Az önce Şükrü Saraçoğlu Stadyumu’nda bir futbol gaspına şahit olduk.
Oynanan şeyin futbola benzeyip benzememesi elbette öncelikle sahadaki futbolculara bağlı bir durum. Fenerbahçe Beşiktaş karşılaşmasında forma giyen oyuncuların bir kısmı, örneğin Fenerbahçeli Fábio Bilica, bu niyette değildi.
Bilica, az sonra Beşiktaşlı Bobo’nun atış kullanacağı penaltı noktasını ayakkabılarıyla oydu. Penaltı atışına müdahele etmek istedi. Etti de.
Oynanan şeyin futbola benzeyip benzemeyeceği, oyunun kurallar çerçevesinde oynanmasını sağlamakla görevli hakem de bağlı. Ama Fenerbahçe Beşiktaş karşılaşmasının hakemi de (Hüseyin Göçek) bu niyette değildi.
Bilica’nınki rakibe değil ama rakibinin hakkına bir müdahaleydi.
Hakem ne yaptı? Bilica’nın oyduğu çimleri ayağıyla düzeltmeye çalıştı.
Dikkât ederseniz konuştuğumuz şey, futbolun içindeki bir pozisyon değil. Tam tersine sahadaki şeyi futbol dışına çıkarmaya çalışan, oynanma şartlarını ortadan kaldıran bir müdahale. Bilica yetinmiyor; topu “çukur” dışına çıkarmaya çalışan Bobo’ya da müdahale etmeye çalışıyor. Topu tekrar hazırladığı yere taşıyor. Hakem, futbolcunun futbolu sabote etme ısrarına, ısrarla seyirci kalıyor.
Ceza sahasında çalamadığı düdüğü (kendi ceza sahası içerisinde Lugano’nun topu elle kesmesi), ceza sahası dışındayken (Gökhan Gönül’e, ilkine çok benzer pozisyonda) çalabilmesi, top kazanmak için vücudunu kullanan futbolcunun (Beşiktaşlı Ernst) rakibine dirsek attığını sanarak kırmızı kart göstermesi, ofsayt olmayan birçok pozisyonun ofsayt gerekçesiyle kesilmesine seyirci kalması, rakibinin dokunmadığı Semih’in bir tiyatro oyuncusu gibi yüzünü tutarken, parmaklarının arasından hakeme bakmasını cezasız bırakmasını, hakemin beceriksizliğiyle, eğer çok iyi niyetliyseniz “takdir hakkı”yla açıklayabilirsiniz.
Ama rakibinin futbol hakkını gasp eden futbolcunun cezasız kalması, hiç bir şekilde açıklanamaz. Bu davranışa, göre göre kayıtsız kalmak futbolun da top yekûn gaspıdır.
Bilica, oynadığı şeyin futbol olmadığını göstermek için daha ne yapmalıydı? Örneğin sahanın çizgileriyle de mi oynamalıydı? Ya da kale direğini söküp başka bir yere mi koymalıydı?
***
Futbolu değil hakemleri konuşmak, hemen her yenilgiyi “görünmeyen ellerin” üzerine yıkmak, yöneticisinden taraftarına hastalığımız. İşin daha da acıklı tarafı, inanmamıza rağmen bu eylemden vaz geçemememiz.
Daha iki hafta önceki Fenerbahçe yenilgisi sonrasında, Galatasaray yöneticileri arasında yaşandığı iddia edilen bir diyalog basına yansımıştı. Başkan Adnan Polat, yönetici Haldun Üstünel’in Lugano’nun Dos Santos’u çektiği pozisyonu kastederek “O pozisyon kesin penaltı. Gözlemci de görmüş” sözlerine “Bırak Haldun ne penaltısı? Sonucu değişterecek mi” tepkisi vermişti.
Maç sonrasında Galatasaray yönetimi, alışkanlıklarının dışına çıkarak hakem hakkında yorum yapmamıştı. Bu perhiz sadece bir hafta sürdü. Hafta arasında Polat’ın, hakemler hakkındaki yorumlarını yine, yeniden okuduk. Düzen normale döndü, rahatladık!
***
Peki Fenerbahçe’nin 1-0 galibiyetiyle sona eren karşılaşma sonrasında hakemden bahsetmemek mümkün mü?
Ya sahadaki hakemin tıynetsizliğinin nedeni, sürekli hakemlerden yakınan bir ülkenin, hakemler üzerinde oluşturduğu baskı mı?
Sorulara farklı cevaplar da versek, bu cevaplar sahada oynanan şeyin futbola benzemesine yardım edemiyor. Aynı “çukur”a düşüyoruz. Futbol, zevki ve heyecanının en yüksek seviyede olması beklenen karşılaşmalarda bile gaspa uğruyor.
Sevinecek bir şey bırakmıyor.
Az önce olduğu gibi.