Gökhan Tan
Prof. Dr. İlber Ortaylı, meslektaşı Dr. Filiz Çağman’ın emekli olduğu 2005 yılında beri Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü görevini yürütüyor. Ortaylı, göreve geldiği ilk günlerden beri, çoğu zaman sohbetlerde ve nadir de olsa yazılarında, Topkapı Sarayı’yla ilgili haber yazan basın mensuplarının bilgisizliğinden yakınıyordu.
Tarihçi, özellikle Haziran 2006’da yılında “Kaşıkçı Elması’nın da çalınmış olabileceği”ni yazan Uğur Dündar’ın ve bu yazıyı bir ihbar kabul ettiğini söyleyen dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un tavrından çok rahatsız olmuştu.
Sabah gazetesi 17 Temmuz’da, Yeşim Salkım’ın Sepetçiler Kasrı’nda çekilen klibi için Sultan İbrahim’in tahtının özel izinle Topkapı Sarayı’ndan getirildiğini bildiren bir haber yayınmıştı. Haber, birçok gazetenin internet sitesi tarafından da aynı şekilde kullanılmıştı.
Basının, sorgulamadan kullanmakta sakınca görmediği bu haber üzerine Topkapı Sarayı’nı aramış ve Sabah gazetesinin haberinin asılsız olduğunu ortaya çıkarmıştık.
Basın mensuplarına, klip çekiminde kullanılmak üzere Topkapı Sarayı’ndan taht getirildiği yönünde bir bilgi verilmediği, yine telefonla ulaştığımız Yeşim Salkım’ın menejeri tarafından da yalanlanmıştı. Bu durum üzerine Yeşim Salkım’ın basın danışmanı, bilginin kendilerinden kaynaklanmadığını bildiren bir basın duyurusu hazırlamıştı.
Sabah gazetesi ertesi gün İlber Ortaylı’ya ulaşarak, bir gün önceki uydurma haberini düzeltme girişiminde bulunmak istedi. 18 Temmuz’da yayınlanan bu ikinci habere göre tahtın sahte olduğu anlaşılmıştı. Ortaylı, “Saraydan taht çıkar mı” diyordu. Zaten Sultan İbrahim’e özel bir taht da yoktu, bütün padişahlar aynı tahtı kullanmıştı. Sabah gazetesi bu ikinci haberde, tahtın özel izinle çıkarıldığı bilgisine nasıl ulaştığını da elbette açıklayamıyordu.
İlber Ortaylı’nın habere isyan etmesinin tek nedeni de tahtı meselesi değildi. Sultan İbrahim’in adının önüne “deli” lakabının takılmasını terbiyesizlik, saygısızlık olarak yorumluyordu.
Ortaylı o gün, bir de yazılı açıklama yapacağını belirtmişti. O açıklama Milliyet Pazar ekindeki köşesinde dün yayınlandı. Tarihçi, taht hadisesini anmamakla birlikte, birkaç haber örneğinde “uydurmak için de zeki ve bilgili olması gereken” basın mensupları ve “işkembeden atan devlet adamları”ndan yakındı.
Basın mensuplarımızın müze bilgisi
(Milliyet Pazar, 20 Temmuz 2008)
“Müzenin yolunu bile bilmeyenler müze ile ilgili haber yapıyor”
Dış dünyada müzelerle ilgili kaç tane haftalık gazete ve bülten çıkıyor. Bizde ise ömründe müzeye geldiği şüpheli olanların bazıları müze haberi üretiyor. En çok tanınan da Topkapı Sarayı Müzesi olduğu için ilginç haberler duyuluyor. Mesela “Kaşıkçı Elması sahtesiyle değiştirilmiş” veya “Topkapı Sarayı’nda hayalet var” gibi. Hiç kimse Kaşıkçı Elması’ndan daha önemli olan arşiv ve yazmalarla ilgili bir haber yapmıyor çünkü varlığını bilmiyorlar. Müze muhabirliği müzeden, sanat eserlerinden ve Türk müze mevzuatından anlamayı gerektirmiyor zahir.
İşkembeden atarak konuşan insanlar
Türkiye müzelerinin iç karartıcı sorunları vardır ama ta imparatorluktan bu yana öyle kolay yağmalanır şeyler değildir. Bizzat Topkapı Sarayı’nın cumhuriyet tarafından müze olarak devralınışı sırasında yaşanan zorluk ve fedakarlık için ilk müdürümüz Tahsin Öz’ün “Hayatım” başlıklı günlüğünü okumak yeterlidir.
Bazı insanlar vardır, bunların arasında devlet adamına bile rastladım, mesela; “Topkapı’daki çini eserlerin sahteleriyle değiştirildiğini” işkembeden atarak konuşuyordu. Söyledikleri çocuksu bir muzır hayalin eseriydi. Bir tanesi hazinede teşhir edilen zümrütlerin her sefer sayısının azaldığını söylemişti. Allah’a şükür sadece seyredip böyle bir temenniyi içinde saklıyordu.
Yardım istesek bir tanesi bile gelmez
15 Temmuz 2008 günkü Star gazetesinde “Saray hurdaya çıktı” başlıklı haberin sahibi Erdal Şimşek en parlak örnek. Bu beyefendiyi tanımadım, müzeci ve meraklı çevrelerde rastladığımı hatırlamıyorum. Kendi ifadesiyle sarayda veya bakanlıktaki kendini akıllı zanneden bir bürokrattan naklen sözde 5 bin adet eserin hurdaya çıktığını ve satıldığını haber veriyor.
Vah vah vah! Böyle bir mevzuat ve uygulama mevcut değil; demek ki uydurmak için de zeki ve bilgili olmak şart. Eserler kadar bu tip sanat ve müze muhabirliğinin de eserlerden önce hurdaya çıkacağı aşikar. Haber üzerine birtakım çokbilmiş alışveriş düşkünü bayanlar “Aman biz onları hatıra eşya olarak alalım” gibi telefonlarla müzeyi hayli meşgul etti.
Ciddi olmak lazım; “Müzeye yardım edin veya fiilen çalışın” dendiğinde kimse çıkmaz ama müzemizin yolunu bilmeyenlerin bazıları bu tip haberlerin üzerine ucuzluğa koşar gibi telefon ederler. Toplumumuzun hali bazen gerçekten iç karartıcı, dahası var. Ebedi alimemiz (!), merhum eşinin zamanında sarayın güllük gülistanlık olduğunu, hiçbir çürümeye rastlanmadığını demeç olarak vermiş. Sözde 5 bin sayısıyla verilen hurdalar o zaman da hurda statüsündeydi.
Efsanevi methiyeler yazarken dikkat edin
Fakat o zamanlar müzemizin tarihinde unutulmayan bir facia vardır. Kültür Bakanı ve Devlet Tiyatrosu istedi diye IV. Murad Han’a ait zırh ve kaftan ile kütüphanemizin önemli bir el yazması Kuran’ı, Taksim’deki Kültür Sarayı’nda uydurma bir vitrine kondu ve bir akşam Kültür Sarayı ile birlikte yandı. 17’nci yüzyılın büyük mareşalinin zırhı bir topak halinde, el yazma ve kaftan zaten kül. Kişiler hakkında efsanevi methiyeler yazarken başka unsurları da göz önüne almalı.
Bu dehşet haberi besleyen bürokratı tespit edersem mahkemeye vereceğim. Gazetecilerin kaynaklarını gizlemek haklarıdır ama bu kutsal hakka dayanarak uyduruk haber vermek caiz değildir. Herkesin hizaya gelerek ve iyi niyetle çalışması, sorunları ortaya koyması gerekir. Müzelerimize ve arkeoloji dünyamıza Özgen Acar gibi ilginç haber ve raporlarla hizmet eden gazeteciler de vardır; hayalet hikayeleri ve satış ilanları verenler de… İkinci takımı ancak basın kendi eleyebilir.