Hayal gücümün sınır tanımadığı çocukluk yıllarımda, Robin Hood’un çetesine katılacağım günü düşler dururdum. Haksız yere suçlanan kanun kaçaklarını toplayıp, zenginden alıp fakire veren bir liderdi efsanevi karakter. Robin Hood’a olan inancımı kaybettiğim ortaokul yıllarındaysa, yoldaşı olmak isteyeceğim bir başka kahraman olmadığına emindim. Jenerasyonları nefessiz bırakan İnce Memed’i tanımıyordum henüz…
27 Şubat’ta, 92 yaşında hayata veda eden Yaşar Kemal, usta bir sanatçı, uluslararası üne sahip bir yazar ve düzinelerce eser sahibi bir Nobel Edebiyat Ödülü adayıydı. Bense onu Sherwood Ormanı’ndan Toroslar’a, Aslan yürekli Richard’ın gazabından Abdi Ağa’nın karşısına, çocukluktan gençliğe ve mitlerden gerçekliğe attığım adımların mimarı olarak anıyorum.
Kemal’in hikâyelerinden birini okumak dahi Çukurovalı olduğunu anlamak için yeterlidir. Başkarakterlerinin zorbalara karşı duruşuysa, hayal ürünü olamayacak bir yiğidin el işidir; ilk sayfadan anlaşılır. Romanlarındaki kanun kaçaklarını tanıdıkça, Sherwood efsanelerinden uzaklaştığınızı bilirsiniz. Kelimelerinde can yakan, kitap ayracının durduramayacağı bir gerçeklik yatar; başucu lambanızı söndürmeniz kurtuluş değildir.
Güçlü bir Kürt hakları savunucusu olan Kemal’in de kanunla başı dertteydi. 1980’ler ve 90’larda gelen Nobel Ödülü adaylıkları dahi iftihar yerine öfkeyle karşılanmış, Kemal’in dehasını tanıyan İsveç Akademisi, Türk düşmanı olmakla suçlanmıştı. Kemal milliyetçi birçok grup için bir haindi; yazdığı satırları ezbere bilen bizlerse, “asil bir kanun kaçağı”, Memed’in akıl hocası olduğunu bilirdik…
İkinci eşi Semiha Baban’ın fazla soru sormakla ithan ettiği yazarın, verdiği röportajları zapt ettiği, gazetecilere fırsat vermeden karşı ataklara başladığı söylenirdi. Anekdotlar ve esprilerle dolu söyleşilerini okumak, tutkunu olduğu bilinen halk şiirlerinden yaptığı alıntıları yakalamak, Kemal’i anlamaya başladığım hissi uyandırırdı içimde.
Cumhuriyet gazetesi için çalıştığı yıllarda dahi kendini gösteren şairane üslubu, yazarı eğiten âşıklardan devralınmış bir bayraktı gözümde. “14 yaşındayken yanlarında yetiştiğim ozanlardan biri çırağı olmamı istemişti” diyordu bir röportajında, “benim yeni Karacaoğlan olacağımı söylemişti.” Sazıyla yola düşmüş olsaydı da bilir miydim onu diye düşünüyorum şimdi, ne de olsa saz şairlerinin hepsini ondan öğrenmiştim…
Kemal eğitimine devam etmeyi, ozanlığa tercih etti. Ortaokul sıralarında tanıştığı Cervantes ve Çehov’un eserlerine akraba hikâyeleri, “akıl hocam ve ustam” dediği Stendhal duruluğunu elden bırakmadı hiç. “Okula köyümden gelmiştim. Orada her şeyi bilen bendim. Önüme yepyeni bir dünya seren Stendhal oldu” diyordu The Guardian’a verdiği bir röportajda. Batı edebiyatıyla tanışmasını “en talihli anım” diye tanımlayınca, okurlarını da peşinden sürükleyivermişti. Parma Manastırı elime Kemal’in en sevdiği eserlerden biri olduğu için geçti. Sanırım Stendhal’ın nasıl okunacağını da ondan öğrenmiştim…
Ona dokunan yazarların aksine, Kemal’in aklı Toroslar’da kalmıştı. Temmuz 1956’da, İnce Memed’i köyüne sığınan haydutların hikâyelerinden esinlenerek kaleme aldığını yazdı Cumhuriyet’te; Orta Direk’se şüphe götürmez bir Çukurova güzellemesiydi.
“Ferman padişahın, dağlar bizimdir” naraları atan Dadaloğlu’nu dahi Akçasazın Ağaları’ndan öğrendim. İsyanın ruhu, dağların kudreti, tabiatın sert yüzünü anlatabilmişti şehirli bir çocuğa. “Yalnız büyük akıllar basit bir elle yazar” diyen ustası Stendhal haklıydı. Yaşar Kemal benim gibi kim bilir kaç çocuğu sırtlamıştı?
Yaşar Kemal’le tanışma fırsatım olmadı, köyü Hemite’yi kendi gözlerimle görmedim hiç. Bir kez dahi yüzüme bakmadan kanun kaçağı olmayı düşleyen o çocuğu hukukçu eden oydu yine de… Hak savunucusu olmanın ne anlama geldiğini ondan öğrendim. Kanundan şiire, romandan söyleşiye, denemeden kısa öyküye ne geçtiyse elime, okumadan kenara ayırmamayı ondan öğrendim. Çok soru sormayı, susulacak yerde dahi konuşmayı, sırf yazmış olmak için yazmayı ondan öğrendim.
Dağın öteki yüzüne bakmayı, “adam olmayacak çocuk” sıfatıyla gurur duymayı da ondan öğrendim.
O, “alışamıyorum bir türlü” dedi diye Emile Zola’yı ben de hiç sevemedim.
İnancımı kaybettiğim Robin Hood’dan onu düşünerek af diledim ve yıllar önce kitaplıktan rastgele çektiğim kitap Orta Direk olduğu için, Tanrı’ya tekrar teşekkür ettim.