İnternet ve sosyal medya Türkçe’yi nasıl etkiliyor?

İletişim için kullandığımız yöntem ve araçların değişimi, iletişim biçimlerimizi görülür şekilde etkiliyor. Hayatımıza hızla nüfuz eden teknolojinin, belki de kendini en iyi gizleyen etkilerinden biri kullandığımız dili üzerinde.

Uzmanlara göre teknoloji, konuştuklarımıza ve yazdıklarımıza farklı yollarla müdahil oluyor. Hayatımıza girdikçe onunla ilgili kelimelerin kullanımı da yaygınlaşıyor. Bir marka adı, bir fiilin yerine geçebiyor mesela; internet üzerinde bir şeyi aramak için “googleamak” kelimesinin kullanılması gibi.

Günlük yazışmalarda harfler yutuluyor, kelimeler kısalıyor, resmiyetini yitiriyor hatta kelimelerin yerini şekiller, “emoji” adı verilen semboller alıyor. Uygulamalar kendi alfabelerini oluşturuyor.

Bu yeni lisan genellikle Facebook, Snapchat, Instagram ya da Twitter gibi yeni araçlar yoluyla popüler hale geliyor. Teknolojinin hızına bir şekilde uyum sağlamak zorunda kalan toplum, sosyal medyanın yeni kurallarına ayak uydurabilmek için hızlı bir dönüşüm yaşamak durumunda kalıyor. Daha önce belki de hiç duymadığımız birçok kavram birden hayatımıza girebiliyor, aynı hızla da unutulabiliyor. Sosyal medya dilinin zamanla sokağa inmesi de son zamanlarda en çok karşılaştığımız durumlardan.

İnternet mi dili değiştiriyor, değişen dil mi internette görünür hale geliyor? Çünkü İnternet: Dilin Yeni Kurallalarını Anlamak başlıklı kitabın yazarı, Kanadalı Dil Bilimci Gretchen McCulloch’e göre iki ihtimal de doğru olabilir. İnternetin gerçekten de dildeki değişimi hızlandırması mümkünken, konuşma dilinde göze pek çarpmayan eğilimlerin yazılı hale gelince görünür hale gelmesi söz konusu olabilir. Bu ikinci seçeneğe göre dilin sürekli olarak yeniden biçimlenen hali, herkes tarafından paylaşılmaya başlayınca fark ediliyor.

Peki, sosyal medya Türkçe’yi nasıl etkiliyor? Bu durumu gelişme, zenginleşme ya da bir tür çeşitlilik olarak görebilir miyiz? Yoksa kültürel değişimlerden ve dilimizdeki bozulmalardan dolayı endişe mi duymalıyız? Dil çaresizleşiyor mu?

Dil üzerine çalışan akademisyenler ve uzmanlarla konuştuk.

“Simgeler de dilin bir parçasıdır”

Ayşe Necmiye Alpay
Dilbilimci, çevirmen ve yazar Ayşe Necmiye Alpay

Dil üzerine yazıları ve edebi incelemeleri ile tanınan dilbilimci, çevirmen ve yazar Ayşe Necmiye Alpay’a göre, “dil’”kavramı yalnızca sözel anadillerimizi değil, kendimizi ifade etmemize yarayan görsel diller, işitsel diller ve simgeler gibi her tür araç gereci de kapsıyor. Bu sebeple, son zamanlarda teknolojinin etkileri sonucu akıllarda oluşan dil çaresizleşiyor mu’ sorusuna, bütün bu araç gereçlerin (görsel diller, işitsel diller, simgeler vb.) her birinin çaresizleştiğinden bahsetmenin mümkün olmadığını belirtiyor.

 “Bütün bu diller fazla gevezeleşmedi mi diye de sormak gerekebilir. Nurdan Gürbilek’in Vitrinde Yaşamak adlı nefis denemesinde yazdığı gibi, söz fazlaca çoğaldı. Söze görüntü ve sesler de eklendi. Dolayısıyla, dilin fazla kullanılmaktan yıprandığını ve klişeleştiğini söyleyebiliriz.”

Daha az sözle daha çok şey anlatma ihtiyacı

Necmiye Alpay’a göre dillerimiz, yeni tekniklere ad yetiştirmek, daha az sözle daha çok şey anlatma ihtiyacını da karşılamak zorunda. Emoji’ gibi yeni tür simgelerin bu ihtiyaca karşılık veren yeni dil öğeleri olduğunu söylüyor.

Bilgi Üniversitesi Medya Bölümü Araştırma Görevlisi Birol Şevki Tavlı

Dilbilim ve gösterge bilim alanlarında çalışmalar yürüten, İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya Bölümü Araştırma Görevlisi Birol Şevki Tavlı da hayatımıza giren yeni simgeler konusunda benzer düşünüyor. Hayatımıza giren emojileri, insan duygularının her çağda çok çeşitli ve zengin olmasından dolayı, bu duyguları anlatmanın farklı yollarından biri olarak görüyor:

“Bu çağın insanlarının, Madam Bovary gibi klasik metinlerde rastlayacağımız betimlemelerle konuşmasını beklemek gerçekçi bir beklenti değil. Fakat yine de bu durumu duygu ve düşünce dünyasının daralması olarak görmemeliyiz. Duyguları ifade etmek için emojilerin kullanılması, bu çağın insanlarının duygusuz ya da duygularının daha yoksun olduğu anlamına da gelmemeli.”

“İngilizce’ye başvurmak çaresizlik değil, ihtiyaç”

Necmiye Alpay’a göre, diller hız karşısında çaresizleştikçe ortak dünya dili haline gelmiş olan İngilizceye başvuruyor. Fransızca, İspanyolca, İtalyanca gibi eski egemen dillerin bile, yeni teknolojiler karşısındaki dilsel ihtiyaçlarını İngilizce’den karşılamak zorunda kaldığını söylüyor.

Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Belge

İstanbul Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Belge ise dillerin ortak dünya dili olan İngilizce’ye başvurmasını, çaresizleşme sonucu oluşan bir durum olarak görmüyor, bir ihtiyaç olarak tanımlıyor. Dünyada çok fazla dil olduğu için, herkesin aynı dili anlamasının bir ihtiyaç olduğunu söylüyor.

Her dönemde “lingua franca” (ortak dil) diye tanımlanan, aynı ortak dili paylaşmayan insanların birbiriyle anlaşmak için kullandığı ortak iletişim dili olduğunu söyleyen Belge, Orta çağda bu işlevi Latince görüyordu, şimdi ise İngilizce üstlendi” diyor:

“İngilizce, teknolojinin ana dili olarak görülür. O zaman, onların kullandığı kelimeleri kullanmak da kaçınılmaz. ‘Changement’ kelimesini ancak ‘şanzıman’ yaparak ulusallaştırabiliyoruz. Şu anda bütün dünyada egemen olan durum bu. Hangi dil olursa olsun, dünyada bir ‘ortak dil’ olmasını kötü bir şey olarak görmüyorum. Dünyada pek çok dil var, malum.  Fakat, aynı zamanda herkesin aynı dili anlamaya da ihtiyacı var.”

Uygulamaların hayatımıza getirdiği yeni terimler (hikâye atmak, hashtag, snaplemek vb.) uygulamaları kullananlar ile kullanmayanlar arasına duvar örüyor mu?

Necmiye Alpay’a göre, uygulamaların hayatımıza getirdiği yeni terimler ve kelimeler, uygulamaları kullananlar ile kullanmayanlar arasına duvar değilse bile yeni mesafeler getiriyor. Gençlerin genellikle bütün dönemlerde ‘gençlik jargonu, gençlik argosu’ denilen özel dilleri kullanageldiğini söyleyen Alpay, günümüzde kullanılan bu özel dili, daha teknolojik, daha İngilizce dolu, daha çeviri olarak tanımlıyor.

“Dilde gizli şifreler, gizli simgeler bulma ihtiyacı”

Birol Tavlı, genç insanların kendi yaşıtlarıyla anlaşmak için, büyüklerinden “gizli” şifreler, simgeler bulma ihtiyacının hiç değişmeyeceğini söylüyor. Özgürlük beklentisi, mahremiyetin ihlaline karşı koyma isteği gibi sebeplerin, gençlerin hatta her yaştan insanın temel bir ihtiyacı olduğunu düşünüyor. Bu mahremiyet ve özgürlük ihtiyacının çok doğal bir eğilim olduğunu düşünen akademisyene göre bu durumu yadırgamamak gerekiyor:

“Mesela biraz daha eski dönemlerde de, nasıl gençler günlüğünün bulunmasından veya okunmasından rahatsız olacağı için kilitli günlük kullanıyorsa, bugün de Twitter ya da Instagram hesaplarının büyüklerince izleniyor olmasını istemiyor. Bu çok doğal bir eğilim ve her dönemde de böyle olmuştur. Çekmeceye kilitlenen günlük ile kilitli Twitter hesabı arasında bir fark yok aslında. Bu yüzden özgürlük beklentisini yadırgamamak lazım.”

“Yeni teknolojiler, yeni dilsel topluluklar yaratıyor”

Yeni medyayı ve dijital teknolojileri, dil kirlenmesi veya dil bozulması nedeni olarak olarak görmek son birkaç yıldır Türkiye’de bir geleneğe dönüşmüş halde. Birol Tavlı, çeşitli mecralarda bu konuyu bir kaygı ögesi olarak değerlendiren aydınlar ve dilseverler kadar umutsuz değil. Her yeni mecranın ve her yeni teknolojinin, kendisine bağlı bir dilsel topluluk yarattığını, bu dilsel topluluğun, kendi içinde ve sadece kendilerine özgü yeni iletişim kodlarıyla konuşmasının ve yazmasının büyük bir sorun olmadığını düşünüyor.

“Yeni teknolojilerin dili bozduğunu söylemektense, yeni dilsel topluluklar sayesinde dilin yeni olanaklar kazandığını söyleyebiliriz. Alfabe de başlı başına bir teknolojiydi, bunu da hatırlamak lazım.”

Tavlı’ya göre, anlık mesajlaşma uygulamalarında iki insanın birbirlerine attığı mesaj, yüksek sanat ya da yüksek edebiyat kapsamındaki yazı dili ile aynı görülmemeli. Bu yazışmalar, sözlü kültürün yazıya dökülmüş versiyonu olarak görülebilir: “Bildiğimiz anlamda yazılı iletişim değişmedi, gündelik iletişimimiz simgelere dökülür hale geldi. Aslında yeni bir iletişim alanı doğdu. Bir zenginleşme, bir artış. Mecra çeşitlenmesi. Bunu bir kısırlaşma, cılızlaşma gibi görmemek lazım. Bence hatayı burada yapıyoruz.”

Dil: Dondurulabilen değil, “yaşayan” varlık

Teknolojik gelişmelerin, her gelişmedeki gibi olağan yanlarının yanı sıra olumlu ve olumsuz yanları da var. Necmiye Alpay, dillerin dondurulabilen değil, “yaşayan varlıklar” olduğuna dikkat çekiyor. “Dil, çeşitli etkiler ve ihtiyaçlar yönünde gelişip değişebiliyor ve bu süreçlerini durdurmaya kalkışmamak gerekiyor. Her iyi okuryazardan, kullandığı her gereç gibi diline de arada bir dikkatle ve sevecenlikle bakması bekleniyor.”

“Dillerimiz de tıpkı diğer gereçlerimiz gibi ruhlarımızla bire bir ilişki içindedir. Yalnızca şiirlerin, romanların ve psikanalizin dillerimizde yer etmesini değil, her bilginin, her mesleğin, her hayatın dil temeline dayanması gerçekliğini de düşünmekte yarar var. Kısacası, korkmayalım, paniğe kapılmayalım ama paçayı da fazla kaptırmayalım derim.”