“Mahalle baskısı” kavramını çok sevdik. Geçen yıldan beri popülaritesini kaybetmeyen ancak hâlâ kafaları karıştıran bu kavramı daha iyi anlamaya ihtiyaç vardı. “Mahalle baskısı”nı ilk kez gündeme getiren Şerif Mardin, Sosyal Sorunları Araştırma ve Çözüm Derneği’nin (SORAR) düzenlediği halka açık toplantıda medyada bir yıldır savrulan kavramı yeniden açıkladı.
Prof. Şerif Mardin, geçen yıl gazeteci Ruşen Çakır’la yaptığı söyleşide sözünü ettiği “mahalle baskısıyla” gündem yaratmıştı. Herkes bu terimi başka bir tarafa çekti. Kavramın fikir babası aslında ne demek istediğini bir yılın ardından yeniden anlattı. Prof. Binnaz Toprak, Prof. Fuat Keyman, Prof. Ali Yaşar Sarıbay, Doç. Necdet Subaşı ve Dr. Hidayet Şefkatli Tuksal’ın da tartışmacı olarak katıldığı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’ndaki toplantıyı Ruşen Çakır yönetti.
Yeniden tartışmaya açılan “mahalle baskısı” kavramını Şerif Mardin, Türkiye’de bakma kültürünün önemi, cumhuriyet sonrası öğretmenli mahalle yapısının Osmanlı tipi mahalleye yenilişi, Kemalizm’de iyi doğru ve güzel düşünce biçiminin eksikliği üzerinden anlattı.
Prof. Şerif Mardin “baskı”ya neden olan tüm bu etkenleri birbirine şöyle bağlıyor: “Bir topluluğun kurulması için değerlere ihtiyaç var. Değerlerin paylaşılması içinse ‘bakış’ olmalı. Herhangi bir topluluğun çalışabilmesi için bu değerlerin içinde özel bir değer tipi olması lazım: ‘iyi, doğru ve güzel’ hakkında düşünceler.
Baskı sebebi, “bakmak”
Mardin’e göre bu “baskı” mahalleyi inşa eden en önemli unsur olan “bakmak” ile harekete geçiyor. Profesör Mardin, Türkiye’de bakma kültürünü şöyle açıklıyor: “Göz baskıdır. Bir toplumu inşa ederseniz bu bir baskıdır. Türkiye’de herkes herkesi gözlüyor. Türkiye ‘büyük gözaltı’dır. Devlet sizi gözetliyor ama daha büyük bir şey var ki siz beni ben de sizi gözetliyorum. Herkes birbirini gözetliyor.”
Prof Şerif Mardin, mahalle kültürünün Osmanlı dönemindeki hali ile cumhuriyet sonrası dönemin farklılıklarını için şunları söyledi: “Mahalle Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçek bir birimdir. Mahalle içinde cami de, caminin imamı da, onun okuttuğu kitap da, esnaf da tekke de var.” Mardin, cumhuriyetle birlikte bu yapıya bir rakibin geldiğini söylüyor. Bu yapıda okul, öğretmen, öğrenci, öğretmenin kitabı var. Mardin’e göre uzun vadede bu iki inşanın rekabetinde öğretmenli yapının biraz kaybettiğini görüyoruz.
Mahallenin inşasında bir başka önemli unsur iyi, güzel ve doğru hakkındaki düşünceler. Mardin, iyi, güzel ve doğru hakkındaki düşüncelerin eksikliğini öğretmenli yapının geride kalmasına sebep olarak görüyor: “Cumhuriyette ‘iyi, doğru ve güzel’ hakkında çok derine giden bir düşünce yok. Avrupa’da yüzlerce, binlerce sene dindar olsun veya olmasın insanlar her iki grupta, iyi, doğru ve güzel konusunda tartışmalara girmiş ve bu konuda on binlerce sayfa yazı yazılmış. Bizim cumhuriyetimizde, öğretmenimizde iyi, doğru ve güzel hakkında derinliğine araştırılmış bir şey yok. Binlerce sayfa felsefi tartışma olmayınca ne kalıyor insanların bu değerlerini birbirine karşılıklı olarak üstüne alınmasında ‘göz’ kalıyor; ‘bakma’ kalıyor.”
Mahalle baskısının önemli unsurlarından “bakma” öğretmenin dünya görüşünde iyi, doğru ve güzel olmayınca devreye giriyor; bir tür baskı ve kontrol mekanizması olarak işliyor. Sosyoloji profesörü Mardin bunu şöyle açıklıyor: “Mahallede iyi, doğru güzel hakkında bazı değerler var: İslami değerler. Aynı zamanda o değerlerin nasıl kullanılacağına dair bir hal çaresi var: ‘göz’ün erkek ve kadın farklılıklarının üzerine tepkisi. Mahallede göz bundan dolayı çok önemlidir. Öğretmenli yapıda da, ‘iyi, doğru ve güzel’in olmaması dolayısıyla mahalle bilhassa kadın ve erkek farklılıkları üzerinde değerlerini kondurduğu için, mahallede ‘göz’, ‘bakma’, ‘birbirine bakma’ bir kontrol şekli olarak çalışıyor.”
“Baskı” sadece mahalleden gelmiyor
Şerif Mardin, Türkiye’de bu işte yalnızca mahallenin rolü olmadığını söylüyor. Ünlü profesöre göre belediyeler de “herkesi” gözetliyor: “Gözle topluluk inşa edilir, sonra belediye geliştiği zaman belediyeler tarafından devralınır. Onun için belediye gözle görülecek olan bir şey yapıyor, örneğin içki içilecek yerleri şehir dışına gönderiyor. Mahallede gözle olan kontrolü belediyede her zamankinden daha sert şekilde yavaş yavaş ortaya çıkıyor.”
Halka açık gerçekleştirilen toplantıda izleyicilerin büyük çoğunluğu kadındı. Ünlü sosyoloji profesörü katılımcıların yönelttikleri soruları da yanıtladı. Yanıtları esnasında Mardin, yine gündem oluşturacak yeni açıklamalar yaptı. Profesör, Kemalizm’in kuru bir yanı olduğunu söyledi: “En önemli saydığım ’iyi doğru ve güzel’ hakkında Kemalizm’in bir zaafı var. Batıda laiklerin binlerce sayfalık tartışma yaptıkları ’iyi, doğru ve güzel’ anlatısı hakkında bu gün Türkiye’de liseden mezun olanların bilgisi sıfır seviyesinde. Kemalizm’in zaafının bu olduğunu anlamak lazım. İslam’ın zayıf ve boş bir alanı doldurduğunu görüyoruz. Uzun süre Kemalizm çalıştığınız zaman kuru bir yanı olduğunu anlıyorsunuz. ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ çok derin bir ifade değildir.”
Mardin aynı zamanda Türkiye’de laikliğin tartışılamayacak bir tabu olduğunu da belirtti: “Başbakan Erdoğan’ın laikliği tartışma talebine hak veriyorum. Türkiye’de herhangi bir konuyu sonuna kadar tartışma geleneği yoktur. Ve bu bilhassa çok tabu olan Kemalizm için yapılmamıştır. Laikliği tartışırsanız günlerinizi hapiste geçirebilirsiniz.” Siyasi partilerle ilgili değerlendirmelerde de bulunan Mardin, bu partilerde kariyer yapmak isteyen insanların “sofistike değil basit insanlar” olarak nitelendirdi.
Prof. Şerif Mardin’in açıklamalarını dinleyen diğer tartışmacılar, Mardin’in ardından diğer iki oturumda söz aldılar.
“Modern toplum yapısı, baskıdan kaçış imkânı sağlar”
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Binnaz Toprak ancak modern toplumların ve hukukun “göz baskısı”ndan kaçış imkânı sağlayabileceğine inanıyor. Prof. Toprak modern toplum ve mahalle arasındaki farkı şöyle açıklıyor: “Nedir cemaat? Modern topluma kıyasla, yüz yüze ilişkilerin hâkim olduğu, herkesin birbirini tanıdığı ortam. Şerif Hoca’nın dediği gibi, yaşamların gözaltında olduğu, herkesin birbirini kolladığı, bireysel yaşamın cemaat ve mahalle tarafından şekillendiği ve ahlaki sorunların yine cemaat tarafından belirlendiği bir ortam. Modern toplumlarda insanlar tek tek birbirini tanımıyor. Dolayısıyla da bireysel yaşam nispeten gözetimden uzak. Kadın erkek ilişkileriyle bağlantılı olarak bireyin kendi ahlak normlarını ve namus anlayışını tanımlayabildiği bir alan. Cemaatte bunun mümkün olduğunu düşünmüyorum. Modern toplum baskıdan arındırılmış bir toplum da demiyorum. Ancak cemaatten farklı olarak dolayısıyla da mahalleden farklı olarak modern toplumun yapısı kaçış imkânı hazırlıyor.”
Prof. Toprak’a göre örneğin Anadolu’nun birçok yerinde cuma namazına katılmak cemaatin içindeyken mecburi. Hâlbuki modern toplum içinde bunlara uymanın da uymamanın da serbest olduğunu düşünüyor. Bu tip toplumun kişiye kaçış imkânı sunan, hukukun koruması altındaki bir yapı olduğunu söylüyor.
Mahalle baskısı ve muhafazakârlaşma
Koç Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Fuat Keyman da mahalle baskısını, Prof. Şerif Mardin’in açıklamalarından yola çıkarak yorumladı. Keyman’a göre mahalle baskısını anlamak için Türkiye’de 1990’lardan bu yana modernleşmenin çok hızlı değişimine bakmak gerek. Fuat Keyman “mahalle baskısı”nın tam da bu değişim sürecini açıklayan bir kavram olduğunu söylüyor. Bunun için de muhafazakârlaşmayı incelemekte fayda var: “Muhafazakâr modernleşmeyle mahalle baskısı arasındaki ilişkide, hepimizin yanıt veremediği nokta şu: Türkiye bir modernleşme sürecinden geçiyor. Bu modernleşme sürecinin tepe noktasında devlet var; yani laik bir modernleşme. Toplum kendi içinde muhafazakâr değerlerle modernleşiyor. Yani bir toplumsal modernleşme var, bir de devlet modernleşmesi. İkisi arasındaki bağlantı Türkiye’de bir türlü kurulamıyor.”
Prof. Keyman muhafazakâr modernleşmeyi “mahalle baskısı”yla şöyle ilişkilendiriyor: “Eğer muhafazakâr değerler temelinde yaşayacaksak o zaman kadın sorununu içki konusunu nasıl çözeceğiz? Örneğin içkiye dayanan her referans, laik bir referanstır. Eğer biz farklılıklar içinde yaşayacaksak bu yaşama biçimindeki muhafazakâr değerlerin, yani dinsel değerlerin yeri ve gücü ne olacak? Türkiye bunu çözemedi. O yüzden de mahalle baskısı her zaman olmak durumunda. Çünkü ya biz farklılıklarımız arasında hukukun üstünlüğüyle bir diyalog içinde yaşayacağız ya da bazı değerler diğer kimlikleri susturacak. O yüzden bir mahalle baskısının temel referansı, muhafazakârlaşma temelinde, bir arada yaşama sorunuyla ilgili soruya verdiği bir cevaptır.”
Keyman “mahalle baskısı”nın genel bir sorun olduğunu sadece türbanla üzerinden algılamamamız gerektiğini de söylüyor: “Mahalle bugünün modern, küresel Türkiye’sine anlam veren mahalle. Çünkü o mahalle Türkiye’nin modernleşmesini muhafazakârlaştırıyor, Türkiye’nin dönüşümüne muhafazakâr değerlerle bir anlam veriyor. Mahalle Türkiye’nin göbeğinde oturuyor. Anti modern değil, modern. Hatta laik orta sınıflardan daha küresel, daha Avrupalılaşmış. O yüzden mahalle baskısı bugünün Türkiye’sine anlam verme tartışmasının ürünüdür.”
Demet Soysal (Üniversite Öğrencisi): “Başörtülü olanın başörtüsü takmayana bir baskısı varmış gibi gösteriliyor. Vardır belki ama tam tersi de var. Ben de bir başörtülü biri olarak aynı baskıya maruz kaldığımı düşünüyorum. Ama eğer bu tip farklılıkları baskıyla açıklayacaksak toplumsal hoşgörü nerede kaldı o zaman?”
Esen Gümüşçü (Ev hanımı):“Bence mahalle baskısı var. Hatta bunu birebir yaşayan bir biriyim. Ümraniye’ye birkaç yıl önce taşındım. Ben bir hayli muhafazakâr, inançlı bir insandım. Tüm bu alışkanlıklarımı kaldırdım. Bende böyle bir etki yaptı. Onlar Müslüman ise artık ben değilim diyorum. Oturduğum semtte her cuma buluşuyorlar, bütün kadınlar toplanıyorlar. Üç cuma gitsinler dördüncü cuma türban takmaya başlıyorlar. Ben iki kere aralarında bulundum. Birkaç soru sorduğum için üçüncüsünde beni almadılar.”
mahalle baskısı dediğimiz olay hiçbir zaman bitmez.bunun nedenini toplumu oluşturanların mahallelilinin geçmişinden gelen ve geldiği yerde ona dayatılan değerlere bağlamak lazım.bugün şehirlerimizde gelinen nokta gösteriyor ki farklı kimliklere sahip insanlar kendi kimliklerini başkasına dayatma arzusunda.Yapamadığı taktirde onu ötekileştirme yoluna başvurmada.bugün türbanlı türbansız tartışmasında efndim aslında böyle bişey yok türbanlı bir kadınla açık bir kadının arkadaş olabildileri ve hiçbir sorun yaşamadıkları öne sürülüyor.Kısmen doğrudur. Çünkü dünya algıları farklıdır her yerde her zaman aynı ortamlarda bulunamazlar.muhafazakar türbanlı kadın kuran günlerine giderken seküler laik dünya görüşüne sahip kadın altın günlerine gider.farklı mekenlar,farklı adetler.sadece kadınlar için geçerli değildir,erkekler içinde aynıdır bu durum.Birde etnik temelli ötekileştirme söz konusu son 30 yıldır. Kürt bir vatandaş yan komşusu Türk kardeşiyle her ne kadar onları birleştiren din kimlikleriyle ortak noktada buluşsalarda,bazı anlarda örneğin şehit olaylarında birdenbire birbirlerine karşı farklı düşüncelere kapılıyorlar.Bunun temelinde ulus devlet model imi laik devlet modeli mi yatar?her ikiside mi var?En basit şekilde açıklamak gerekirse ülkenin kuruluş temellerinde algılanan yanlış ulus devlet modeli yanlış yorumlanan laik sistem,farklı toplomlardan alınan hukuk sistemleri(isviçre medeni hukuku,italyan ceza hukuku vs)yatmaktadır ki yüzyıllarca islam hukuku ile haşir neşir olmuştur toplum.