“Göstermeyeceksek niye koruyalım”




İşvecan Nur Özen

Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT), geçtiğimiz günlerde, arşivinde bulunan tüm görüntülü ve ses kayıtlarını yayınlamak üzere Kalan Müzik’le bir anlaşma imzaladı. Bu gelişme sadece müzik severleri değil, sözlü kültürümüzün en önemli belgelerinin raflarda çürüdüğünü bilen insanları heyecanlandırdı.

Kalan Müzik’in sahibi Hasan Saltık bu anlaşmayı “Bir devlet kurumunun (TRT), kendini korumak için tarihi boyunca yaptığı en iyi anlaşma” olarak niteliyordu. Haklıydı da. Çünkü TRT arşivinde bulunan on binlerce bant, her geçen gün, oksitlenme nedeniyle kullanılamaz hale geliyordu. Oysa Saltık’ın verdiği röportajlara göre TRT arşivinde, fotoğrafı dahi bulunmayan Anadolu âşık ve ozanlarının ve Klasik Türk Müziği üstatlarının görüntüleri bulunuyor.

Arşiv nedir? Neden vardır?

Belgelik, ya da daha yaygın ismiyle arşiv sözlüklerde şöyle tanımlanıyor: “Belgelerin ya da belge değeri taşıyan şeylerin saklandığı, korunduğu ve yararlanmaya sunulduğu yer.”

Öyle görünüyor ki, bu tanım içerisinde üzerinde en çok durulması gereken, arşivin “yararlanmaya sunulmak” üzere var olan bir şey olduğu. Yukarıdaki TRT örneği de bunu gösteriyor. Arşiv, hayatımıza bir katkısı sunamadığı takdirde “oksitlenir” ve yok olur.

Geçtiğimiz aylarda İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin düzenlediği “Görsel-İşitsel Arşivcilik Konferansı”na katılan, Hollanda Film Müzesi (Nederlands Filmmuseum) uzmanlarından Elif Rongen Kaynakçı’nın sözleri, bir arşivin var olma nedenini son derece iyi özetliyor. “Arşivciler olarak bizim görevimiz zaman kapsülleri oluşturmak değil. Yani bundan 100 sene sonra insanlar bir kutuyu açacaklar ve birden orada eski filmleri mi bulacaklar? Amaç sadece görüntüleri tarihsel birer veri olarak saklamak olmamalı. Çünkü bu bir şekilde sağlanabilir. Ancak onları yeniden seyredilebilir kılmak, bu materyalin kültürel değerini anlatmak için çok önemli. İzleyicinin merakını da körüklemeliyiz”

Müzede, her gün dört film

Kaynakçı’ya göre Türkiye’deki arşivlerin sorunları dünyadaki benzerlerinden çok farklı değil. Arşivler çoğu kez, toplum tarafından bilinmeyen, herhangi bir beklenti duyulmayan kurumlar. Çünkü insanlar aramadıkları, ihtiyacını duymadıkları birşeyi bulmakla ilgilenmiyor. Ancak yine de, Türkiye’deki arşivler kendilerini hatırlatmak, kendi girişimleriyle ön plana çıkmak için gözle görülür bir çaba sarf etmiyor.

Film Müzesi’nin film koleksiyonu bölümünde 1999’dan beri çalışan Elif Kaynakçı, müzenin yaptığı işi ve arşivini fark ettirebilmek için çabasını şöyle anlatıyor:

“Her gün iki salonda en az dört film gösterimi yapılıyor. Çocuklar için de özel programlar oluşturuluyor. Ayrıca müze, projeler dahilinde kitaplar ve DVD’ler yayınlıyor. Başlıca amaç, sinema sevgisini her yaştan her kesimden insana aşılamak, sinema tarihini anlatmak, araştırma yapanlara destek olmak. Müzenin ziyaretçi sayısı da gün geçtikçe yükseliyor.”

Kaynakçı, içerikli çalışma ve ticari kaygıların aynı anda cevaplanabiliceğini ispatlayan Kalan Müzik’in Türkiye’de bir örnek oluşturduğu görüşünde. Az bilinen kültürleri ve müzik türlerini bir arşiv halinde toplayan Kalan Müzik, Kaynakçı’ya göre ticari bir şirket olarak hem ürününü topluma ulaştırmaya çalışıyor, hem de arşiv malzemesinin ne kadar ilginç olabileceğini kaliteli sunumlarıyla vurguluyor. Ancak Türkiye’deki diğer arşivler daha içine kapanık bir görüntü sergiliyor ve toplumdaki arşiv bilincinin gelişmesi için yeterince fazla çaba sarf etmiyorlar.

“Göstermeyeceksek niye koruyalım”

Elif Kaynakçı, “göstermeyeceksek niye koruyalım” anlaşıyının sadece kendisinin ya da çalıştığı kurumun değil, Uluslararası Film Arşivleri Federasyonu’nun (FIAF) da benimsediği bir ilke olduğunu belirtiyor. “Biz bu filmleri gelecek nesiller için saklıyorsak, gelecek nesillerin bu filmleri seyretmeyi isteyeceklerini de umuyoruz. Ancak seyredilemeyen film unutuluyor. Bir film seyredilebilir hale gelirse, hakkında yazılar çıkıyor ve akademik araştırmalara konu olabiliyor. Ve bu şekilde hafizalarda da yer ediyor.”

1929 yılına kadar yapılan filmlerin yüzde 80’ninin kayıp olduğu varsayılıyor. Dünyadaki özel koleksiyonları, eski ya da hâlâ aktif film şirketlerinin arşivleri yoluyla koleksiyonları hemen her gün genişleyen Hollanda Film Müzesi görevlileri, neredeyse her hafta kayıp bir sessiz filme ulaşıyor. Kaynakçı, varlığı bile unutulan bu filmlere ilgi çekebilmenin tek yolunun, onları gösterime sunmak olduğunu söylüyor.

Rudolph Valentino’nun kayıp filmi

“Kayıp” filmlerin izini süren müzenin, son yıllardaki iki önemli keşfi tüm dünyada ilgi uyandırdı. Müze, sinema dünyasının uzun yıllardır peşinde olduğu ve artık hiç bir kopyasının var olmadığına inandığı 1922 yapımı Beyond The Rocks’a, iki bin kutuluk bir arşivin taranması sırasında ulaştı ve 2005 yılında gösterime sundu. Film, başyapıt kabul edilmemesine rağmen başrollerinde Rudolph Valentino ve Gloria Swanson’un oynaması nedeniyle merak ediliyor ve aranıyordu.

Arşivden, restore edilerek sinema salonuna taşınan Beyond the Rocks beklenenin ötesinde ses getirdi. Film dünya televizyonları ve sinemalarında (özellikle Avrupa, ABD ve Güney Amerika’da) defalarca gösterildi. Dağıtım hakları konusunda anlaşılan Milestone şirketi, yoğun talep üzerine filmin DVD’sini piyasaya sürdü. Bu versiyon, The New York Times’ın 2006 yılı değerlendirmesinde alınmasını önerdiği ilk 10 DVD arasında yer aldı. Hollanda Film Müzesi’ne de önemli katkıları oldu. Cannes ve Londra gibi dünyanın önde gelen festivalleri müzeyi, kalıcı olmak üzere programlarına aldı.

Beyond the Rocks’ın başarısını 2007 yılında, “kadın Charlie Chaplin” olarak isimlendirilen Mabel Normand’ın oynadığı 1918 yapımı The Floor Below’un gösterimi izledi. Tıpkı ilki gibi kayıp olduğuna inanılan bu film, Hollandalı bir koleksiyoncunun arşivinde, ölümünden sonra bulundu.

Ve Muhsin Ertuğrul…

1947 yılında kurulan ve arşivinde, sinema tarihinin 1895’ten günümüze tanık olduğu hemen her formatta, 36 binin üzerinde film bulunan Hollanda Film Müzesi’nin Türk izleyicisi için de önemli sürprizleri var.

Türk sinemasına ilk önemli katkıları yapan, yönetmen oyuncu ve yapımcı Muhsin Ertuğrul’un 1918-1921 yılları arasında Almanya ve Rusya’da çektiği söylenen filmlerin, bir iki fotoğraf dışında herhangi bir kaydı bulunmuyordu. Ya da en azından böyle biliniyordu. Elif Rongen Kaynakçı’dan öğrendiğimize göre, yönetmenin 1918 yılında -26 yaşındayken- çektiği Kara Lale Bayramı‘nın (Das Fest Der Schwarzen Tulpe) Flamanca arayazılı bilenen tek kopyası, Hollanda Film Müzesi’nde bulunuyor.

Kara Lale Bayramı, Alman filmi olmasına rağmen konusunu Hollanda tarihinden aldığı için yıllar önce müzenin arşivine alınmış. Bir başka kopyasının bulunmadığı ise daha sonra anlaşılmış. Ancak mevcut katalogda filmin yönetmeni Marie Louise Droop görünüyormuş.

Muhsin Ertuğrul’un otobiyografisini okuyan Kaynakçı, bu “tipik kataloglama sorunu”nu Alman kaynaklarına yönelerek çözmüş. Frankfurt Film Müzesi’nin kataloğunda, Droop isminin yanı sıra “Mouhssin Bey” isminin yer aldığını tesbit etmiş.

Kaynakçı’nın “fazla aranmayan, o nedenle de neredeyse hiç gosterilmeyen” filmlerin bir örneği olarak gördüğü Kara Lale Bayramı’nın ilk gösteriminin, bu sonbaharda Frankfurt’taki Türk filmleri festivalinde yapılacağını umuyor.

Dünyayı Kurtaran Adam için…

Kaynakçı, Kara Lale Bayramı’nın izini sürerken karşılaştığı kataloglama aksaklığı gibi tipik sorunların, dünyanın en önemli arşivlerinde de yaşandığını yineliyor. Ancak farklı alanlarda uzmanlaşmış olsalar bile, çeşitli kurum ve kuruluşların ortak çalışma imkanları üzerinde ısrar etmesi, bu sorunların aşılmasında anahtar olabiliyor. Kaynakçı kamu kurumu, üniversite araştırma merkezi, sinema tarihçisi, kütüphane, ticari şirket ve koleksiyoner gibi birimlerin Beyond the Rocks örneğinde olduğu gibi ortak bir proje üzerinde çalışmasının önemine dikkat çekiyor.

Kaynakçı işte bu nedenle “Türkiye’nin uluslarası platformlarda daha aktif yer almasını” diliyor. Farkındalığı arttırmak adına, arşivlerin bir iki filmi gündeme getirerek, filmlerin saklanması ve gösteriminde ne gibi sorunlar yaşandığını örneklemesinin faydalı olacağını düşünüyor. Kendi verdiği örnek de oldukça çarpıcı:

“Artık uluslararası kült haline gelmiş Dünyayı Kurtaran Adam filminin bile eksiksiz, iyi bir kopyası yok. Bu filmi bir sinema salonunda layığıyla göstermek ne derece mümkun? Restore edilmesi söz konusu olursa elde ne materyaller var? Önemli bir film festivali bu filmi göstermek istese acaba nereye basvurur? Acaba gösterebilir mi, yoksa kopya yokluğundan vaz mı geçer? Türk sinemasını tanıtmak istiyorsak bu alanda herkese çok iş düşüyor”

Elif Rongen Kaynakçı

1969 doğumlu Elif Rongen Kaynakçı, Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Edebiyatı bölümünde öğrenim gördü. Yüksek lisansını Amsterdam Üniversitesi Film-Tv Çalışmaları bölümünde 1997 yılında tamamladı. “Ulusal sinema tarihi” alanında hazırladığı mezuniyet tezinin konusu Yeşilçam Sineması’ydı. Avrupa Birliği’nin tarafından düzenlenen ve akademisyenlerle arşivcileri bir araya getirmeyi hedefleyen ARCHIMEDIA projesine katıldı.

Kaynakçı 1999’dan beri Hollanda’nın ulusal sinema arşivi Nederlands Filmmuseum’un film koleksiyonu bölümünde görevli. Sessiz Amerikan Sineması koleksiyonunun kuratör yardımcılığını, üçüncü sinema ülkeleri danışmanlığını yürütüyor ve uluslararası Charlie Chaplin projesi üzerinde çalışıyor. Beyond The Rocks, The Floor Below, Rose Of Rhodesia, The Man Beneath gibi, sessiz film dönemine ait “kayıp” filmlerin restorasyonlarının başlangıç aşamasından gösterimlerine kadar sorumluluğunu üstlendi. Son yıllarda dünyanın önde gelen film festivallerinde gösterime Nederlands Filmmuseum koleksiyonunun tanıtımı için sunumlar hazırlıyor, araştırmacı ve film yapımcılarıyla ortak projeler yürütüyor. Ayrıca Amsterdam Üniversitesi’yle ile ortak verilen Preservation & Presentation of Moving Image, ve EU Culture 2000 bünyesindeki profesyonel TAPE eğitimlerinde film ve küratörlük dersleri veriyor.

Nederlands Filmmuseum

1947’de kurulan ve devlet nazarında “ulusal miras” olarak tanımlanan Nederlands Filmmuseum’un (Hollanda Film Müzesi) koleksiyonunda yaklaşık 36 bin film bulunuyor. Bu koleksiyonda sinemanın başlangıcından bugüne kullanılan hemen her tür ve formatta (35 mm, 9,5 mm, 68 mm, üç boyutlu, elle boyanmış filmler, vs.) film mevcut. Filmmuseum, bu konuda dünyanın en büyük arşivine sahip olmasa da başlıca müzeler arasında sayılıyor.

Müzenin arşivindeki en eski filmler 1895 tarihli Mutoscope-Biograph koleksiyonu. Hollanda Film Müzesi’ni, dünyadaki birçok benzerinden ayıran en önemli özelliği, arşivindeki filmleri düzenli olarak izleyiciyle buluşturması. Mutoscope-Biograph koleksiyonu da, restorasyonunun tamamlanması sonrasında, son 10 yıldır müzenin kendi salonlarında ve çeşitli festivallerde gösteriyor. Şu anda Lusemburg’daki Crazy Cinematographe projesi dahilinde izleyiciye sunular bu filmler ekim ayında İtalyada yapılacak olan Le Giornate del Cinema Muto Sessiz Film Festivali’de yer alacak.

Hollanda Film Müzesi’nin sinema severlere sunduğu imkanlar sadece film gösterimleriyle sınırlı değil. Kurumun halka açık bir sinema kütüphanesi ve sinemayla ilgili akla gelebilecek hemen tüm objelerin bulunduğu “film-related” koleksiyonu mevcut. Bu koleksiyonda ünlü filmlerin orijinal senaryolarından, dekorlarına, hayatta olmayan yönetmelerin kişisel eşyalarına, afişlere, eskizlere kadar binlerce obje yer alıyor.

Müzenin ziyaretçi sayısını arttıran en önemli aktivitesi, 2005’den beri her yıl düzenlediği Filmmuseum Bienale. Müze uzmanlarının yıllar süren çabayla ortaya çıkardığı ve restore ettiği kayıp filmler ilk kez bu bienalde gösterime sunuluyor.