Volkan Ağır
Süper Lig’in içinde bulunduğumuz sezon dahil, son üç sezonunun beşincisi Kayserispor. Takım ve yönetimiyle, ligin bu en istikrarlı ekibi artık Türkiye Kupası’nın sahibi.
Ligdeki sıralamasını haftalar önce garantiye alan Kayserispor, ligin 26. haftasından 29. haftasına aldığı üst üste mağlubiyetle kupayı tek hedef olarak gördü. Finalde, Galatasaray’ı elemiş bir Gençlerbirliği buldu karşısında. Ancak rakibinin durumu kendisiyden farklıydı. Geçtiğimiz hafta, Vestel Manisaspor’un ligden düşen üçüncü takım olmasının kesinleşmesine kadar rahat bir nefes alamadı. Bu yıl beş kez teknik direktör değiştirmenin bedelini, son haftaya kadar düşme korkusu yaşayarak ödedi. Ve –penaltılarla da olsa- finali kaybederek.
Gençlerbirliği’nde sezonun en etkili oyuncularından Mehmet Çakır maça yedek başladı. Kayserispor ise gölcüsü Gökhan Ünal’ı, sakatlığı geçmesine rağmen kadroya almamıştı. En önemli atak silahlarından yoksun çıkan iki takım da maça temkinli başladı.
Pozisyonu kıt maç seyrettik dün akşam, nitekim ilk yarı gol seyredemedik. İkinci yarı biraz kıpırdanır gibi oldu taraflar. Akıllarda kalan tek pozisyonun, Mehmet Topuz’un ceza yayına yakın yerden, Lampard veya Gerardvari çıkardığı sert ve diz boyunda giden şutunun, “Villareal” soy isimli Şilili kaleci Peric tarafından çıkarılmasının, 84. dakikada yaşanması maçın niteliği hakkında bir fikir veriyor.
Peric bile isyan etti bu durgunluğa. İlk pozisyonun hemen arkasından, ceza sahasına sarkan Kayserisporlu Cangele’ye müdahale etmek için pek çaba sarf etmeyen Addo’yu, omuzlarından sallayıp, “silkelen” mesajı verdi. Bu da kar etmemiş olmalı ki, normal sürenin ardından oynanan 30 dakikalık uzatma da gol getirmedi. Organize ataklardan çok kişisel çabalarla oluşturulan pozisyonlar, yorgunluk veya becerisizlik nedeniyle tabelayı değiştirmedi.
Türkiye Kupası’nda 2001’den bugüne finallerdeki penaltısızlığa son veren düdüğü çaldı Yunus Yıldırım. Penaltı atan ilk oyuncunun, her ne kadar bu konudaki başarısıyla tanınsa da, Kayserispor Kalecisi Ivankov olması ilginç bir sürecin habercisi gibiydi. Nitekim iki takım da 14 atış kullandı ve maç sadece bir gol farkla, 11-10 bitti. İvankov iki atışı kurtardığı gibi iki de gol attı. Bilmiyorum, bir başka karşılaşmada böyle bir şey yaşanmış mıdır?
Gençlerbirliği’nin bu sezon uyguladığı “teknik direktör rejimi”, ister istemez kupanın, Kayserispor’un hakkı olduğunu düşünmeme yol açıyor. Kazanan Gençlerbirliği olsaydı, bu kadar çok teknik direktör değiştirerek başarı elde eden bir takımın doğru bir iş yaptığını sanabilecektik.
Finalden geriye futbol adına çok şey kaldığı söylenemez. Gençlerbirliği Teknik Direktörü Mesut Bakkal’ın her penaltıda, devekuşu misali kafasını önüne gömmesi kaldı akıllımızda. Her iki takımın kalecisinin penaltılardaki sakin ve sempatik tavırları, sportmenliğe dair inancımızı tazeledi.
Ama ben bu maçta en çok, Ankaragücü, Bursa ve Gençlerbirliği taraftarlarının maçı bir arada izlerken, penaltı atışlarında aynı heyecanı paylaşmasının, çok iyimser bir bakışla da olsa tribün olaylarını engelleyebilme ihtimalini sevdim.
Merak ettiğim şey ise, ligin uzaktan en iyi şut atan ve duran top kullanan oyuncusu Mehmet Topuz’un neden ilk beş penaltıdan birini kullanmadığı? Eğer bu kendisinin tercihiyse, diyecek bir şey yok. Ama karar Tolunay Kafkas’ın ise, ona “Mehmet Topuz’un alternatifi Koray mı” diye sormamız lazım.
Geçen sene kupayı finalde kaybeden Erciyesspor’dan sonra, bu sene “asıl” Erciyesspor kupayı Kayseri’ye götürdü. Türkiye Kupası’nı kazanan bu 13. takıma, yeni sezona yetişmesi muhtemel, yeni ve modern statlarında oynayacakları UEFA Kupası maçlarında başarılar dileyelim.