Geride bıraktığımız haftanın en bomba konularından biri, hiç kuşkusuz Habertürk Televizyonu Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut’un Başbakan Erdoğan’ın kahvaltılı toplantısında ortaya attığı “Medya Üst Kurulu” fikri oldu. Başbakan tarafından bile ciddiye alınmayan önerisini ciddiye alıp üzerinde tartışmaya elbette gerek yok. Ancak Türkiye’de medya ve özellikle de internet üzerindeki denetim konusu sürekli gündeme geldiği için, bu konunun anlaşılmasına elden geldiğince katkıda bulunmanın da bir görev olduğunu düşünüyorum.
Pek çok kişi gibi Yiğit Bulut da RTÜK’ün, daha doğrusu RTÜK gibi bağımsız kurumların -RTÜK’ün ne kadar bağımsız olduğu elbette tartışılır ama burada kavramlardan söz ediyoruz- var oluş nedeni konusunda çok fazla bir fikir sahibi değil. Böyle bir üst kurulun internet için hatta medyanın geri kalanı için de oluşturulması fikri karşısında çoğu kişi “Neden olmasın?” diye tepki veriyorsa, bence burada temel hak ve özgürlüklerin algılanış biçimiyle ilgili ciddi bir sorun var demektir.
Bulut’un 27 Eylül Pazartesi günü yazdığına göre RTÜK’ün var olma nedeni çok basitmiş: “RTÜK’ün var olma mantığı çok basit. Radyo televizyonlar kamu varlıkları üzerinden size ulaştığı için “düzenleme” yapılabilir. RTÜK’ün anayasal bir temeli var… Şimdi soralım; Türk Telekom ağları veya mobil şebekeler üzerinden Türkiye’de 50 milyon üstünde abonesi olan internet neden kuralsız?” Evet, RTÜK ve benzeri kurumların var olma nedenleri gerçekten de çok basit, ama Bulut’un söylediği ve aslında “neden” bile olmayan bir nedenle değil…
Çağdaş hukuk sistemlerinde düşünce açıklama ve yayma özgürlüğü temel hak ve özgürlükler arasındadır. Ardından pek çok kısıtlama getirmesine rağmen 1982 anayasasında dahi (Madde 26) “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.” maddesi yer alır. Madde 28, “Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak, izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.” der. RTÜK’ü düzenleyen 133’üncü maddenin girişinde ise “Radyo ve televizyon istasyonları kurmak ve işletmek kanunla düzenlenecek şartlar çerçevesinde serbesttir.” ifadesiyle her ne kadar yasal düzenlemelere atıfta bulunulsa da, esas olanın “serbestlik” olduğu vurgulanır.
Peki, düşünce açıklama ve yayma özgürlüğü temel bir hak ise, neden gazeteler ve dergilerle ilgili olarak bir üst kurul oluşturmak kimsenin aklına gelmediği halde, radyo ve televizyonla ilgili bir “üst kurul” fikri anayasa metinlerine kadar girebiliyor?
Bu fark esas olarak karasal radyo ve TV frekanslarının kısıtlı bir doğal kaynak kabul edilmesinden kaynaklanıyor. Zira fiziksel olarak frekans sayısı kısıtlı olduğu için, bu frekanslar üzerinden ancak belirli sayıda radyo ve televizyonun yayın yapması mümkün olabiliyor. Yayın yapmak isteyen kuruluş sayısı frekans sayısının üzerine çıktığında ise frekansların hangi kuruluş tarafından kullanılacağı sorunu ortaya çıkıyor. En yüksek lisans ücretini verecek ve aynı zamanda en yüksek kamu yararını sağlayacak kuruluşların, bu frekansları kullanabilmesi için en doğru seçimi yapmak gerekiyor. Tabii iş seçimle de bitmiyor. Lisansı alan kuruluşun lisans süresince kamu yararı gözetip gözetmediğinin, tarafsızlık, kişi hakları gibi basın özgürlüğünün temel değerlerine uygun yayın yapıp yapmadığının kamu adına denetlenmesi, bir sonraki ihale döneminde bu davranışların gözetilerek tahsislerin gerçekleştirilmesi gerekiyor.
Bu sorunların çözümü için, hem frekans tahsislerini gerçekleştirecek, hem de kamusal denetim görevini üstlenecek, hükümetlerden bağımsız bir üst kurul fikri ilk kez, televizyon ve radyo yayınlarının başlangıçtan beri özel sektör eliyle gerçekleştiği ABD’de ortaya çıkıyor. Böylece radyo ve TV yayıncılığını kamu hizmeti olmaktan çıkartıp özel sektöre açan Türkiye gibi pek çok ülkede de RTÜK benzeri kurullar oluşturuluyor.
“Kısıtlı bir doğal kaynağın doğru kullanımı” için geliştirilen “üst kurul” fikrinin, medyanın tamamına teşmil edilmesi arzusu ise konunun özünden kopartılıp bu tür kurulların denetim mekanizması haline getirilmesi anlamına geliyor. Zira basılı mecra ve internet ortamı, herkesin takdir edebileceği gibi “kısıtlı bir doğal kaynak” sayılmaz, sayılamaz. Binlerce, on binlerce basılı yayın ve milyonlarca internet sitesi, birbirlerinden bağımsız olarak aynı anda var olabilir, değişik fikirleri yayabilir.
Denetlenmesi gereken “kısıtlı bir kaynak” niteliği, günümüzde dijital (sayısal) yayın platformları için bile tartışmalı hale geldiği halde, bu ihtiyaç için ortaya çıkan RTÜK gibi bir yapıyı basın ve internet için önermek gerçekten, üst düzeyde görev yapan bir gazeteci için de, görev yaptığı kuruluş için de talihsiz bir durum.
Radyo ve televizyonların da, RTÜK’ün de asli işlevlerini ne kadar yerine getirdikleri, basının ve hükümetlerin etik ilkelere ne kadar uygun davrandıkları, internette kişilik haklarının nasıl korunacağı gibi konular elbette ayrı ayrı tartışılmaya muhtaç. Ancak Yiğit Bulut ve onun gibi düşünenler için Fatih Altaylı’nın 29 Eylül tarihli yazısında tavsiye ettiği Hıfzı Topuz’un “Türk Basın Tarihi” adlı kitabını ben de öneririm. Ama “yok bu beni kesmez” diyenler varsa bana e-posta göndersinler ben kendilerine bir okuma listesi gönderirim.