Yeni ve daha iyi bir yaşam için boydan boya Avrupa’yı aştılar. “Biraz para biriktirelim, döneriz” dediler. Eninde sonunda bir ev, bir traktör, bir otomobil parası. Sonra yine memleket toprağı. Ama iş o kadar kolay değildi. Ne göçmenler, ne de onları ağırlayan ülke için. Yıllar geçti, göçmenler işçi yurtlarındaki tek göz evlerine, varoşlara, gönüllü sürgüne alıştılar. Sevdiler, evlendiler, çocukları büyüdü, yeni işlere girdiler, işten çıkarıldılar. İş kurdular, ev aldılar, delikanlılar, genç kızlar evlendi, onların da çocukları oldu. İlk gidenler emekli kahvelerinde buluşmaya başladılar, ölenlerin cenazeleri döndü memlekete.
Kimi yasal, kimisi kaçak yolla 1970’lerde Fransa’ya giden Türklerin ortak öyküsü bu, özetle. “O insanların yaşamlarını izledim, gördüm, paylaştım” diyor serbest fotoğrafçı Ahmet Sel. Çünkü Sel de, fotoğrafladığı insanlardan biriydi. 1980’den sonra “hayatını kurtarmak için” siyasi göçmen olarak gitti Fransa’ya. Muhabirlik yaparak, ajanslarda ve televizyon kanallarında çalışarak kazandı hayatını. Kesintilerle 30 yıl kaldı bu ülkede. Ve yurda dönüşünde, gurbeti paylaştığı, çok şey öğrendiğini söylediği insanları “Demir Atanlar” sergisinde bir araya getirdi. Sergi’nin İstanbul Fransız Kültür Merkezi’ndeki ilk ayağı dün sona erdi. Ama kuruluşun İzmir’deki merkezinde 22 Mart’ta yeniden açılacak.
“Avrupa’ya adapte olan baba yiğit”
Fransa’da Türk olmanın, o ülkede yabancı olmaktan farkı yok Ahmet Sel’e göre. Srilankalı ya da Kolombiyalı olsanız da durum aynı. “Çünkü kendi memleketinde değilsin. Genelde bu toplumlar çok eski ve yerleşmiş toplumlar. Bu nedenle Avrupalı toplumlara tümüyle adapte olmak çok zor. Yani öyle bir baba yiğit yok. ‘Ben buraya tam adapte oldum, çok güzel yaşıyorum, herkes beni tamamen kendisi gibi saymaya başladı ve ben onlardan biriyim demek’ çok zor.
Sel, “adaptasyon” konusunda ikinci, üçüncü kuşakların daha şanslı olduğunu söylüyor. “Çocuklar büyümeye, torunlar doğmaya ve yetişmeye başladığı zaman oranın eğitim sisteminden geçmiş oldukları ayrıca çaba sarf etmeleri gerekmiyor” diyor. Tabii bunun için kendi ailelerinden de özgürleşmeleri, evdeki baskıya direnmeleri gerektiğini dile getiriyor. Örneğin bazıları eşlerini sadece memleketteki köylerinden seçmek durumunda kalıyor. Çoğu, kendilerini hem Fransız hem Türk hissetmekle birlikte bir bölümü anadilini konuşmakta güçlük çekiyor.
“Gençler, birer gölge olmak istemiyor”
Gençler yine de, ilk kuşaklara göre daha cesur ve kararlı: “Ötekileştirilmek istemiyorlar. Sokak aralarında ürkek adımlarla ilerleyen, göze çarpmaktan kaçınan, saydam, anonim birer gölge değiller. Yeni kuşak, kamu alanında, toplumun içinde ve her kesiminde yerini almak için mücadele veriyor. Fransa, bugün onların da ülkesi oldu. Yeni ülkelerine çoktan demir attılar.
Yine de “misafir” olunan ülke, gurbetçiye umduğunu vermiyor Sel’e göre. Krizlerin faturası genellikle o ülkede yaşayan yabancılara çıkartılıyor.
Memleketten uzak yaşamanın getirdiği güçlükleri, soruları, sorunları gurbetçilerle çok tartıştığını söyleyen Sel, ortaokulda Fransızca eğitim görmesinin, üniversiteyi Paris’te okumasının Fransa’ya uyumu konusunda büyük bir avantaj olduğunu yadsımıyor. Ona göre dil bilmek, bu uyumun belki de en önemli nedeni. “Türkiye’yi düşünün” diyor bize dönerek: “Sizin diliniz konuşuluyor. Sevdiğiniz, alıştığınız gıda maddelerini bulabiliyorsunuz. Bir taşıta bindiğiniz zaman şoför sizin dilinizi konuşuyor. Ev sahibinizle ilişkileriniz başka türlü oluyor. Pazar yerine gittiğiniz zaman kendi dilinizle konuştuğunuz için insanların size çok doğal davranışları oluyor.” Bunları yaşama şansı olmayan birinin, kendisini Türkiye’de de yabancı hissetmesi doğal.
Son olarak, “Türkiye’deki iç çatışmaları Fransa’daki Türkler de kendi aralarında yaşıyor mu” diye soruyoruz. “Oradaki Türk toplumu da, buradakinin küçük boyutlu bir versiyonu” diye cevaplıyor fotoğrafçı. “Türkiye’de nasıl siyasi mücadeleler yaşanıyorsa aynı siyasi mücadelelerin yansıması orada da var. Tabii değişik düşünceleri savunan insanlar, değişik çıkar grupları da var bu insanların arasında.”
1956 yılında İstanbul’da doğan bağımsız fotoğrafçı Ahmet Sel çalışmalarını belgesel fotoğrafçılık ve porte alanında sürdürüyor. İstanbul Saint-Joseph lisesi ve Paris Nanterre Üniversitesi İletişim bilimleri bölümü mezunu. 1975’ten 2008’e kadar Fransa ve Rusya’da yaşayan Ahmet Sel 1995-2000 yılları arasında Sipa Press fotoğraf ajansının Moskova bürosunu yönetti. Aynı zamanda Moskova’da La Cinque ve Arte televizyon kanallarının muhabiri olarak çalıştı.
Sel, Fransa’ya döndükten sonra Sipa Press’in genel yayın yönetmeni olarak görev yaptı. Belgesel fotoğrafçılık alanında çalışmaya devam eden Ahmet Sel’in fotoğrafları Le Monde, Paris Match, VSD, Corriera della Serra, The New York Times, Walrus, Télérama, L’Express, Geniş Açıvb. dergi ve gazetelerde yer aldı.
2003 yılında Portre alanında “Fujifilm Press Photo Award France” ödülünü, 2004 yılında ise Sözler ve Resimler alanında “The Gold Award of National Magazine Awards” ödülünü aldı.