Metin Akpınar cevaplıyor




Türkiye’nin en önemli oyuncularından Metin Akpınar uzun bir aradan sonra tekrar sahnede. Sanatçı, “Metin Akpınar ile Muhabet” başlığı altında düzenlenen etkinlimlerde İstanbul Ayazağa’daki Unique Hall’de seyirci ile buluşuyor; izleyicinin yönelltiği, sanattan siyasete, mizahtan aşka, yargıdan tiyatroya hemen her konudaki soruları yanıtlıyor.

Etkinliğin fikir babası Necati Akpınar. Yönetmeni, Netflix platformunda da yayınlanan, Akpınar’ın hayatını ve sanat kariyerini anlatan 2020 yapımı İyi ki Yapmışım belgeselinin de yönetmeni Selçuk Metin. Söyleşinin moderatörlüğünü ise, yine aynı belgeselin senaryosunda imzası olan gazeteci Zeynep Miraç Taner yapıyor.

Seyirci soruyor, Akpınar yanıtlıyor.

“Türkiye’de bir ilk olan Devekuşu Kabare Tiyatrosu neden kapandı?”

Akpınar bu soruyu iç çekerek yanıtlıyor:

Zeki Alasya sinemayı severdi, ben ise tiyatroyu tercih ederdim. İlk zamanlar kabareyi yaymak ve tanıtmak için çok çalıştık; senede iki farklı tiyatro oyunu sergilemek istedik. Kabarenin ilk zamanlarında sahnede bizler, sahne önündeki seyirci sayısından daha fazlaydık. İlk olarak eş, dost, arkadaşlar, tanıdıkları çağırdık, hemen hemen her yere broşür bastırıp dağıttık fakat bir türlü istediğimiz seyirci sayısına ulaşamadık ama pes etmedik ve nihayetinde başardık. Seyirci sayısı her tiyatro oyunumuzdan sonra artarak devam etti. Turnelere çıktık. Lakin Türkiye’de yaşadığımızı unutmuştuk. Devekuşu Kabare’nin yanına benzin istasyonu açıldı. Malum Türkiye’de yaşıyorsanız, hangisini kapatırsınız? Devekuşu Kabaresini mi yoksa benzin istasyonunu mu? O dönemin gazetelerinde “İnsanları yakacaklar” diye manşetten girip kabareyi anlatmışlardı. Tabii ki sizin de düşündüğünüz gibi kabareyi kapatmayı tercih ettiler. Benzin istasyonu halen yerinde duruyor…”

“Devekuşu Kabare ismi nereden çıktı?”

“Dünyadaki bütün kabareler bir bitki veya hayvan ismi taşımak zorundadır. Benim isteğim ‘kaktüs kabare’ olmasıydı. Çoğu kişi bilmez lakin kaktüs çok özel bir bitkidir, az sulamak gerekir ona iyi baktığınızı hissederse küçük de olsa bir çiçek açar. İşte mühim olan o çiçeği açtırmaktır. Zeki, devekuşu olmasını istedi, devekuşunu seyirciye benzetirdi. ‘Bizim seyircimiz devekuşu gibi olmasın, burada kelime oyunu oynayalım’ derdi rahmetli. Biliyorsunuz, devekuşları başlarını saklar, kıçlarını açıkta bırakırlar, ‘bizi izleyenler bunun tam tersi olsun’ derdi. İyi ki onu dinlemişim, rahmetlinin söylediği gibi bizim seyircimiz hiçbir zaman devekuşu olmadı.”

O tostu bir sürü düşünür yemiş…

Bir seyirci ağlayarak mikrofona uzanıyor ve “Metin Bey gözaltına alındığınız zaman bir fotoğrafınız yayınlanmıştı, elinizde bir tost, şaşkın bir ifade ile… O fotoğrafınız hiç gözümün önünden çıkmıyor o tostu yerken ne düşünmüştünüz?” diye soruyor…

Akpınar gülerek şöyle cevaplıyor: “Güzel kızım, benim sabah aç karnına ve tok karnına alınacak ilaçlarım var. Sabahın erken sularında polisler tarafından evden çıkartılırken aklıma gelmemişti ilaçlarım. İfade vermek için beklerken orada tek ve meşhur olan bir kafeterya varmış, polisler beni oraya götürdü ve o popüler tosttan ısmarladılar, bizim Tarkan (muhabir) ‘Abi bir bakar mısın?’ diye dibime girdi ben de tam tostumu yerken çekti. O fotoğraf sosyal medyada ‘Akpınar yalnız değildir’ diye paylaşıldı lakin düşünüldüğü gibi bir anısı yok. Sorunuza dönmek gerekirse o an farkettim ki o adliye salonunda o meşhur tostu bir sürü düşünür yemiş zamanında…”

“Rahmetli Zeki Alasya karşınızda oturuyor olsaydı ona ne söylemek isterdiniz?”

Gülerek yanıt veriyor Akpınar:

“Ben ömrümü onunla geçirdim. Benim değil sizin karşınızda oturuyor olsaydı siz ne söylemek isterdiniz asıl?”
Seyirciler kahkaya boğuluyor.

Akpınar devam ediyor: “Zeki çok bilgili bir insandı, tek sorunu parayı tutmayı bilmezdi, ona borç verseniz o borcu unutmanız gerekirdi. Para gelir gelmez o gün biterdi hatta gelecek parasını bile yerdi. Tek kusuru buydu. Onun içinde hep sinema sevdası vardı, benim ise tiyatro… İkimiz çok farklı insanlardık, hiç anlaşamazdık, tek ortak noktamız sade Türk kahvesiydi. Dostluğumuz demokratikti, keşke Türkiye’de evlilikler, iş ortaklıkları, anne baba çocuk ilişkileri demokratik olsa, gerçekten sorunumuz kalmaz. Ben alkol içtim, o siroz oldu. Canım benim çok erken gitti, daha yapacağımız birçok şey vardı…”

“Atatürk enginar yemediyse bizim masamızda enginara yer yok”

Diğer bir seyirci mikrofonu alıyor: “O saatler süren sofranızda neler konuşurdunuz, sabahlara kadar sürdüğü duyumları var, bizlere o günlerinizi anlatır mısınız?”

“Öncelikle şunu açıklığa kavuşturalım: Bizlerin sofraları bu zamanın rakı masaları gibi değildi evet çoğu zaman sabahlara kadar sürerdi ama bizler ayyaş değildik. Atatürk’e çok özenirdik onun en sevdiği yemekler olurdu masamızda. Rahmetli son zamanlarında enginar istemiş fakat yemeye vakti olmadan gitmiş canım başkomutanım; bu yüzden bizim soframızda hiçbir zaman enginar olmadı ve olmayacak. Bizler o sofrada bilgi alışverişi yapardık, sabahlara kadar süren o muhabbet o masa her zaman bize fayda sağlardı, başkalarına bilgi sağlardı. Bizim masamız bugünün masalarından çok farklıydı çocuklar, sizin masalarınızda öyle olur inşallah…”