’in tarifinde bahsedilen “orantılı şiddet”in ne olduğunu kestirmek güç değildi. Zaten gün boyunca Taksim ve çevresindeki görüntüler de bizi haksız çıkarmadı. Ama 1 Mayıs 2008 günü Şişli Etfal Hastanesi’nde yaşananlar bildiğimiz gerçekliğin de üstüne çıktı.
Çeşitli haber kanallarında yer alan Vali Güler’in açıklamalarına göre polis, Şişli Etfal Hastanesi’ne doğru kaçan bir grubu dağıtırken “kazara” düşürdüğü gaz bombasının patlaması sonucu hastalar, yakınları ve hastane personeli zor anlar yaşamıştı. Ama ben bizzat olaya tanık olmuş bir gazeteci olarak işin aslının böyle olmadığın söylüyorum…
Evet, polise taş atarak Şişli Etfal Hastanesi’ne doğru bir grup kaçtı. Evet, polis grubu kovaladı. Ama sonrasında yaşananlar için “kazara” demek pek mümkün değil. Önce hastaneye giden yol, sonra hastanenin kapısı gaz bombalarından nasibini aldı. Öyle ki kimi zaman göz gözü görmeyecek derecede beyazlığa büründü ortalık.
Hastane bahçesinde operasyon
Polis kovalayıp, üzerlerine de gaz bombaları atılınca haliyle kaçıyordu göstericiler. Nihayetinde hastanenin bahçesine kadar girip dağıldılar. Hemen ardından gaz maskeli çevik kuvvet polisleri doluştu bahçeye. Polisler bağırıp çağırıyor ortalığa küfürler savuruyordu. Gazetecileri “vatanı bölmekle” suçlayıp “dikkatli olun” diye uyarıyorlardı.
Ortalıkta görünenler sadece tedavi olmaya gelmiş hastalar ve yakınları ile hastane personeliydi. Her biri bir köşede gazdan etkilendikleri için öksürüp, kusmaya çalışıyordu. Acil servisin hemen karşısında bulunan hastane kantininden üzerinde önlüğüyle çıkan bir görevli, “Burası hastane ne yapıyorsunuz?” diye sorunca. Küfürlerden o da nasibini aldı. Gözleri yaş içindeki görevli hem kızıyor hem de yalvarıyordu adeta, “Burada hastalar var. Çocuklar var gaz atmayın.”
“Ver lan şu bombayı”
Bu sırada hemen önümüzdeki polislerden biri okkalı bir küfür savurup yanındaki meslektaşına döndü. “Ver lan şu bombayı”. Hemen yerine geldi istek. El bombası biçimindeki gaz bombasını eline alan polis bir anda pimini çekerek kantinin içine atıp, “Şimdi konuş bakalım” dedikten sonra arkasını dönüp gitti. Şaşırmıştık. Ama en az bizim kadar bombayı atan polisin amiri de şaşırmış olmalı ki, “Oha lan oraya da bomba atılır mı?” diye bağırmaktan kendini alamadı. Ama o da bağırmakla yetindi ve kayıtsızca oradan uzaklaştı.
Evet, bunlar oldu. Kantinin kapısına düşen ve içerisini bir anda cehenneme çeviren gaz bombasından kaçış yoktu. Kantinden kaçanlar bahçedeki gazdan etkileniyordu. Kadınlar, çocuklar ya da yaşlılar herkes payına düşeni aldı. Tedaviye getirdikleri çocukları gazdan bayılan bir aile ise acil servise gitmeye çalışıyordu koşturarak., Ama nafile. Acil servisin içindekiler de nefes alabilmek için kendini dışarı atıyordu. Çünkü o kadar gaz bombası kullanılmıştı ki hastanenin içi de dışı da cehennem gibiydi.
Orantılı şiddetin oranı ne?
Üç büyük emek örgütü, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü Taksim’de kutlayacaklarını açıklayınca ilk tehdit İstanbul’un valisinden gelmişti. Adını anmadan geçen yıl yaşanan “polis terörüne” de değinen vali “orantılı” dediği şiddetin nasıl olacağını da tarif etmişti. Ne demişti İstanbul’un valisi hatırlayalım; “Polis kanunun kendine verdiği sınırlar içinde orantılı güç kullanacak. Kimseye durup dururken müdahale etmeyecektir. Kanunsuz toplantıya gelenler ikaz edilecek. Dağılmamakta ısrar edenler orantılı güç kullanarak dağıtılacak. Zorla girme amaçlı davranırlarsa zor kullanılacak. Gerekli hassasiyetin gösterilmesini bekliyoruz”.
Şişli Etfal’de gaz bombasının mağduru olanlar “kanunsuz toplantıya gelmemişlerdi”. Hiç birine “dağılın” uyarısı da yapılmadı ki bu uyarıya neden olacak bir eylem zaten yoktu ortada. Şimdi sormak gerekiyor; kanunlar polise nasıl yetkiler veriyor? “Orantılı şiddet”ten anlaşılan ne?