Dersim’in yitik anıları

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Cemal Reşit Rey Salonu, Kültür ve Turizm Bakanlığının da katkılarıyla, 2 Mart Çarşamba akşamı “İki Tutam Saç: Dersim’in Kayıp Kızları” isimli belgeselin gösterimine ev sahipliği yaptı. Yönetmenliğini Nezahat Gündoğan’ın üstlendiği belgeseli oyuncu Jülide Kural seslendirdi. Müzikleri Mikail Aslan yaparken, Şevval Sam da kendi bestesini seslendirdi. Nezahat ve Kazım Gündoğan’ın bu belgesel için … Devamını oku

Yüz yıl öncesinin yüzleri

İstanbul’un 20’nci yüzyıl başındaki görüntülerinden oluşan “Sular, Sokaklar, Suratlar” adlı film projesinin ilk gösterimi 17 Şubat 2010 tarihinde Santralistanbul’da gerçekleştirilecek.İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nezih Erdoğan’nın yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendiği belgesel videoda Hollanda Film Müzesi ve Avusturya Film Arşivi’nden alınan görüntülerle, eski İstanbul portresi günümüzün müziği ve sesleriyle tekrar hayat buluyor. Prof. … Devamını oku

Adım adım aşk

Aşk yolunda adım adım, 16 Ağustos’ta İstanbul’dan başlayıp 30 Eylül 2009’da Konya’da noktalanan bir yolculuk. Ceyda-Emrah Altuntecim çifti, sevgi, umut, ve aşka dikkat çeklek için sekiz ayrı ilden geçerek Konya Mevlana Türbesi’ne kadar 1,5 milyon adım attı. Sedat Şahin ve Gökhan Aras da bu yolculugu kameralarıyla ölümsüzleştirdi.

İstanbul’dan Konya’ya kendi deyimleriyle “aşk yolunda adım adım” yürüyerek giden Ceyda-Emrah Altuntecim, bu yolculuğu belgesel haline getiren Sedat Şahin ve Gökhan Aras’ın çekimler sırasında kendilerine engel olmak bir yana, cesaret verdiğini söylüyor.

Altuntecim çifti yolculuk sırasında hem varlığı hem de yokluğu yaşadıklarını, ancak ruhen hiç yorgunluk hissetmediklerini anlatıyorlar.

48 günlük bu yolculuğun kahramanları Ceyda-Emrah Altuntecim ve bu yolculuğu seyircilere ulaştıran Sedat Şahin, HaberVesaire‘nin sorularını yanıtladı.


12 Eylül, darbe, cunta ve ‘Adaleti’

“Copu ağzımıza soktuktan sonra, dişlememiz istenir ve sonra da hızla çekerlerdi. Dökülen dişlerimize bakıp gülerlerdi”… “Sıkı yönetim komutanları tabiiki bu işin çok farkındaydılar. Sıkıyönetim karargahının ilerisinde bir sorgulama merkezi var. Oradaki işkenceyi bilmemesi mümkün mü? Onun gözetiminde, deneyiminde oluyor. Oradan sesler geliyor, bağırmalar geliyor”… “13 yıl cezaevinde tutuklu kaldım. 3 kez idam cezasını çarptırıldım. Bu … Devamını oku

Bir zamanlar Sulukule’de


Sulukule’de yüzlerinden gülümseme eksik olmayan Romanlar, hünerli ellerin çaldığı enstürmanlardan yükselen müziğe kıvrak danslarla eşlik eden kadınlar, sokakları dolduran çocukların kavga dövüş içinde duyulan sesleri yok artık. Yıkıldı, yıkılacak derken yaz sonu gelmeden, eski neşesinin yerini önce buram buram hüzün kokan enkaz yığınları ardından şimdilik dümdüz edilmiş boş araziler aldı. Kimsenin, ardında kamu yararı bulunduğunu iddia edemeyeceği adına “kentsel dönüşüm” denen bir “soylulaştırma” ya da rant projesi uğruna insandan, kültürden ve tarihten arındırılan bir semt, “Bir zamanlar Sulukule’de…” diye başlayacak anıların mahallesi oldu artık.

Haklarını yemeyelim. Evleri yıkılmasın, kültürleri yok edilmesin, karınları doymaya devam etsin diye çok uğraştı Romanlar ya da yaygın adlarıyla çingeneler. Azımsanmayacak bir destek de buldular. Sezen Aksu’dan Gogol Bordello’ya kadar kimler gelmedi ki yanından yöresinden geçenlerin burun kıvırarak kafasını çevirdiği o semte. Ama olmadı. Dünyanın bilinen ilk yerleşik çingene topluluğu Sulukuleliler 2 yıl içinde zorla tahliye edildi.

Sulukule’nin son günleri

Ulusal ve uluslararası basının haberlerine, Avrupa Parlamentosu’nun raporlarına, öğrencilerin tezlerine, belgesellere konu oldular. Öyle ki internetin en yaygın kullanılan arama motoru Google sayfasında “Sulukule” ve “yıkım” sözcüklerini bir arada yazdığımızda yaklaşık 400 bin sonuç çıkıyor ortaya. Bugüne kadar yapılanların iyisi vardı ya da kötüsü işe yarayanı ya da yaramayanı vardı. Ama içlerinden biri var ki tamamlandığında “Sulukule’de ne oldu? Yok edilen neydi?” sorularının yanıtını en iyi verecek olanlardan biri. Cem Madra’nın henüz tamamlanmamış bu yüzden de dek pek bilinmeyen belgeselinden bahsediyoruz. Madra’nın, “Sulukulenin son günleri” adını verdiği belgelesini diğerlerinden farklı kılan ise “içeriden” bir gözle yaşananları bize anlatması.

Bir tarihin nasıl yok edilebiliceğinin belgesi

Çünkü Madra, belgeseli yapmaya karar verdiğinde bir ev kiralayarak 6 ay boyunca Sulukule’de yaşamış. Yıkım kararı verildikten sonra geçen olayları, verilen mücadeleleri, hayal kırıklıklarını ve kaybedenin sadece Sulukuleliler olmadığını gösteren bütün süreci yakından ve birebir içeriden takip edip aktarıcı görevi üstlenen bir belgesel çıkmış ortaya. Belgeselin adına bakıp göreceğinizin sadece yok edilen bir kültürün son anlarına kamera doğrultulmuş bir tanıklık olduğu anlaşılmasın. Semtin yaşayanları için bir “felaketin” çevresinde dönen belgesele bir kültürün ve kepçe darbeleriyle bir tarihin nasıl yok edilebiliceğinin belgesi adeta.

Yarını düşünmezken gelecek korkusu duymak

Belgesel her mahallede olduğu gibi Sulukule’de de olan belli karakterlerin üzerinden ilerliyor; mahallenin bakkalı, amcası, delisi, çocuğu… Belgeselin bilgilendirip ahkam kesme amacı yok. Bilmeyen ya da kulaktan dolma bilgilere sahip kişiler için bir efsane halini alan çingene kültürünü yansıtmak gibi bir amaç da güdülmüş değil. Otantik özelliklere sahip bir İstanbul mahallesinin adım adım yok ediliş süreci, yaşanan tüm gerçekler herhangi bir kurgu olmadan izleyecek olanlara aktarılıyor. Madra da zaten en çok dikkat ettiğinin bu olduğunu, görüp tanık olduklarını izleyicinin de görmesini istediğini söylüyor. Sulukule’ye adım attığında en çok ve ilk dikkatini çekenin daha önce hiç görmediği bir yoksullukla karşılaşmak olduğunu söyleyen Madra, “Ama bunun temelinde ne olduğunu da aramadım. Evet Sulukule’de yaşayanlar bir günden daha ilerisini pek düşünmüyorlardı. Ama durum o kadar kötüydü ki, her an evlerinin yıkılabileceğinin ve sokakta kalabilceklerinin ve bir sonraki günü düşünmedikleri geleceklerinin olmadığının farkındaydılar. Çünkü biliyorlardı ki Sulukuleliler için evlerini kaybetmek aynı zamanda kültürlerini kaybetmek anlamına geliyordu” diyor.

Gidenler döndü

Mahalle yaşamının en önemli yanının dayanışma olduğunun altını çizen Madra tam da bu yüzden Taşoluk’ta çok katlı apartman dairelerine gitmek zorunda kalan ailelerin neredeyse tamamının Sulukule’ye olamasa bile Karagümrük ve Balat gibi etraftaki mahallelere geri döndüklerini anlatıyor:

“Sulukule’de hayat dışarıda geçiyor, sokaklarda, insanlar evde oturdukları zaman bile bahçelerinde ya da avlularında zaman geçiriyorlar. “Anakarnı” benzetmesi Sulukule ile birebir örtüşüyor. Orası dışarıdan gelenler için olmasa da kendileri için çok güvenli. Çocuklar oranın çocukları, herkes birbirini tanıyor. Aynı tastan çorbayı bölüşüylorlar. Parası yoksa da karnının doyacağını, bakkalından veresiye ekmeğini alacağını biliyor. Bu insanlardan nasıl bir apartman dairesinde oturmalarını bekleyebilirler ki? Belgeselin devamı Sulukule evlerinin yerine yapılacak binalar ve yaşayanları olacak. Böylece iki durum arasında ki tezatlığı göstererk söylemeye çalıştığımı daha iyi anlatabilmiş olacağım.”

Herkes dışarı itilmeden payını alır

Sulukule’de geçen hayatı anlatmak ise belki de konunun en zevkli kısmı ama maalesef Cem Madra çekimlerine başladığında o hepimizin bildiği neşeli Sulukule’den uzak bir ortamın içine girmiş. Ama Sulukuleliler ne kadar acı çekseler de eğlence içlerinde var bunu saklamayı hiçbir zaman beceremiyorlar. Ciddi bir konunun ortasında dahi herşeyi birkaç dakika için bile olsa bırakıp eğlenmeye, dans etmeye ve şarkı söylemeye hâlâ hazırlar. Tek fark bunun bu süreç içerisinde dozerlerin ve devlet memurlarının gölgesinde eskisi kadar sık yaşanamamış olması. Adına kentsel dönüşüm denilen projelerin sadece Sulukule’yle sınırlı olmadığını vurgulayan Madra, “Halkın en alt tabakası olan çingenelerle başlayan bu kent merkezinden yavaş yavaş sürülme hareketi giderek yaygınlaşacak. Kentin burjuvazisi ve aristokrasisi dışında kalan herkes de zamanla bu dışarı itilmeden paylarını alacak” diyor.

Sulukuleli olmayan direnişçi

Belgeselin içinde aslında Sulukule’den olmayan bir karakter de var: Hacer Foggo. Semtle ilgisi olmamasına rağmen Sulukule’nin yok edilmemesi için yürütülen mücadelede başı çeken ve “onlardan” biri olarak belgeselin belki de en ilginç karakterlerin biri haline dönüşen bir aktivist. Aynı zamanda Sulukule Plaformu Sözcüsü ve belki de medyanın ilgisini Sulukule’ye çekmek için en çok çalışan ve en başarılı olan isim. Belgeselin içinde kah yıkım görevlileriyle tartışırken, kah omuzunda yorgan döşek taşırken ya da Sulukulelileri örgütlemeye çalışırken görüyoruz. Sulukule’de ki yıkımların bu kadar tepki görmesinin en büyük sebeplerinden biri de hiç kuşkusuz Hacer Foggo ve Sulukule Platformu’nun yaptığı çalışmalar. Bu sayede yıkım sürecini yaklaşık 2 yıl erteletmeyi başardıklarını hatta UNESCO ve AB İlerleme Raporları’na Sulukule’yi sokmayı başardıklarını anlatıyor.

Foggo artık bazı üniversitelerde kentsel dönüşüm yada şehir planlama derslerinde Sulukule’nin ders olarak okutulduğundan bahsediyor. Özellikle okullarda tez olarak bu konu hakkında cok şey yazıldığını anlatıyor ama bunların hepsinin, yazılan haberlerin ve tezlerin, zamanla uçup gittiğinden bahsediyor. Bu belgesel sayesinde artık ellerinde daha kalıcı bir kaynak olacağının da altını çiziyor. Ancak gösterilen tüm bu çabalara ve çalışmalara rağmen sonuçta Sulukule’nin kentsel dönüşüm projesinden sağ çıkmayı başaramadığını kaybolan neşesinden ve dümdüz edilmiş sokaklarından çok net bir şekilde görülüyor. Neredeyse bin yıllık bir geçmişi olan tarihin ilk yerleşik Roman mahallesi de böylece içinde bulundurduğu, kendisine has dokusu ve güzellikleriyle birlikte tarihe karışmış oldu. İnsan ister istemez soruyor: “Acaba İstanbulun lüks ve eğitimli ve para sahibi olanların yaşadığı bölgelerde bu kentsel dönüşüm ve kentsel yenileme projeleri neden uygulanmıyor?”

Yazı:
Video
: Cem Madra

Karadeniz, sel ve otoban…

sayfasını ziyaret edebilirler.

Doğayı katleden proje

Yaklaşık 4.2 milyar dolara mal olan 542 kilometrelik Karadeniz sahil yolunda, 27 kilometre uzunluğunda 263 adet köprü, 41 kilometre uzunluğunda 12 adet tek tüp tünel, 18.5 kilometre uzunluğunda 20 adet çift tüp tünel yer alıyor. Karadeniz sahil yolu, Samsun’dan Sarp’a kadar, 6 il, 63 ilçe, 17 bucak merkezi, 9 liman, 2 havaalanı ve bir çok yerleşim birimine uzanıyor.

Öte yandan proje büyük bir sahil şeridinde GAP topraklarından daha büyük bir alanın kayalarla doldurulmasına neden oldu. Karadeniz yapısı itibariyle kapalı bir sisteme sahip olduğu için kıyıdan açığa doğru gidildikten çok kısa bir mesafe sonra denizdeki canlı varlığı oldukça azalıyor. Bu nedenle proje doğal ortamları kıyılarla sınırlı canlılar için büyük bir tehdit oluşturuyor.

Bu korkunç düzeydeki tahribata karşılık yapılan yol ve yapılan masrafların boşa gitme ihtimali de var. Zira yolun azgın Karadeniz sularına dayanamayacağı, çelikten de yapılsa alttan çökeceği söyleniyor. Projeye karşı çıkanlar, yolu içerden geçirerek kıyı şeridine zarar vermeden tüneller açarak bir güney projesi oluşturmak gerektiğinden söz ediyorlar. İşte “Son Kumsal” belgeseli de Karadeniz halkına bu seçeneği hatırlatmak ve “sahiline sahip çık!” mesajı vermek için Aydın Kudu ve Rüya Arzu Köksal tarafından çekilmiş…

Mete Tunçay’a göre Mustafa

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Mustafabelgesel filmiyle ilgili soruşturmasını “takipsizlik” kararıyla sona erdirdi. Savcılığın görevlendirdiği bilirkişi, inceleme sonucunda filmde 28 hata tespit etti. Ancak savcılık, Kasım 2008’de yapılan üç farklı başvuruda iddia edilen “Atatürk’e hakaret ve aşağılama” unsurları bulunmadığına kanaat getirdi. Yönetmenliğini ve senaryosunu gazeteci Can Dündar’ın üstlendiği, 29 Ekim 2008’de gösterime giren belgesel, gerçekleri yansıtmadığı ve … Devamını oku

Yunan partizanların Kaptan Kemal’i Mihri Belli

Yunan İç Savaşı’na (1946-1949) gerilla olarak katılan, Demokratik Ordu saflarında çarpışan 94 yaşındaki Mihri Belli, Türk solunun önemli isimlerinden biri. Partizanlar ona, komutan anlamına gelen “Kaptan (Kapetan) lakabını ve Kemal ismini vermişti. Savaşta, Batı Trakyalı solculardan oluşan Osmanlı Tugayı’nın başında bulunan Belli’nin hikayesi Yunanlı yönetmen Fotos Lambrinos’un da dikkatini çekti. Lambrinos Kaptan Kemal, Bir Yoldaş (Captain Kemal: A Comrade) ismini verdiği belgeselinde Belli’nin Yunan partizanlarla omuz omuza mücadelesini konu aldı.

Belli’nin II. Dünya Savaşı sonunda Yunanlı komünistlerle ABD ve İngiltere tarafından desteklenen hükümet güçleri arasında patlak veren iç savaşta komünistlerin safında verdiği mücadeleyi anlatan belgesel, 28’inci Uluslararası İstanbul Film Festivali kapsamında izleyicilerle buluştu. Filmin son gösterimi 18 Nisan Cumartesi saat 21:30’da Pera Sineması’nda gerçekleştirilecek. Yunanistan’da da gösterime giren ve halkın takdirini toplayan belgeselin yönetmeni Lambrinos, filmin ortaya çıkış hikayesinden, çekim sırasında yaşananlara kadar tüm merak edilenleri HaberVs’ye anlattı.

Röportaj: Ariana Ferentinou
Çeviri: Niyazi Dalyancı – Pınar Keleş
Kamera: Ertan Önsel – Gökhan Tünay
Kurgu: Ertan Önsel
Editör: Güventürk Görgülü

Mehri Belli

1916’da Silivri’de doğan Mihri Belli, İstanbul’da Robert Koleji’ni bitirdikten sonra Amerika’ya İktisat okumaya gitti. Orada gençlik ve işçi hareketlerine katılan Belli, 1940’da Türkiye’ye dönerek Türkiye Komünist Partisi (TKP) ile ilişkiye geçti. O zamanlar Cumhuriyet Halk Partisi yönetimi altındaki Türkiye’de ise tek muhalefet parti TKP’ydi. 1943-1944’lü yıllarda İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde asistanlığa başlayan Belli, orada İlerici Gençler Birliği’ni kurdu ve sonrasında tutuklandı. 1946’da yurt dışına çıkarak Yunanistan iç savaşında, Yunanlı komünistlerle beraber mücadele ederken iki kez yaralandı. Sonrasında Türkiye’ye pasaportsuz girmekten ve tabanca bulundurmaktan tekrar yargılandı. 1950 yılından sonra Türkiye’ye döndü, ancak bu sefer de TKP yöneticisi olmak suçundan tutuklandı. Bu cezası da bitince, ilk defa 1960’lı yıllarda “Aydınlık Sosyalist Dergi”, “Türk Solu” gibi yayın organlarında yazma imkanı elde ettikten sonra, yazılarından dolayı aylarca hapse mahkum edildi.

Yine bu dönemde Milli Demokratik Devrim (MDD) tezini geliştirdi ve Deniz Gezmiş, Mahir Çayan gibi liderlerle de iletişime geçti. 12 Mart 1971 darbesinde yurt dışına çıktı ve ardından, 1974 affından yararlanarak Türkiye’ye döndü ve Türkiye Emekçi Partisi’ni (TEP) kurdu. 1980’de TEP kapatıldı ve aynı yıl gerçekleşen 12 Eylül askeri darbesinin ardından tekrar yurt dışına giderek bir süre İsveç’te yaşayan Belli, 1997’de Türkiye’ye dönerek yakından takip ettiği Kürt sorunuyla ilgili sonradan kitap olarak da yayınlanacak Abdullah Öcalan’la görüşmeler yaptı.

1996 yılında Özgürlük ve Dayanışma Partisi’ni, (ÖDP), 2002’de de Sosyalist Demokrasi Partisi’ni (SDP) kurduktan sonra, 2002 seçimlerinde DEHAP’tan İstanbul 1. Bölge adayı oldu.

Türkiye’nin ilk belgesel fotoğraf okulu açılıyor

Galata’da Serdar-ı Ekrem sokakta bulunan Fotoğraf Atölyesi, Türkiye’de ilk defa gerçekleşecek olan Belgesel Fotoğrafçılık derslerine 1 Mart’ta başlayacak. Buna göre okula son başvuru tarihi 24 Şubat. Beş ay boyunca devam edecek olan atölye, çeşitli üniversitelerden gelen akademisyenler, fotoğrafçılar ve araştırmacıların katılımıyla gerçekleşecek. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Esra Arsan, Ethem Özgüven ve Ayça Çiftçi gibi akademisyenlerin de … Devamını oku