“Temsili törenlerde düşman işgalinden kurtulmayı başaramayan Hatay’ın Yaylalı ilçesi, altı gün boyunca Fransız idaresinde kaldı.” Unutamadığım Zaytung haberinin başlığıydı. “Habere” göre, her kurtuluş yıldönümünde ortalama yarım saat içinde ilçeyi kurtarmayı başaran Türk askeri, temsili düşman birliklerine karşı bu kez bir türlü üstünlük sağlayamamış ve ilçe sekiz saat sonunda beklenmedik bir şekilde Fransız idaresine girmişti.
“Dürüst, tarafsız, ahlaksız” haber sitesi Zaytung’un haberlerinin, Zaytung.com Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı’nın ifadesiyle, “html kodlarına varıncaya kadar yalan ve uydurma” olduğunu sanırım artık çoğumuz biliyoruz.
Çoğumuz diyorum çünkü bu haberleri hâlâ ciddiye alıp tepki gösteren hatta karşı eyleme geçenler var. En başta devlet. Diyanet İşleri Başkanlığı örneğin. Geçen yıl bu sitede yayımlanan, Milas’ın varolmayan Ortaca köyündeki varolmayan ateist imam “haberini” soruşturmuş ve resmi sitesinden yalanlamıştı.
Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın 26 Ağustos’ta, Malazgirt Savaşı’nın 942. yıldönümünde Muş’ta düzenlediği “Gençlik Şüheda’nın İzinde” etkinliği ise kurtuluş günü kutlamalarını hicveden uydurma bir Zaytung haberi değil. Gerçek. Gerçek olması dışında onu bir Zaytung haberinden farklı kılan şey, küçük de olsa bir yaratıcılık emaresi ve mizahî unsur içermemesi.
Muş’taki bu etkinlik, Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın 6 Ocak’ta Kars Sarıkamış’ta düzenlediği ve 30 Ağustos’ta da Dumlupınar’da gerçekleştireceği aynı (Gençlik Şüheda’nın İzinde) isimli dizinin Malazgirt ayağı.
Bunun için Malazgirt Ovası’na konuşlandırmak üzere Kırgızistan’dan 71 adet Sultan Alparslan’ın kıl çadırı ısmarlandı, Türkiye’nin 81 vilayetinden Alparslan isimli 1071 genç bu çadırlara yerleştirildi. Sultan Alparslan rolü için uygun görülen “Doğadaki İnsan programı ile herkesin beğenisini kazanan Serdar Kılıç” ve 1071 Alparslan, sabah namazının ardından toplandı, şehrin temsili anahtarını Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’a teslim etti. Gençlerimiz, tıpkı Sarıkamış’ta olduğu ve Dumlupınar’da da olacağı gibi şühedanın, Mehmet Akif Ersoy’un dizelerindeki anlamı ile “şehit kanının” izinde yürüdü.
Bu “konseptin” belli ki fikir babası ve sözcüsü Bakan Kılıç’a göre, “Milli bilinci olmayan nesillerle geleceği görmek mümkün değildi.” Milli bilinç sahibi olabilmek için de biçilmiş kaftan, kan izinde yürümekti. Buna rağmen Kılıç, şehrin temsili anahtarını “gönül kapılarının kilidini açmak üzere” aldı.
Malazgirt'le sonsuz kardeşliğe vurgu
Geleceği görmek için şehit kanı izinde olmak ve o izin anahtarıyla gönül kapılarını açmak… İşin en Zaytung kısmı da bu. “Bu etkinlikle evrensel barışa ve sonsuz kardeşliğe vurgu yapacağız” diyen Bakan Kılıç’ın, kelimelerini özenle seçtiği belli olan her konuşmasında Malazgirt’in birleştiriciliğinden bahsetmesi. “O gün bu ovada Türkün-Kürdün-Arabın ortak kaderi yazıldı. O nedenle o gün bugündür diyoruz ki ‘Malazgirt 1071, kaderimiz bir.’ (…) Tıpkı Alparslan’ın sancağı altında olduğu gibi, Türkün, Kürdün, Arabın bir yazılan kaderine sahip çıkmak hepimizin boynunun borcudur.” Bakan Kılıç’a göre sanki Malazgirt bir savaş değil de, uluslararası şirketlerde, çalışanların birbirini tanıması ve ekip ruhu kazanmalarını sağlamaya yönelik bir ‘teamwork’ (takım çalışması) organizasyonu.
Kürtlerin ve Arapların Malazgirt Savaşı’ndaki rolü ayrı bir tartışma konusu. Ama Bakan Kılıç devletin yıllarca varlığını reddetmek için çabaladığı, anadilini bile tanımadığı Kürtleri, bugün bile sınır komşusu ülkede birbirini öldürmelerine aracı olduğu Arapları, Türklerle birleştirebilmek için bu etkinliği beklemiş! Kılıç, Türkün, Kürdün, Arapın, Alevinin, Sünninin Alparslan’ın sancağı altında “bir” olduğunu göstermek isterken, isimlerini ayrı ayrı zikrederek gerçekte hepsinin ayrı olduğunu vurguluyor. İşte bu yüzden aynı sancak altında birleşmeleri gerekiyor.
2071 sancağı
O sancağın güncel adı 2071. Malazgirt’teki gösteriyle Erdoğan hükümetinin “2071 kuşağı” olarak isimlendirdiği nesle uygun gördüğü gelecek arasında mükemmel bir uyum var çünkü. 2071’e şehitler izinde yürüyerek ulaşmayı hedef gösterirken yapılan Müslümanlık vurgusu, dindar gençlikten müteşekkil olması istenen bu geleceğin temelini oluşturuyor. Müslüman olmayan, şehitlerin izinde yürümeyen ve “savaşa hayır” diyen bir gençlik bu gelecekte yer alamaz. Sabah namazı ve Kur’an-ı Kerim tilaveti okunmasıyla başlayan Malazgirt Savaşı canlandırması, totaliter anlayışı yansıttığı düşünülen stadyumlardaki resmi bayram kutlamalarını iptal eden, YURTKUR yurtlarındaki öğrencilerin artık aynı binada “kızlı erkekli” kalmasına dahi izin vermeyen Gençlik ve
Spor Bakanlığı için doğru bir zemin. Ne de olsa Malazgirt Savaşı, “kızlı erkekli” canlandırılması mümkün olmayan tarihi bir zafer!
Bu savaşçılık oyunu, bu güç ve birliktelik gösterisi merakı, sunulmak istenenin tam aksine bu topraklardaki insanların birlikteliğine duyulan güvensizliği ele veriyor. Resmi söyleme göre 942 senedir Anadolu’da yaşayan Türklerin, bu eşsiz toprakta en az bin yıldır varolduğunu idrak edebilmek için kostümlere, kıl çadırlara, temsili anahtarlara ihtiyacı yok. Vatanseverlik ya da Kılıç’ın ifadesiyle milli bilinç, bu toprakların ağacına, parkına, kıyılarına, derelerine, dillerine, mezheplerine ve hepsinden önce insanına ve yaşama hakkına saygıyla gösterilebilir.
Türkiye’de yaşayan ve hâlâ ismi, dili, dini, ibadethanesi, gaspedilen taşınmazları ve temel hakları için müdacadele verme durumunda olan halkların da “bir” kadere ikna olabilmek için tüm bunları, uğrunda mücadele etme zorunda kalmadan elde edebilmesi gerekiyor.
Not: “Yaralı aslan” rumuzlu bir okuyucu, Yetvart Danzikyan’ın Pazartesi günü radikal.com.tr’de yayınlanan “1071 Alparslan, çocuklar gibi şen mi?” başlıklı yazısına şu eleştiriyi getirmiş: “Her ulusun tarihinde iyi ve kötü anılar vardır. Yani Malazgirt zaferine sevinen insanların olması sizi gereksiz yere üzmesin. Siz de bir Ermeni olarak buyrun sevinçlerinizi paylaşın soydaşlarınızla. Hiç kimse size bişey diyebilir mi?” Kendime vazife çıkarıp şu cevabı vermek istiyorum: Anma ayrı, kutlama ayrı bir şey. Yaklaşık bin yıl önce yapılan Malazgirt Savaşı’nı bugün değiştirme şansımız yok. Ama bin yıl sonra bugün, sonucu ne olursa olsun insan hayatına mal olan bir savaş için sevinmek zorunda değiliz. İnsanlığın bin yılda bir mesafe kat ettiğini ve savaşın kutlamaya/ sevince vesile olmamasını ummalıyız. Bu, Ermeni için de, Türk için de geçerli.
*Radikal İki, 31 Ağustos 2013