Volkan Ağır
Bosna Hersek milli maçının üzerinden günler geçti. Ama, basketbol mlli takımının başarılarına rağmen “başat” sporumuz futboldaki başarısızlığın ezikliğini atamadık bir türlü. Bosna maçı sonrasında atılan manşetler “yazık!” kelimesiyle özetlenebilir. Oysa yazık, mazık değil! Bilakis hak ettik biz bunu. Çünkü “lokum gibi” bir grupta oynanan karşılaşmaları birer kader maçına çevirdik. Ve bunu sırf bu eleme maçlarında değil daha öncekilerde de yaşadık. Ama hiç ders çıkarmadık. Bakalım bundan sonra ders çıkarabilecek miyiz? Ya da yine bir mucize -veya Afrika büyüsü- gerçekleşir de gidersek hataları paspas altı mı edeceğiz?
Bosna Hersek karşısında hızlı başlayıp golü getirmemiz hayra alamet değildi. Çünkü biz skor olarak öndeyken oynamasını bilmiyoruz. Topu ayağımızda tutamıyoruz. Baskıyı görünce ayaklarımız birbirine dolaşıyor. Yıllardır bu durum böyle ve biz çözüm üretemedik. Euro 2008′den itibaren İsviçre, Çek Cumhuriyeti, Hırvatistan maçlarında hep geriye düştük ve sonrasında “mucize” galibiyetler geldi. Bunun sebebi Amerikalı kondisyonerlerdi dense de yüreğini ortaya koyan oyuncuların yarattığı sonuçlar olduğunu da unutmamak gerek. Keza Dünya Kupası eleme grubunda oynadığımız ilk Bosna maçı, Belçika (beraberlik) ve son Estonya maçlarında da geriye düştüken sonra maçları, puanları kazandık. Belki rakiplerimiz de bizimle aynı sorunu, yani geriye düşünce skoru koruyamamadıkları için alabildik o puanları. Ve elbette sürekli ileri oynama arzusunda olan oyuncularımız etkisi de vardı. Estonya maçı da son kanıtıydı.
Çok enteresandır ki, kritik olan ve kimisinde de favori olmadığımız karşılaşmalarda öne geçip, “ulan geliyoruz be!” dediğimiz maçları da yitirdik. Futbol milli takımının belki de en unutulmaz karşılaşmasında, 2002 Dünya Kupası’nda oynadığımız Brezilya maçının ilk yarısını da 1-0 önde betermiş ama sahadan 1-2’lik skorla ayrılmıştık. Euro 2008′deki Almanya maçında 1-0 öne geçmemize karşın 3-2 kaybetmiştik. İspanya’yla Sami Yen’de oynadığımız maçta da yine 1-0 öne geçmiştik ama ve yine 2-1 mağlup olmuştuk. Dünya sıralamasında her daim gerisinde kaldığımız devlere karşı öne geçip, sonra maçı verme kaderimizi bir türlü yenemedik. Ve bu son beraberlikle Güney Afrika yolu hakikaten tıkandı. Peki neden?
Barajdan başlayalım
İlk neden, skoru korumak adına bir oyun planı sergileyememiz. İlk devrenin başlarında 1-0 öndeyken ve daha golü yememişken bir ara iyi bir şekilde tek paslarla rakibin alan presinden kurtulmuşsak da o kısa pas dönemi uzun sürmedi. Yediğimiz gol kaleci hatasıydı. Çünkü o kadar uzaktan kullanılan bir baraja beş kişi istedi kaleci. Kendi solundaki direğe hizaladı barajı. Ve barajın,Volkan’a göre sağına rakip takımdan da adam gelince baraj uzadı. O adamı engellemek isteyen Hamit de ona eklenince barajda duran oyuncu sayımız altıya yükseldi. Volkan topun gittiği direğe uzak bir yerde pozisyon alınca gol kaçınılmaz oldu. Aynı uzaklıktan kullandığımız serbest atışta, vasat bir takımda oynayan rakip kaleci Suphic ise sadece üç kişilik baraj kurdurttu.
İkinci yarının başında oyuna yine iyi başladık. Önder ve Hamit değişikliği sonrası 3-5-2′ye döndük. Orta sahadaki dizilişin 1-2-2 olması fazla cesur bir karardı. Bu karar gol pozisyonu sayımızı arttırdı ama topu ağlara göndermekte zorlandık. Şanssızdık da. Önce Sercan’ın kaçırdığı, sonra direkten dönen toplar ve düşen orta saha direnci galibiyeti getirmedi.
Orta saha direncinin düşmesinin en büyük sebebi de beşli orta sahadaki 1 pozisyonunda oynayan Emre’nin yalnız kalması ve yorulmasıydı. Kanatlarda oynayan ikili, sağda Gökhan Gönül ve solda İsmail Köybaşı, pozisyon üretebilmemizdeki en önemli etkenlerdi. Fakat yine sonuç alamadık. Beşlinin sonundaki ikili, Arda ve Tuncay ise ikinci yarı sahada yoklardı resmen. Son yirmi dakika bir şeyler yapmaya çabaladılar. Fakat sonuç gelmedi. Orta saha direncini yükseltmek için maç boyu faulden başka hiç bir şey yapmayan Semih’in yerine Sabri’yi almak kimsenin aklına gelmedi. Fatih Terim’in kulübede değil de tribünde olması takımı kötü etkiledi. Çünkü ne Oğuz Çetin, ne Metin Tekin, ne de Müfit Erkasap insiyatif alamadı. Olan da ne yazık ki Arda’ma, Tuncay’ıma, Servet’ime oldu. Kariyerlerinde bir turnuva daha yitirdiler egosu yüksek teknik direktörlerimiz yüzünden.
Maç sonrasında aklıma, son yıllarda örneğini sıkça gördüğümüz, sponsorların milli takım teması üzerine çektiği reklam filmlerinden biri geldi. Hani kendilerini milli takım futbolculamız yerine koyan Güney Afrikalı çocukları mahalle arasında top oynarken gösteren reklam. İşte o çocukların, idolleri olan Türk futbolcuları ülkelerinde görebilmek için büyü yapmaktan başka şansı kalmadı.