Kürt Meselesi: Artık vakit kalmamışken

Barış Aydın

Birikim’in sembol ismi Ömer Laçiner’in eski seri Birikim (1979), Yeni Gündem (1986) ve ağırlıkla yeni seri Birikim’de yayınlanmış (1989-91) makalelerini içeren kitabı Kürt meselesine dair sol/sosyalist açıdan çeşitli değerlendirme ve mülahazalar içeriyor. Yeni seri Birikim’de ‘Geçen Ayın Birikimi’ başlığıyla güncel siyasal gelişmeleri kendine özgü bir üslup ve tarzla değerlendirmeye devam eden Laçiner, meseleyi özellikle güneydoğudaki savaşın gemi azıya aldığı 1989-1991 arası karanlık dönemde yazılmış değerlendirmeler eksenindeki bu kitabında, öncelikle, sol/sosyalist addedilen kesimlerin meseleyi sadece ‘ulusların kendi kaderini tayin hakkı’ ilkesi çerçevesinde değerlendirmesinin sol enternasyonalist bir kavrayışın tesis edilemeyişinin önünde ciddi bir engel teşkil ettiğini belirtiyor (s. 8).

Kürt solcu/sosyalistleri arasında da pek revaçta olan bu görüş vasıtasıyla, Kürt meselesine enternasyonalist bir perspektiften yaklaşma gayretinde olan kesim ya da kişilerin harekete ihanetle dahi suçlanabildiğini dile getiren Laçiner, bu durumdan sol/sosyalist düşüncenin ulusal sorun özelindeki içsel zaafının yanısıra yaşanmış sosyalist pratiklerdeki enternasyonalist yaklaşım eksikliğinin sorumlu olduğunu vurguluyor (s. 9).

Burada Laçiner’in Kürt meselesinin çetrefil muhteviyatının, sosyalizmin sorunlu kavramlarıyla hesaplaşması ve kendini yeniden tarif etmesi bakımından ciddi bir fırsat olarak değerlendirilebileceği saptaması dikkate değer (s.11). Milli devletin evrensel bir zorunluluk olmadığı ve bu süreçte Ortadoğu halklarının da hem tarihsel-kültürel mirası hem de bu katara geç katılmaları nedeniyle çektikleri acılara referansla, Kürt meselesinin bütün bu süreci sorgulamaya açan bir muhtevayla tüm Ortadoğu halklarının birlikteliğini hedefleyen bir siyasal taleple yola koyulması gerektiği önermesiyse kitabın belki de en can alıcı yeri (s.15).

Ömer Laçiner, PKK’nın Türkiye Devleti’nin “ciddi gayretleriyle” Kürt halkı nezdinde on yıllardır biriken bir ulusal onur kırıklığının ihyasına, bölgenin hakim heroik ve ataerkil yapısından kaynaklanan şiddet dolayımlı eril bir dille seslenmesini; özellikle 60’lar sonrasında sınıfsal geçirgenliğin bir hayli seyrelmesiyle oluşan sosyo-ekonomik çaresizliği; ve son olarak 80 darbesinin bölgedeki insanlıkdışı tasarruflarının yarattığı meselenin başka türlü bir çözüme kavuşamayacağına dair inancı, bu hareketin bugüne kadar etkili bir fenomen olarak varlığını sürdürmesinin temel sebebleri olarak sayıyor (s. 33-35).

Özellikle kuruluş aşamasından o döneme kadar (1991) PKK’nın nemalandığı bu şiddet eksenli eril dilin, devletin de ona yönelik benzer bir güç retoriğiyle yürüttüğü mücadelenin de etkisiyle hareketin neredeyse yegane alameti farikası haline gelmesi sonucunda eskiden pek de yandaş bulamayan ulusal gururu okşamaya matuf girişimler PKK nezdinde Kürt hareketinin temel çıkış noktası haline gelmiştir (s. 49).

Şurası çok açık ki, “Benim çözümüm uygulansa değil PKK’lı, ot dahi bitmez” diyen dönemin üst düzey komutanlarından birinin bugün de hâlâ anaakım olan bu yaklaşımının meselenin birbirini besleyen bir milliyetçilikler döngüsüne hapsolmasındaki rolü inkar edilemez çaptadır (s. 50).

Laçiner’in o dönem ekseninde savaşın halklar nezdinde henüz bir kamplaşma, düşmanlaşmaya yol açmadığı yönündeki hayırhah algısı bugün ne yazık ki geçerli değildir; çünkü hali hazırda her an kışkırtılmaya amade bir sıradan faşizmin nefesini ensemizde hissettiğimiz aşikar.
Kürt hareketlerinin bilhassa 80 öncesinde bölgenin sosyo-ekonomik geri kalmışlığına seslenen ve oradan politik bir angajman sağlamaya çalışan tavrının yanısıra yine buna benzer bir biçimde milli birlik ve bütünlük peşindeki muhafazakarlar ve resmi görüş erbabının GAP gibi çaplı ekonomik yatırımlara bel bağlayarak Doğu sorununun temelde ekonomik bir nitelik taşıdığı yönündeki savının safiyaneliği hareketin bugün vardığı devasa siyasal boyuttan anlaşılabilir.

Laçiner’in dediği gibi, PKK’nın kendisinin bile hesaplayamadığı bir kitleselleşmeyle meselenin artık enikonu siyasal bir tanınma talebi ve ulusal bir iade-i itibar meselesine evrilmesiyle, ekonomi temelli izahatların dün de faydasız olmasına karşın bugün artık tümden geçersizleştiği söylenebilir (s. 49).

Sonuç olarak yas tutma ve yüzleşmeyle geçirilmesi gereken, fakat değerlendirilemeyen altı yıllık bir ateşkes döneminin ardından PKK’nın yeniden eylemlere başlaması ve son dönemde artan can kayıplarıyla beraber 1991’den beri bir kez daha parlementoda temsil hakkına kavuşan DTP’nin yine kapatılmasının konuşulduğu şu günlerde Laçiner’in daha o günlerde Kürt halkına yaptığı çağrı hâlâ bile çok değerlidir: “Kürt halkı [Ortadoğu halklarının birlikte ve özgürce yaşamasına matuf] böylesi bir oluşumun en azından bir ilk dile getiricisi, ilk kitlesel adımının öncüsü rolünü neden düşünemesin?”