Kadına şiddet pembe otobüsle yok olmaz

Kadına yönelik şiddet ve bunun nasıl önlenebileceği konusunda tartışma giderek büyüyor. Bu konuda hükümeti eleştirenler, kadına yönelik şiddetin her geçen gün arttığını söylerken hükümet kanadından “şiddet değil görünürlük arttı” savunması geliyor. Ancak  Türkiye’de kadınlara yönelik büyük bir şiddet sorunu olduğunu herkes kabul ediyor.

Kadına şiddet, Türkiye’deki psikolojik ve sosyolojik sorunların göstergesi. Uzmanlara göre bu durumu kadın üzerinden çözmeye çalışmak yanlış. Öncelikli olarak konuyu toplumsal bir sorun olarak kabul etmek ve toplum çabasıyla çözmenin mümkün olacağını hatırlamak gerekiyor. Şiddeti doğuran en büyük faktörlerden birisi ise şiddeti görmüş veya yaşamış olmak.

Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Zeynep Çatay Çalışkan , gelişimsel boyutta fiziksel, duygusal, sözel şiddete maruz kalan çocukların beyin kimyalarının değiştiğini söylüyor. Bu çocuklarda stres hormonu çok daha fazla ve yoğun salgılanıp sakinleşme becerileri de gelişmiyor. Aynı zamanda erkek dışarda da şiddet ortamında büyüyor ve böyle sosyalleşiyor. Erkeklerin okulda, sokakta şiddet göstererek var olmaya çalıştıklarını söyleyen Çalışkan, bu durumun bir süre sonra duyarsızlaşmaya  ve empati kurma güçlüğüne yol açtığını ifade ediyor.
Şiddet eğiliminin beslenmesinde kadınların toplumda ihtiyaç nesnesi olarak görülmesinin etkili olduğunu belirten Çalışkan, Türkiye’de son zamanlarda kadına şiddete çoğunlukla boşanmak isteyen, “hayır” demek isteyen kadınların maruz kaldığını dile getiriyor. Değişen dengeleri kaldıramayan erkek profilinin, iktidarı sarsıldığında büyük tepki verdiğini, bu duruma geleneksel normların da katkıda bulunduğunu söylüyor.

Çalışkan, suçlu profillerine bakıldığında çoğunlukla ailelerin küçük yaştan beri çocuklarına hatalarının bedelini ödetmemesi, fazlaca kayırmaları ve korumalarının ön plana çıktığını söylüyor. Aileler fazlaca koruyucu yola başvurduklarında, herşeyi yapabilmeyi kendinde hak gören, yaptıklarının yanına kar kalacağını düşünen, hesap verme sorumluluğu hissetmeyen bireyler yetiştirildiğini vurguluyor. Buna çözüm olarak da Çalışkan, şidddete sıfır tolerans tutumunun hayatın her alanında oturması gerektiğini söylüyor.

Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Aylin Akpınar ise toplumun ahlakını düzeltmeyi kadınların hareketlerini kısıtlamaya bağlayan anlayışa dikkat çekiyor. Sorun erkeklerin kafasındaki cinsellik. Sorgulanması gereken konu bu. Erkeklerin kendi kişilik tanımlarını yapmayı öğrenmeleri gerekiyor. Özellikle ekonomik geliri düşük olan erkekler kendi kişiliklerini birlikte oldukları kadın üzerinden tanımlıyorlar. Kadınlarını kaybederlerse kimliksiz kalacaklarından korkuyorlar. Sorunun kadınları eve erken götürmekle, pembe otobüslere bindirmekle çözülmeyeceğini dile getiren Akpınar, işe erkeklerin kafasındaki kişilik ve ego problemlerinin çözülmesiyle başlamek gerektiğini ifade ediyor.

Hindistan’da televizyonda sitcom türünde cinsellik eğitimi veren, gençleri ve çocukları vücut dokunulmazlığı hakkında bilinçlendirerek saygılı olmayı öğreten programlar, diziler yayınlanıyor. Türk medyasında ise erotizmin abartılması ve kadının metalaştırması faktörleri öne çıkıyor. Bu nedenle medyanın da dilini değiştirmesi gerekiyor. Türkiye’de devletin ve popüler kültür ürünlerinin kadını eve çekmek gibi ortak bir politikası dikkat çekiyor. Bu nedenle Türkiye’de kadına şiddet sorununun toplum, devlet ve medyayla birlikte çözülmesi gerekiyor.

Akpınar’a göre kendi ekonomik özgürlüğü olan kadınlar, boşanma ve kendi özgürlüklerini kazanma konusunda daha başarılı. Ancak onlar bile toplum baskısından etkileniyorlar ve bunu göz ardı etmek zorunda kalıyorlar. Çünkü Türkiye toplumunda boşanmak, bir kadının yalnız ya da çocuğuyla birlikte yaşaması normal olarak görülmüyor. İsveç’te sosyal devlet, boşanan ve eski eşinden nafaka alamayan kadınlara ekonomik destek sağlıyor. Aylin Akpınar, Türkiye’de benzer bir uygulamaya gidilmesi gerektiğini düşünüyor.