İş stresinden mi bunaldınız? İlişkilerinizden tatmin olamıyor musunuz? Para sıkıntısı mı çekiyorsunuz? Hayatınız boş, yaptıklarınız anlamsız mı gelmeye başladı? Mutsuz ve huzursuz mu hissediyorsunuz?
İhtiyaç duyulan her şeye ulaşmanın anahtarını sunan yöntemler silsilesiyle her yerde karşılaşmak mümkün artık. Çözümler, yeni bir diyet yöntemi ya da göğüs büyütücü krem pazarlanır gibi parlak paketlerle sunuluyor. Hayatınıza çeki düzen vermeyi, mucizevî sonuçlara ulaşmayı vaat ediyor. Rhonda Byrne’in yazdığı -216 sayfası altı sayfada özetlenebilecek- Secret’la başlayan “evrenin sırrını çözme furyası” gün geçtikçe palazlanıyor. Gerçekten yardıma ihtiyacı olanlar ise düşünce teknikleri, taşlar, seminerler, enerji çalışmaları ve kişisel gelişim kitapları arasında huzur bulmakla yeni bir pazarın kurbanı olmak arasında çaresizce savruluyor.
Evren bana ne diyor?
İçindeki boşluğu doldurmak, hayattan zevk almak ve huzur bulabilmek için çıktığı bu yolculukta yolunu kaybedenlerdenim.
İlk olarak Nöro-Linguistik Programlama (NLP) çalışması yapan psikolog Derya Öztürk ile çalışarak başladım. Bu çalışmalar sırasında sevgi dışındaki her şeyi zihnimin yarattığını ve bunları sevgiye dönüştürmem gerektiğini öğrendim. Hem de bir hafta gibi kısa bir zamanda ve yalnızca bin 500 dolara!
Kişisel gelişim seminerlerinin internet sayfalarına yorum yazan katılımcılar gibi “hayatım değişti, mucize gerçekleşti” diyebilmek isterdim ancak karakterimdeki sivri uçları törpülememe yardım etmesinin dışında neden olduğu herhangi bir mucize göremedim. Tasavvuftan alınan temel düşüncelerin sıkıştırılıp hap yapılmış hallerinin yutturulduğu “hızlandırılmış hayat değiştirme kurslarına” benzeyen seanslarda baş melek Mikael enerjisine de uyumlandım. Bu “uyum” eller ve ayaklar çapraz olmayacak şekilde yatarak evrenden melek Mikael’e niyet etmekle gerçekleşti. Sonra zihnimin yarattığı olumsuz düşünce kalıpları bulundu ve bunların temizlenmesi için çalışmalar yapıldı. Derya Öztürk’ün NLP olarak bahsettiği bu yöntem aslında tam olarak NLP olmasa da değişim dönüşüm çalışması sayılabilecek nitelikte.
Patronun seni aşağılıyorsa..
Örneğin, patronunuz sürekli sizi aşağılıyor ya da güvendiğiniz biri size yalan söylüyor. Bu yönteme göre bu insanları siz özellikle seçiyor ve hayatınıza alıyorsunuz çünkü evren size başarısızlık ya da güvensizlik korkunuz olduğunu göstermeye çalışıyor. Bu geçmişten gelen ya da öğrenilen bilinçaltı kaydını bulduktan sonra olumsuz düşünceler yerlerine “ben başarısız olsam da değerliyim”, “ben güvendeyim” gibi olumlamalar sürekli tekrar edilerek yerleştiriliyor. Yatıp kalkıp tekrar edilen bu cümleciklerin ise kalıplaşmış düşünce döngüsünü değiştirdiği ve eski korkuları yok ettiği söyleniyor.
Sevginin öz, özün esas, kıskançlık, öfke, hırs, korku gibi geri kalan her olumsuz duygunun egonun yansıması olduğu düşüncesinden yola çıkan bu sistemin elbette yararları olmadı değil. Hem sevgi dışındaki duygulara karşı farkındalığım arttı, hem de kötü bir durumla karşılaştığımda bunu sükûnetle ve “bana bir şey öğretmek için özel olarak yaratıldığı” düşüncesiyle kabullenmem kolaylaştı. Varoluşçu karamsarlıktan herkesin içindeki iyiliğe inanan, her olumsuzluğa sevgiyle yaklaşan “Polyannacılık”a geçiş arada kimlik karmaşasına neden olsa da vazgeçmeyip denemeye devam ettim. Tabi hayatımdaki her insana ve başıma gelen her olaya “evren bana bir şey göstermek istiyor” gözüyle bakmaktan aynı zamanda öküz altında buzağı aramanın ustası da oldum.
Paranoyaya doğru giden bu yolda ikinci durağım Duygusal Özgürlük Tekniği (EFT) oldu. Bu da fiziksel, zihinsel, ruhsal sorunların ve hastalıkların altında enerji sistemimizdeki tıkanıklıkların yattığını savunup bu tıkanıklıkları belli noktalara vurarak açmayı hedefleyen bir sistem. Vücuttaki enerji noktalarını parmak uçlarıyla uyarma ve bu aşamada farklı telkin yöntemleri kullanma şeklinde gerçekleşiyor. Uygulama aşamasında enerji tıkanıklıklarım açıldı mı bilemem ama elmacık kemiklerime, parmak uçlarıma, göğüs kafesime vurulan parmaklar eşliğinde “ben sevgiyim”, “ben değerliyim”, “ben yeterliyim” dedirtilmesi ve akabinde “iyi ki doğdun Melis” dememin beklenmesi beni kahkahalara boğarak rahatlamamı sağlamıştı diyebilirim.
“O zaten bana ait”
Kuantum düşünce tekniği ise derin düzeyde, atom altı alanda etkili olabilecek tarzda bir yaratıcı düşünme biçimi. Sınırlayıcı, engelleyici düşünce kalıplarını fark edip bunların yerine yeni inançlarınızı koymayı amaçlıyor. Bu tekniğe göre bizim için “en uygun kişi ya da şey, en uygun imkân, en uygun zamanda karşımıza çıkacaktır. Yapmamız gereken tek şey uzanıp onu almaktır.” Örneğin yeni bir araba almak istiyorsunuz ancak paranızın yetmeyeceğini düşünüyorsunuz. Kuantum düşünce tekniğiyle bu “alamam” düşüncesinden kurtulup rengine, modeline, direksiyon başındaki görüntünüze kadar her şeyi hayal edip “o zaten benim” mantığıyla yaklaşmanız gerekiyor. Bu düşünceyi içselleştirdiğinizde de evren size istediğiniz arabayı veriyor.
Tabi bu arada insanın aklına “madem bu yöntemi öğretiyorsunuz ve siz de uyguluyorsunuz, o zaman neden lüks arabalara, evlere, katlara, yatlara sahip değilsiniz? Hadi maddiyatta gözünüz yok, bu ruhani bir yolculuk diyelim. O zaman ne diye her seansa tonla para istiyorsunuz?” diye sormak gelebiliyor. Bu da yüzlerce yıldır Budizm ya da tasavvuf gibi aynı yöntemleri üstünde tek bir elbise, karnında bir lokma ekmekle uygulayan insanların kapitalizme ayak uydurmuş taklitleriyle karşı karşıya olduğumuzu hissettiriyor.
Katıl seminere, değiş iki günde!
Değişim dönüşüm seminerleri de bütün bu kişisel gelişim çalışmaları arasında benim favorim. “Değişim kendimden başlar” sloganım, “hayatımın efendisiyim” motivasyonumla katıldığım İçimdeki Yolculuk seminerleri de ne yazık ki septik ruhuma bir yarar sağlamadı. Birkaç bölümden oluşan bu seminerlerde her oluşa cevap verecek bir yöntem geliştirilmiş gibi gözükse de ikna olamadım. Örneğin “aynalık” teorisine göre, dışarıda gördüğümüz her şey aslında bizim bir yansımamız. Yani sizi sinir eden arkadaşınızı tanımlarken kullanacağınız bencil, yalancı, ikiyüzlü gibi sıfatları kullanırken bir kez daha düşünün çünkü bu tekniğe göre aslında o sizsiniz. Bu özellikler sizde olduğu için karşınıza bu insan çıktı ve bunu görmenizi sağlamak için sizi sinir ediyor. Siz kendi içinizde bu huylara neden olan bilinçaltı kayıtlarını bulup temizlediğinizde karşınızdaki kişinin de değiştiğini göreceksiniz.
İkinci bölüm korkular. Eşiniz sizi aldatıyorsa bu belki de terk edilme korkunuzu ortaya çıkarmak için yaşadığınız bir durum. Üçüncü bölüm, tüm korkuları ve sevgi dışı duyguları fark edip hem kendinizi hem bunu yaşatan insanları affetme bölümü. Bunları da bağımlılık ve “üst ben” çalışmaları takip ediyor. Her olayın her duygunun altında yatan olumsuzlukları bulup temizlemeniz gerekiyor. Hepsinin altında yatan mantığa gelince, bu tekniğe göre evren bizdeki bir korkuyu göstermek istediğinde önce kibarca uyarıyor, duymazsak kafamıza bir tuğla atıyor. Onu da anlamazsak tuğladan duvarı başımıza yıkıyor. “Ne ekersen onu biçersin” diyen evren, ekstra para verirsek bizi reiki enerjilerine de uyumluyor. Bu arada bu çalışmaları yaparken sürekli duyacağınız jargona alışmanızı da öneririm. Deneyimlemek, olumlamak, niyet etmek, temizlemek, bilinçaltı kaydı, üst ben gibi bir dolu sözcükten oluşan farklı bir kişisel gelişim dili var.
Özgüven eksikliliğine işaret eden mide problemi
Bir diğer yöntem Acmos metodu, “geleneksel tıbbın doğal yöntemlerini moleküler biyoloji ve vücudun enerjetik boyutu ile semptomatik belirtiler arasındaki bağlantıyı” organize ediyor. Yani yüksek gerilim hatları, cep telefonları, bilgisayarlar gibi aletlerin yaydıkları frekanslarla bloke edilen vücut enerjisini düzeltiyor. Bu da uygulayan kişinin elindeki Acmos anteni denilen iki ucu çatal metal bir aleti suratınıza doğru sallamasıyla gerçekleşiyor. Küçük tüplerin içinde bulunan bazı maddeler, sıvılar ve metallere işaret eden anten, vücuttaki eksiklikleri gösteriyor. Örneğin kansızlık şikâyetiniz varsa anten, içinde demir bulunan küçük tüpe vuruyor. Bu yöntemle çakralar da açılıyor, auralar da düzeltiliyor. Fiziksel ve kimyasal eksiklikler aynı zamanda ruhsal sorunların belirlenmesinde de etkili oluyor. Örneğin midedeki bir problem aynı zamanda özgüven eksikliği anlamına da gelebiliyor.
Benzer bir yöntemi alternatif tıp alanında çalışan Hüseyin Nazlıkul da uyguluyor. Enerji bölgelerinde sorunlu olan yerleri tespit edip buralara içinde ne olduğunu bilmediğim bir sıvı enjekte ediyor. Nöral terapi denilen bu metodla, kesik, yara, ameliyat ya da başka nedenlerle oluşan “enerji kaçmasının” önlenmesi amaçlanıyor. Enerji kaçaklarının olduğu bölgelerin belirlenmesi ise çok ilginç. Sırtüstü yatarken bacağımı kaldırmamı ve indirmek için ittiğinde karşı koymamı söyleyen doktorun dediğini yaptığımda bacağımı itemediğini gördüm. Ancak aynı şeyi bir eliyle küçükken bademcik ameliyatı olduğum yere dokunarak denediğinde itme gücüne karşı koyamadım. Bunun nedeninin ameliyat nedeniyle oluşan enerji kesintisi olduğunu söyleyen Nazlıkul’un “iğneden korkar mısın?” sorusuna verdiğim “hayır” yanıtından sonra eskiden bademciklerimin durduğu yer de dâhil toplam on beş iğne yapacağını bilmiyordum elbette. İğnelerden sonra aynı “bacak ittirmece” deneyini denediğimizde daha önceden enerji kaçağı olan bölgelere dokunulsa bile başarıyla karşı koyabildiğimi gördüm.
Makarnasız spagetti, hamursuz baklava
Yedi enerji merkezini besleyen çakra taşları da günümüzde enerji düzeltme işlevinin yanı sıra moda endüstrisinin de bir parçası konumunda. Çakraya göre ametist, kaplan gözü, akik, topaz, lapis gibi taşların vücuda değecek bir şekilde taşınmasının enerjilere iyi geleceği söyleniyor. Harun Kolçak’ın çıktığı her televizyon programına yanında koca bir ametist taşı getirmesi de bu yüzden olsa gerek. Yoga, tai chi chuan, meditasyon ve nefes teknikleri de bu yola çıkıldıysa yapılması gerekenlerden. Yaşam koçu Nevşah Fidan’ın üç günde mucize vaat eden seminerleri yanında bedeni yenilediği iddia edilen çiğ yemek akımını da denemek şart. Canlı Gıdalarla Gelen Sağlık kitabında Amerika’da ünlüler tarafından da çok tutulan “raw food” (çiğ yemek) akımına göre sebzeler pişirilmeden yeniyor. “Ölü” sayıldığı için et yemek yasak. Pişirilmediği için mineralleri ölmeyen sebzeler ise de en zengin ve besleyici haliyle tüketilmiş oluyor. Hem fiziksel hem ruhsal bir arınma sağladığı söylenen bu beslenme şekliyle makarnasız spagetti ya da hamursuz çiğ baklava yemeye de alışmanız gerekiyor.
Kişisel gelişim kitapları, seminerler, taşlar, akımlar, terapiler eşliğinde belki bazı insanlar gerçekten de beklentilerine kavuşuyorlar. Düşünce güçleriyle hayatlarını değiştirip hayalini kurdukları şeylere ulaşıyorlar. Bazılarıysa benim gibi her yöntemi deneyip kısa süreliğine yeni moda “elit tarikatlarının” kuşkucu müridi olmakla kalıyorlar. Bu uğurda harcanan emek, para ve zaman kaybı ise bir parça umut peşinde koşarken ödenecek küçük bir bedel gibi gözüküyor. Aralarında gerçekten işe yarayanı, mucize yaratanı vardır belki ama herkesin görünmez elbisesine hayranlıkla baktığı topluluğun aksine yine de söylüyorum: “Kral çıplak!”