“Hayal-et” binalar yakında İstanbul’da!

Ayasofya’nın doğusunda 19. yüzyılda dev cüsseli bir Darülfünun yani üniversite binası olduğunu bilen var mı? Peki Taksim’deki Topçu Kışlası’nın nerede durduğunu ve nasıl bir yapı olduğunu?.. Ya Ayasofya ile yaşıt Polyeuktos Kilisesi günümüze kadar ulaşsaydı neler olurdu? Levent’te 1950’lerden 80’lere kadar gelen Squibb fabrikasının neden yıkıldığını hatırlayan var mı? Ya Yeşilköy’de Rusların diktiği Aya Stefanos anıtı bugüne kadar gelseydi? Anıt bugüne gelemediği gibi anıtın yıkımını belgeleyen “ilk Türk filmi” de bizlere ulaşamadı. Bu yapılar bugün birer hayalet olarak kentimizde dolaşıyor. Ama onların hayalet olması bizim onları hayal etmemize engel değil elbette.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından düzenlenen Çarşamba Buluşmaları’nın bu haftaki konusu, “İstanbul’da Tarihi Yıkım / Hayal-et Yapılar” oldu. Toplantıda, günümüzde artık var olmayan, farklı dönemlerden ve yıkım sebeplerinden seçilmiş 12 yapı ele alındı. İTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Turgut Saner danışmanlığında, mimarlar Cem Kozar ve Işıl Ünal’ın çalışmalarıyla gerekleştirilen proje, kentlilerde yıkıma karşı bir duyarlılık oluşturmayı hedefliyor.
“Seçilen 12 yapı günümüze kadar gelseydi kent nasıl etkilenirdi?” sorusundan yola çıktıklarını söyleyen Cem Kozar, “Kentlerde yıkım her zaman gerçekleşen ve kaçınılmaz bir şey, ama yıkılanı unutmak kente yapılan en büyük ihanettir” diyor.

“Hayal-et Yapılar” projesinde, M.S. 430’da II. Thedosius tarafından yapılan Antiochos (Adalet) Sarayı, 6. yüzyılın ilk çeyreğinde yapılan Pollyeuktos Kilisesi, günümüzde parçalarına hâlâ rastlanan Galata Surları, Fatih’te 1956’da yol yapımı nedeniyle yıkılan Çandarlı Hamamı, Sarayburnun’da alt yapısı hâlâ bulunan İncirli Köşk, yine yol genişletme çabalarından dolayı yıkılan Direklerarası, hiçbir kalıntısı bulunmayan Sadabad Sarayı, 1930’larda Taksim Gezi Parkı için yıkılan Taksim Kışlası, II. Mahmud zamanında yapılan Eski Çırağan Sarayı, 1934’te yanan Darülfünun, Yeşilköy’de bulunan Ayastefanos Anıtı ve 1980 sonrasında yıkılan Squibb İlaç Fabrikası bulunuyor. 12 yapının da kendine özgü bir hikâyesi olduğunu anlatan Kozar, bazılarının günümüzde otopark ve umumi tuvalet olarak kullanıldığını, hatta 1934’te yanan Darülfunun’un tuğlalarının gazete ilanıyla satışa sunulduğunu, yapılardan sadece Eski Çırağan Sarayı’nın yeniden yapılmak üzere yıkıldığını söylüyor.

532’de gerçekleşen Nika Ayaklanması, 1453’teki İstanbul Fethi, 1730’daki Patrona Halil İsyanı, 1955’teki 6-7 Eylül Olayları, kentin büyük ölçüde ahşap yapılardan oluştuğu dönemde gerçekleşmiş yangınlar ve depremler bu yapıların yok olmasında büyük bir rol oynuyor.

Kozar, İstanbul 2010 Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında bir kent kültürü sergisi açarak yıkılan yapıları kentlilerin belleklerine geri çağırmayı planladıklarını, yeniden yapılmaları gibi bir amaçlarının ise olmadığını anlatıyor. Yapıların bulundukları noktalara yapılacak üç boyutlu yerleştirmeler, tarihsel ve kentsel araştırmalar, kitap ve web sitesi sayesinde yok olmuş eserler günümüze yansıtılacak. “Yok olan eserlerin hepsiyle ilgili bilgi toplamak çok zor” diyen Kozar, yapacakları araştırmalar sayesinde birçok bilgiye ulaşmayı umut ettiklerini anlatıyor. Serginin 12 yapı çevresinde olmasına rağmen İstanbul’daki tüm yıkımları ele almayı düşündüklerini belirten Turgut Saner ise İstanbul’un hep üst üste inşa edilmiş bir kent olduğunu ve bu yüzden de binlerce önemli yapı barındırdığını söylüyor.
Taksim Cumhuriyet (Maksem) Müzesi’nde 20 Kasım-19 Aralık tarihleri arasında gerçekleştirilecek ana serginin yanısıra Eylül’den itibaren de konulacak yerleştirmeler yapıları temsil edecek.