Alper Görmüş
Ahmet Çakmak’ı biraz geç keşfettim; 2005’ti galiba, okuduğum ilk yazısında Vestel’in, ABD’ye göç etmiş parlak bilim insanlarını transfer ederek onlara kurdurduğu teknoloji merkezini ziyaretinden söz ediyordu. Çok etkilenmişti. Türkiye’de sol’un bu tür girişimlere tabii ki ilgisiz kaldığını, ama böyle bir gelişmeden heyecan duymayacak bir sol’un bu ülkede etki yaratmasının mümkün olamayacağını öne sürüyordu.
Yazısını, sürekli yazarlarından olduğu Birgün’de kaleme almıştı. Okuduğum makale mesela Birikim’de yayımlanmış olsaydı, sadece yazının içeriğinin orijinalliğine odaklanacaktım, gazetenin Birgün olması bende ilave bir ilgi yaratmıştı.
Ahmet Çakmak’ın, okuduğum son yazısı da (21 Mayıs 2008) teknoloji üzerineydi. Şöyle yazıyordu:
“Belki tekrar olacak ama söylemekten kendimi alamıyorum, Türkiye’nin hızla bilim ve teknoloji yatırımlarına girmesi lazım. Gelecek tükeniyor. Bu yatırımlarda devletin öncü rolü oynaması gerekiyor. Burada klasik devletçi sol söylemi tekrarladığım sanılmasın. Ayrıntıya girme imkânım yok ama bu konudaki literatür de devletin bu işe önayak olmasından, hatta kolları sıvamasından başka çare olmadığını gösteriyor. Bir partinin de halka ‘kısa vadede hayatınızda anlamlı rahatlamalar sağlayamayız, bunu yapmaya kalkarsak da gelecek nesillerin hayatını büsbütün zora sokarız. Bilim ve teknoloji yatırımları şarttır. Oyunuzu bunun için istiyoruz’ demesi lazım. ‘Biz teknolojisi geri, ücreti ise dünyanın birçok ülkesinden yüksek (aynen böyle) bir memleket durumuna düştük. Bu şartlarda yaşam koşullarınız kısa sürede iyileşemez. Hatta bilim ve teknoloji yatırımlarını yapmazsak borç ve sıcak parayla idare etmenin de sonu hem de kötü biçimde gelecek’ demesi lazım. ‘Biz sosyalistiz. Bize oy verin, yaşam koşullarınızı düzeltelim’ diyen yalan söylemiş olur.”
SEKA ve Ahmet Çakmak
Ahmet Çakmak, sol’un çözüm önermeyen, daima negatif genel tavrının, ilk anda görünenin tersine emeğiyle geçinenlerin lehine olmadığını her zaman söyleyegeldi. Lafını, en hassas tartışmalarda dahi esirgemedi. Mesela 2005 ocak-şubat aylarındaki SEKA’nın kapatılması tartışmalarında aldığı tavır… Çakmak, 2 Şubat 2005 tarihli Birgün’de kaleme aldığı ve “Burnundan kıl aldırmayan, sadece ve sadece sosyalizmin ilkelerini tekrarlayıp duran duyarsızlara değil, yaşamakta olan insanların somut sorunlarına ruhen duyarlı olan, onların bu sorunlarına çözüm getirmeyi ilk gündem maddesi sayacak ölçüde duyarlı olan insanlara” ithaf ettiği yazısında şöyle diyordu:
“SEKA’dakilerin derdine ‘aslanlar, kaplanlar’ diye sırtlarını sıvazlayıp gaz vermekten de hayır gelmez. Tabii oraya gidelim, dayanışma içinde olduğumuzu söyleyelim. Moral gecesi düzenlensin, şarkıcılar gitsin. Ama bunu burada bırakırsanız, yani iş içerdekilerin dayanma ve direnme gücüne kalırsa, hiç şüpheniz olmasın, kanırta kanırta bitirir bu işi hükümet. Zamana yayar, bir süre ses çıkarmaz filan ama sonunda işi bitirir.
“Peki ne yapalım? SEKA Direnişini Destekleme Koordinasyon Kurulu gibisinden bir heyet olsun. Bu heyet direnişe manevi destek, maddi destek gibi işleri örgütlesin ama asıl bir alternatifin yaratılmasını örgütlesin. Uzmanlar ve işçiler biraraya gelsin. Hükümete öyle bir alternatif proje hazırlayalım ki ‘sizden para istemeden SEKA ayakta duracak, hatta kâr edip bunları yatırarak yeni istihdam alanı açacak, hatta ihracat yapıp döviz kazanacak.
“Yeter ki özel teşebbüsün kredi alırken gördüğü muameleyi SEKA da görsün. Bunu somut rakamlarıyla gösteren ikna edici bir projeyi hükümetin önüne, hatta mesela Dünya Bankası’nın önüne koyalım. Bunu yapamazsak bu işin sonu iyi değildir, yürütmeyi durdurma kararı ile aslında bir şey hallolmuş değil, bir nefes alma süresinin kazanılmış olması dışında.”
Son cümleden de anlaşılabileceği gibi, Çakmak, bu satırları, “yürütmenin durdurulması” kararından sonra yazmış, yani işçiler açısından işlerin “iyi” gibi göründüğü koşullarda… Sonrasını biliyorsunuz, SEKA kapatıldı, şimdi adını anan yok.
“Antiemperyalizm: Bulanık suda balık avlamak”
Ahmet Çakmak, ezberbozan bir yazar… Son yazılarından birinde (30 Nisan 2008), günümüzdeki “antiemperyalizm” vurgusunun gerçek işlevi konusunda sol’un ezberinin çok dışında şeyler öne sürdü:
“Antiemperyalizm şimdilerde devletin soldan adam devşirme aracına dönüştü. Emekli General Doğu Silahçıoğlu’nun Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir yazısı dolaştı geçenlerde internette.. ‘yorumsuz’ diye verilen bir yazı. Silahçıoğlu orada ‘sol kuvvetlerle’ işbirliğinden söz ediyor. İşbirliğini yapacak olan da devlet. Burada sözü edilen sol kuvvetler antiemperyalizm oltasına takılanlar oluyor. Antiemperyalizm Türk solunda etkisi yüksek sihirli bir kelimedir. Hatırla Sevgili dizisine nasıl izin veriliyor diye düşündüm. Veriliyor, çünkü dizi devletin antiemperyalizm oltasıyla soldan adam devşirme politikasına alet oluyor.
“Yaptığınız eleştirinin rengini, sunduğunuz alternatif belirler. Şimdilerde batı, ABD ve emperyalizm aleyhtarlığı hangi alternatife katkıda bulunuyor? Devletin adına ulusalcılık da denen Kürt ve Siyasal İslam karşıtı politikasına.”
(…)
“Dünya solunun bir kısmı durumu çaktı ve emperyalizm teriminden teoride ve pratikte uzak kalmaya çalışıyor. Küresel BAK’ın Irakın işgalinin 5. yılı öncesinde dağıttığı el ilanlarında da emperyalizm, antiemperyalizm terimleri geçmiyordu. Bunun tesadüf olmadığını düşünüyor ve Küresel BAK’ın gerçeği gördüğünü sanıyorum. Dünya solu günümüzde gerçek sosyalizmin ne anlama geldiğini çözemediği ve böyle bir hareket olmadığı, en azından yükselen bir sosyalizm hareketi olmadığı için antiemperyalizm terimi de boşa düşüyor, başkalarının işine yarıyor.”
“Özgürlükçü sol yetkililerine”
Bu yazıyı kaleme almadan önce Ahmet Çakmak’ın eski yazıları arasında dolanıyorken, karşıma 2008 şubatında kaleme aldığı bir yazısı çıktı. Başlığı “Özgürlükçü sol yetkililerine” idi… Aslında, temel fikrinin, asıl derdinin bir hülasası niteliğindeydi bu yazı. O nedenle, o yazıdan geniş bir bölüm aktararak bitiriyorum:
“Başlıkta kastettiklerim aslında ÖDP’nin kuruluşundan bu yana resmi ve gayrı resmi olarak ÖDP politikalarının (!) oluşumunda etkili olan kişilerdir. İçlerinde ağırlığı daha fazla olanlar daha fazla sorumludur. Özgürlükçü solun politikasız kalmasından sorumludurlar. Tabii böyle başa böyle tarak diye de bir laf vardır. Buradan bakınca özgürlükçü solun tabanı da sorumludur.
“Yani yıllardır ortaya hangi konu gelse (zaten sorun belki aslında burada. Sizler ortaya konu getiremezsiniz, getiremediniz. Siz ortaya konan konuları konuşursunuz) tek yaptığınız şu: ‘efendim, bu işin şu yönü de vardır, bu yönü de vardır. Şuna şuna dikkat etmek lazım ve vakit geçirmeden politika üretmek lazım.’ Yahu kim üretecek ki politikayı? Siz üreteceksiniz. Ama yok, tık yok. AB konusunda sığ bir havetçilikten tutun da siyasal İslam’ın yükselişine kadar tek bir politika üretemediniz. 15 sene boşa geçti. Aslında radikal solun tüm kesimleri böyle sanıyorum ama onları yakından izlemediğim için sadece özgürlükçü solun yetkilileri ve etkilileri üzerine yazmayı seçtim. Evet, sizin yüzünüzden 15 sene boşa geçti.”
(…)
“Bu lastik gibi bir konu. Yazdıkça gider. Onun için burada kesmek istiyorum. Tekrar ediyorum: Bu, etkili ve yetkili adamlar ve kadınlar yüzünden 15 sene heba olmuştur. Hâlâ kalkmış ‘şu şu konularda politika oluşturulmalı’ diyorlar. Yahu bu işi yapacak olan sizsiniz, sizdiniz. Bu ne biçim sorumsuzluktur?”