2010’dan dileğim Hasankeyf

Baraj projesinin gündeme geldiği 1997’den bugüne Hasankeyf’le yatıp kalkıyoruz. Gelgelim Dicle nehri üzerine yapılmak istenen bu anlamsız projeye karşı giderek yükselen sesler, açılan davalar, Hasankeyf’i dünya üzerinde daha bilinir kılmaktan başka bir işe yaramıyor. Şimdilik.

Çevre kuruluşları, geçen geride kalan 15 yıllık dönemde Ilısu Barajı’nın ilerlemesini iki kez durdurmayı başardı. Baraj için gerekli krediyi sağlayacak Alman, Avusturya ve İsviçre kuruluşları, devletin “kültürel varlıkların korunması için gereken önlemleri aldığına, yaşam alanlarını yitirecek halkın mağdur olmayacağına, barajdan etkilenecek doğayı koruduğuna” ikna olmadı. Bunun için belirlenmiş 153 maddelik şartnamenin karşılanmadığını gördü. Şaşırtıcı değildi. Çünkü yukarıda sayılan şeylerin yapılıp yapılmadığına dair denetleme görevi, inşaat yüklenen müteahhit firmaya (Nurol İnşaatve ortakları) verilmişti.

Oysa Türkiye, 15 yıldır “eline yapışan” bu projeyi, kapı kapı dolaşmak yerine, kendi imkânlarıyla yapabilirdi. Neden yapmadı?

Gazeteci Metin Münir’in aktardığı bilgilere göre Çevre ve Orman Bakanlığı, barajı ihale açmadan yaptırabilmek için dış krediye yönelmiş ve bunun için Danıştay’dan karar çıkarmıştı. Nitekim Bakan Veysel Eroğlu’nun özel gayretiyle iş, Avusturyalı bir şirkete ve yukarıda ismi geçen Türk müteahhide verilmişti.

Temeli 5 Ağustos 2006’da atılan Ilusu Barajı’nın tarihi, bir projenin kaldıramayacağı kadar usulsüzlük, beceriksizlik ve “ben yaparsam olur” ile dolu. Hikâye uzun; ayrıntıları Metin Münir’in 19-22 Ağustos 2009’da Milliyetgazetesinde yer alan dört yazısından öğrenebilirsiniz.

Ancak son günlerde kamuoyuna yansıyan ve bu yazının da konusu olan gelişmelerden anlaşılacağı gibi işin “ben yaparsam olur” kısmında bir takım değişiklikler var. Artık Türkiye, -inşaat şirketlerinin baskısına rağmen- dünyaya kabul ettiremediği projeyi, “kendi öz kaynaklarıyla” yapmaya çalışıyor. Çevre ve Orman Bakanlığı, barajın ilerlemesi yönünde ilk güçlüğü açmış ve 1,2 milyar avroluk ilk krediyi sağlamış bulunuyor.

İşte çevre ve sosyal sorumluluk projeleriyle ön plana çıkan, Türkiye’nin en büyük guruplarına bağlı Akbankve GarantiBankasıda bu nedenle eleştiriliyor. Çünkü Hazine, baraj yapımı için kaynak talebiyle gelen DSİ’ye krediyi, bu iki bankadan sağladı. İsmi çok anılmayan ama diğer ikisine kıyasla daha çok kaynak aktardığı söylenen Halk Bankası da var.

Akbank ve Garanti, Alman, Avusturyalı ve İsviçreli finans kuruluşlarının işin içinde olduğu günlerden beri projenin finans kanadında -Türkiye adına- yer alıyor. Taahhüt edilen şeylerin yerine getirilmediğini gören yabancı yatırımcılar projeden çekildi. Ama Akbank ve Garanti çekilemiyor. Görünen o ki, bu iki özel bankanın hiçbir söz söylemediği bir ortamda devlete ait Halk Bankası’nın boynu da kıldan ince.

İşin iki özel bankaya kaldığının belli olduğu günlerde, ismini vermek istemeyen Garanti üst düzey yetkilileri “Söz verdik, dönemeyiz” diyordu. Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer’in bugün gazetelerde yer alan açıklamalarına bakılırsa Akbank da Ilusu’dan rahatsız. “Bankalar Hazine’ye kredi verirken, projenin içeriğine bakıp çevreye etkisini ölçemezler” diyor Dinçer, “Bu açıdan bakıldığında Ilusu son örnektir” diye devam ediyor.

Peki parayı verenin bakmadığına, parayı isteyen Hazine bakıyor mu?

Resim çok net: Yabancı yatırımcı “çevreye zarar veriyorsun, bölge halkını zor durumda bırakıyorsun” diyebilme hürriyetine sahip. Yıllarca uğraşarak oluşturduğu “çevreye duyarlı, sosyal sorumluluk projelerine açık” imajını bu projeye destek vererek komik duruma düşüren iki özel Türk bankası, bu özgürlüğe sahip değil.

10 bin yıllık “masal kent” Hasankeyf, bu “özgürlük ortamı”nda suya gömülüyor.

İlişikteki, Doğa Derneğitarafından yapılan video, “eli kolu bağlı” Garanti Bankası’nın, 2010 başında gösterime soktuğu reklamın Hasankeyf uyarlaması. Bir özel şirketin, hele de özel sektörün en büyük bankasının, imajını yine kendi reklamıyla küçülten bu uyarlama karşısında yargı yoluna başvurması da beklenebilir. Tabii anlatılan gerçeği göremeyecek kadar esaret altındaysa…

Gökhan Tan

 

‘İnsan uyur, yarasa uyumaz’

HaberVs muhabirleri, 10 Kasım 2009’da Havran’da binlerce yıldır yaşadıkları mağaradan kovulan yarasaların peşindeydi. O gün, tıpkı araştırma için bölgeye giden Boğaziçi Üniversitesi’den bilim adamları adamları gibi, mağaraya girişlerine izin verilmedi.

Muhabirlerimiz Havran’da, yörenin önde gelen zeytin yetiştiricilerinden Murat Narin’le görüştü. Narin, bilim adamları henüz mahkeme kararıyla DSİ’nin inşa ettiği mağaraya girmemişken, Havran Barajı ve bölgedeki yarasa kolonisinin akıbetiyle ilgili endişelerini dile getirmişti.

Narin’e göre zeytin zararlılarıyla beslenen yasaların varlığı, barajdan çok daha önemliydi. Her yönüyle tartışmalı gördüğü barajın, çevre raporları dikkate alınmadan planlanmış ve bölge halkına uzun vadede maddi yük getirecek bir yatırım olduğunu savunuyordu.

Zeytin tarımı, Havran ve çevre ekonomisinin yaklaşık yüzde 70 oran ile en büyük girdisini oluşturuyor. Murat Narin, bu tabloda yarasaların yerini şu sözlerle anlatıyor:

İnsanlar uyurken, yarasalar uyumuyor. Gün batımından, gün doğmununa kadar bölgenin ekonomik gücünün ortaya çıkması için çalışıyor.”

Yarasaların yaşadığı İnboğazı Mağara’nın kapatılmasını ise “vahşet” diye tanımlıyordu:

“Havran Barajı, Türkiye’nin en büyük ikinci yarasa kolonisininin yaşam alanını sular altında burakacak. Siz aynı mağarayı gelişmiş teknolojiye rağmen insan eliyle yapabilme şansına sahip değilsiniz. Yapamadığınız mağarayı hangi hakla yok ediyorsunuz?”

Yağmurlar ancak bu yazı kurtarıyor

Türkiye’de kar yağar yollar kapanır, yağmur yağar ev ve iş yerlerini su basar, yaz öyle kurak geçer ki susuzluktan büyük şehirde yaşayanlar banyo yapamayacak hale gelir, göller kurur… Kısacası, memleketin hava durumu her zaman şikâyet edilmeye müsaittir. Fakat son zamanlarda özellikle büyük şehirlerde yağışlardan daha az şikâyet edilir oldu. Malum, 2008 yazını susuz geçiren şehirler … Devamını oku