İklim değişikliği, en bilinen adıyla küresel ısınma, uzunca bir süredir dünyanın bir numaralı ortak gündem maddelerinden biri. Isınma önlenemediği sürece de gündemini yitirmeyeceği kesin. Tüm dünyanın kendi çıkarlarını bir yana bırakıp küresel ısınmayı durdurmak için yaptığı girişimler ise bir hayli çok. Hem devlet temelli hem de sivil oluşumlar küresel ısınmayı engellemek için çözümler geliştiriyor. Bu kadar önemsenmesinin en büyük nedeni ise hepimizi etkilemesi. Ülkelerin, coğrafyaların önemini yitirdiği, çünkü olayın “küresel” olduğu bu noktada her bir ülkenin tavrı diğerleri için büyük önem taşıyor.
Atılan ilk adım Kyoto Protokolü
Tüm girişimler içerisinde dünyada hazırlanan en geniş çaplı girişim ise hiç şüphesiz Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve onun devamı niteliğinde olan, sera gazlarıyla mücadeleyi içeren Kyoto Protokolü. Japonya’da Birleşmiş Milletler’in katılımcı ülkeleri tarafından 1997 yılında kabul edilen anlaşma 2005 yılında 55 ülkenin taraf olmasıyla yürürlüğe girdi. Bugün 169 ülkenin taraf olduğu anlaşma, sera etkisi yaratan gazların salınımını 2008-2012 yılları arasında yüzde 5.2 düşürmeyi öngörüyor. Bu hedefe ulaşmak için protokolü imzalayan ülkelere sera gazı miktarını düşürecek mevzuatlar düzenleme, fosil yakıt yerine bio dizel kullanılması, güneş enerjisi ve nükleer enerjiye yönelik yatırımlarda bulunmak gibi yükümlülükler verildi.
ABD direniyor Türkiye kararsız
Avustralya’nın da protokolü imzalamasının ardından imzalamayan ülkeler arasında Türkiye ve ABD kaldı. ABD en fazla sera gazı salınımı yapan ülkelerin başında gelmesine rağmen, çıkarları doğrultusunda 10 yıldır protokolü imzalamaya yanaşmıyor. ABD Başkanı Bush bu durumu “küresel ısınma ile ilgili teorilerin henüz tam olarak kanıtlanmamasına” bağlarken, 20 Ocak’ta göreve gelecek olan yeni başkan Barack Obama büyük umut veriyor. Dünyaca ünlü iklim değişikliği uzmanlarından John Holdren’i bilim başdanışmanı yapması da Kyoto Protokolünü imzalayacağına bir işaret olarak görülüyor. Türkiye ise hala imzalasak mı imzalamasak mı çelişkisi içerisinde meclise tasarılar sunuyor. Türkiye’de genel tutum imzalanmamış olmasının büyük bir utanç kaynağı olduğu yönündeyse de hükümetler bu konuyu henüz tasarıdan öteye taşıyamadı.
Karbon yakalama ve depolama sistemi
Kyoto Protokolü çerçevesinde geliştirilen ve Avustralya Başbakanı Rudd’un da bir an önce geçileceğini bildirdiği yeni bir sistem ise iklim değişikliği konusunda atılan önemli bir adım olarak görülüyor. Karbondioksit yakalama ve depolama sistemi ( CCS – Carbon Capture and Storage) adıyla bilinen sistem sera gazları arasında en tehlikelisi olan karbondioksitin etkisiz hale getirilmesini sağlıyor. Ancak sistemin işlevini anlatmadan önce fosil yakıtlar- CO2 – sera etkisi üçlüsünü anlamak gerekiyor.
Fosil yakıt, CO2, sera etkisi döngüsü
Fosil yakıtlar olarak bilinen kömür, petrol, doğal gaz, fuel oil gibi doğal enerji kaynakları karbondioksit bakımından oldukça zengin yakıtlar. Bu organik maddelerin özellikle endüstriyel alanda çok geniş kullanım alanı var. Karbondioksit ise fosil yakıtların tüketilmesiyle açığa çıkıyor. Bütün fosil yakıtlar karbon içeriyor ve bu yakıtların yanması sırasında da karbon, oksijenle birleşerek karbondioksit oluşturuyor. Gazlı içeceklerin tamamında bulunan, bitkilerin gündüz içine çekip, gece dışarı verdiğini ilkokulda ezberlediğimiz, bize pek de tehlikeli görünmeyen karbondioksit ise atmosferi tehdit eden en büyük düşmanların başında geliyor. Karbondioksit ve diğer birkaç gazı da içeren, adına “sera gazları” denen gazlar ise ısıyı dünyanın atmosferine hapsediyor. Dünya yüzeyine ulaşabilen güneş ışınları normal şartlarda yeryüzü tarafından soğuruluyor fakat karbondioksitin atmosferde fazla bulunması bu soğurmayı engelleyince yeryüzü, olması gerektiğinden fazla ısınmaya başlıyor. İşte bu duruma da “sera etkisi” deniyor.
Her yıl 1-2 milyon ton C02 depolanıyor
Görüldüğü gibi fosil yakıtların yakılması karbondioksitin açığa çıkmasına, zararlı bir gaz olan karbondioksitin fazla salınımı da yeryüzündeki ısıyı arttırarak iklim değişikliklerine yol açıyor. Bu döngüde kırılması gereken nokta ise açığa çıkan karbondioksitin yeryüzüne zarar vermesini önlemek. İşte bu noktada yeni geliştirilen sistem devreye giriyor. Sistem adından da anlaşılacağı gibi karbondioksitin tutulup, depolanması esasına dayanıyor. Elektrik santralleri, rafineriler, gaz işletme tesisleri ve endüstriyel fabrikalar gibi tesislerde tutulan karbondioksit, uygun yeraltı depolama rezervlerine aktarılarak orada depolanıyor. Depolamak için uygun yerler ise petrol ve gaz sahaları, kömür yatakları ve akiferlerden oluşuyor çünkü buralar uzunca yıllar petrol, gaz ve karbondioksit barındıran yerler. Depolama yerleri seçiminde en önemli kriter ise deprem bölgesi dışında olması. Yeraltı sarsıntıları depolarda sorun çıkarabileceğinden deprem bölgesindeki yerler tercih edilmiyor. Örneğin Yunanistan depolamada uygun bir ülke değilken ABD’de gazlı içecek yapımı için toplam 3 bin 100 km uzunluğunda karbondioksit boru hattı altyapısı var. Bunun yanı sıra 2005 yılı itibariyle CCS sistemi ile ilgili Norveç, Kanada ve Cezayir’de olmak üzere üç proje yürütülüyor. Bu ülkelerin her birinde yılda 1-2 milyon ton karbondioksit depolaması yapılırken, Türkiye’de de Türkiye Petrolleri A.Ş. tarafından Raman Petrol Sahası’nda CCS projeleri yürütülüyor.
Maliyeti yüksek sistem
Karbondioksit salınımını engellemenin maddi yükü ise oldukça ağır. AB Komisyonu’nun raporuna göre mevcut kömür santrallerine karbondioksit yakalama sisteminin maliyeti 1 megavat kurulu güç başına 600 ile 700 bin Euro arasında. CCS sistemiyle karbondioksit yakalamak elektrik üretimi maliyetini de kilovat saat başına 1,3 ile 3 Euro arasında arttırıyor. Sistemin içinde sadece depolama maliyeti ise 1 ton karbondioksit için 10 ile 20 Euro arasında.
“Tozlar halının altına süpürülüyor”
Sistem karbondioksit gazının yeryüzüne çıkışını engelleyerek küresel ısınmayı önlemede başarılı olmasının yanı sıra taşıdığı risk açısından da diğer gazlara göre daha tehlikesiz. Deprem kuşakları üzerinde depolama gerçekleşmediği sürece herhangi bir sızıntı ihtimali oldukça düşük. Bunun yanısıra, karbondioksit, doğalgaz gibi tutuşan ve patlayıcı bir gaz olmadığından herhangi bir sızıntı durumunda da ağır sonuçlar alınmayacağı ortada. Tüm bunlar sistemin Avrupa Birliği tarafından en etkili karbondioksit azaltım teknolojisi olarak görülmesini sağlasa da sistemi eleştirenler de var. Özellikle AB Çevre Danışmanlığı Yunanistan temsilcisi Kyriakos Psychas bu sistemi, “tozları halının altına süpürmekten” farksız diye niteleyerek karbondioksit salınımını azaltmaya değil bir yerde saklamaya yaradığını savunuyor.