Bölünen Almanya

 

Çağdaş Alman fotoğraf sanatından örneklerin sunulduğu “Temsil Eden, Temsil Edilen” sergisi
Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde izleyicileriyle buluşmaya devam ediyor. Sergide, Almanya’da son yıllarda gelişen; hiçbir ekole, bölgeye ya da egemen üsluba dahil edilemeyen ayrışık bir sanat çevresinden gelen 10 fotoğraf sanatçısının seçilmiş eserleri yer alıyor. Ülkenin bölünmüş olduğu yıllarda büyüyen kuşağın son temsilcileri olan sanatçılar bu bölünmüşlük duygusunun kendilerinde yarattığı değişimleri objektiflerinden sanatseverlere aktarıyor. Küratörlüğünü Thomas Weski’nin üstlendiği, Goethe Institut İstanbul’un Türkiye’de Alman Kültür Esintileri Programı çerçevesinde gerçekleşen sergi 3 yıldır Dünya’nın çeşitli ülkelerini dolaştıktan sonra son olarak İstanbul’a konuk oldu. 29 Kasım’a kadar devam edecek olan “Temsil Eden, Temsil Edilen” sergisi pazartesileri dışında her gün 11.00 – 18.30 arasında ücretsiz olarak izlenebilir. Mili Reasürans Sanat Galerisi: Teşvikiye Cad. No: 43 – 57 Teşvikiye


Sergide yer alan sanatçılar

Laurenz Berges, Albrecht Fuchs, Karin Gieger, Claus Goedicke, Uschi Huber, Matthias Koch, Wiebke Loeber, Nicola Meitzner, Peter Piller ve Heidi Specker.


Haber:Mert Çimen
Kamera:
Emre Sayacan

Niyetsiz Şah-Mat


Doğaçlama Tiyatro Türkiye’de de hızla gelişiyor. Ülkemizde de önceden televizyonla birlikte büyük kitlelere ulaşma fırsatı bulan doğaçlama tiyatro alanına, Duru Tiyatro da Şah-Mat isimli oyunla katıldı.

Niyetsiz tiyatro olarak da bilinen tiyatronun bu türünde, oyuncular daha önceden yazılmış herhangi bir metine bağlı kalmaksızın, o an geliştirdikleri repliklerle oyunu sürdürüyorlar. Bu durumda elbette, oyuncunun doğaçlamaya yatkınlığı ve pratik zekası büyük önem taşıyor. Şah-Mat oyununun belli bir düzlemi yani konu başlıkları var. Bir takım Şah adını alırken diğer takım ise Mat adını alıyor. Ve bu iki takım daha önceden belirlenmiş konu başlıkları altında yeteneklerini sergiliyor. İki takımdan hangisinin daha başarılı olduğuna da seyirci karar veriyor. Seyirciler aynı zamanda Oyuncuların gösterecekleri anlık kabiliyetlerin dışında oyunun gidişatını belirleyen en önemli unsur. Sahnede sergilenecek olan oyunun kimi zaman konusunu belirleyen izleyiciler kimi zaman da sahnede kullanılacak objelerin ne olacağına, oyuncuların oyuna başlarken hangi pozisyonda duracağına, hatta oyuncuların hangi dilde konuşacaklarına bile karar verebiliyorlar. Elbette oyunun düzlemi çerçevesinde!

Bu etkileşimin koltuklarında iki saat boyunca sabit duran izleyiciler için sahnedeki gösteriyi daha cazip kıldığı bir gerçek. Seyirciler; kendilerinden gelecek farklı fikirlerin ve senaryoların, sahnedekilerin performansını arttıracağının farkında. Elbette seyirciler de bu “komedi”’nin bir parçası oldukları için daha iyi vakit geçiriyorlar.

On bir kişilik genç ve profesyonel bir oyuncu kadrosuna sahip olan Şah-Mat’ın sanat yönetmenliğini Türkiye’de doğaçlama tiyatro konusunda söz sahibi iki önemli ismi Sevda Çevik ve Kadir Çevik üstleniyor. Klasik tiyatroda bir sonraki oyuna hazırlanmak için gerçekleştirilen “Prova” yönteminden farklı olarak bu oyunda oyuncular bir araya gelerek bol bol alıştırma yapıyorlar. Hocalarıyla birlike önceki oyunların kayıtlarını izleyerek, yanlışlarını gören oyuncular böylece kendilerini daha da geliştirme fırsatı buluyorlar.

Şah-Mat 18 Ekimden beri her Perşembe, Cumartesi ve Pazar günü Moda’daki Duru Tiyatroda izleyiciyle buluşuyor.

Efecan Kağanoğuzbeyoğlu
Mehmet Filoğlu

Trombonla alaturka: Hasan Gözetlik


Müzik dünyası 18 yaşındaki bir tromboncuyu konuşuyor. 13 yaşındayken Sezen Aksu’ya eşlik ederek dikkat çeken Hasan Gözetlik, özellikle klasik ve caz müzik orkestralarında dinlemeye alıştığımız enstrümanını popüler müziklere uyarladı. Bu sayede İbrahim Tatlıses’ten Candan Erçetin’e bir çok müzisyenle çalışma fırsatı buldu.

Bergamalı, müzisyen bir ailenin çocuğu. Kemanla çok erken yaşlarda tanıştı. Öğrenimi sürdürdüğü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nı kazanınca hocaları “Keman ufak bir alet, sen iri yarı bir adamsın, o parmaklarla çalamazsın” diyerek Gözetlik’i trombona yönlendirdi.

İlk röportajını SantralHaber’e veren Hasan Gözetlik, perküsyoncu Engin Gürkey’le İstanbul’da Hayal Kahvesi ve Babylon’da konserler veriyor.

Kamera:Erim Hüner

Bosna’da Savaş Sonrası Televizyon

İstanbul Bilgi Üniversitesi Televizyon Haberciliği ve Programcılığı Bölümü Öğretim Görevlisi Haluk Üçel’in “Bosna’da Savaş Sonrası Televizyon” belgeselinin uzun versiyonu ilk kez 3 Kasım 2008’de üniversitenin Kuştepe yerleşkesinde gösterildi.



Kapitalizmin devrimci simgesi

santralistanbul, Küba devriminin önemli aktörlerinden Ernesto Che Guevara’nın Alberto Diaz Korda tarafından çekilen portre fotoğrafının, devrimsel içeriğinden çıkıp hızla üretilen ve çoğaltılan bir tüketim aracı haline gelmesini anlatan, kapsamlı bir sergiye ev sahipliği yapıyor. “Korda’nın Objektifinden Che” sergisi, devrimsel içeriğinden çıkıp bir tüketim aracı haline gelen bu portreden, 30’un üzerinde ülkede üretilmiş fotoğraf afiş, film, ses, giysi ve eşyaları bir araya getiriyor. Sergi 2 sene önce İngiltere’nin başkenti Londra’daki Victoria ve Albert Müzesi’nin yanı sıra ABD, İtalya, İspanya, Hollanda ve Portekiz’in önde gelen müzelerinde de ziyaretçilerle buluşmuştu.

En çok kopyalanan fotoğraf

Küratörlüğünü Trisha Ziff’in üstlendiği ve Riverside Kaliforniya Üniversitesi’ne bağlı UCR/Kaliforniya Fotoğraf Müzesi tarafından düzenlenen sergi, Alberto Korda’nın 1960 yılına ait “Guerrillero Heroico” (Kahraman Gerilla) isimli Che Guevara portresinden yola çıkıyor. Fotoğraf Ernesto Che Guevera’yı devrimci mücadelenin evrensel bir sembolü haline getirirken, aynı zamanda bir tüketim ikonuna da dönüştürdü. Fotoğraf tarihinin en çok kopyalanmış imgesi olarak kabul edilen bu ikon fotoğraf, on yıllardır düzen karşıtı düşünce ve eylemlerin de simgesi olarak kullanılırken bugün aynı zamanda kahve fincanından tişörte, anahtarlıktan kartpostala milyonlarca objeyi süsledi. Alttan çekilmiş, heykel izlenimi veren bir imge olan Guerrillero Heroico, Che’nin Küba hükümetinde tarım ekonomisinden endüstri ekonomisine geçişten sorumlu olduğu sırada, 5 Mart 1960 günü yapılan bir toplu cenaze töreninde çekilmişti. Küratör Trisha Ziff, eski bir moda fotoğrafçısı olan Alberto Korda’nın çektiği bu portreyi, “Korda, sosyalist gerçekçilik döneminde yaygın görülen, efsaneleştirilmiş kahramanlığın görsel dilini kullanmakla birlikte Che’nin klasik, hatta ‘İsavari’ duruşunu vurguluyor. Che’nin gizemli bakışında ise hem kararlılık hem de arzu bir arada izleniyor,” şeklinde tanımlıyor.

31 Aralık’ta bitiyor

Çok çeşitli öğelerden oluşan bu koleksiyon, fotoğrafın devrim sırasında ortaya çıkışından, hızla üremiş olan günümüzün ticari görünümlerine uzanan çizgisini izliyor. Sergi, Korda’nın Che’sinin, çok çeşitli uyarlamalarla hem en ince yorumlara bile direnen, hem de her tür değişime açık bir simgeye dönüşmesini ortaya koyuyor. Serginin ana fikrine tam da uygun şekilde, sergilenen Che tişörtlerinin serginin misafirleri tarafından satın alınmak istenmesi Korda’nın işlerinin ne kadar yerinde olduğunun göstergesi olarak görülebilir. “Korda’nın Objektifinden Che” sergisi 31 Aralık 2008’e kadar santralistanbul Ana Galeri’de gezilebilir.


Devrimin portresini çeken fotoğrafçı

Asıl adı Alberto Díaz Gutiérrez (14 eylül 1928-25 Mayıs 2001) olan ancak Alberto Korda olarak tanınan Kübalı fotoğrafçı deklanşöre dokunduğu o andan sonra geçen neredeyse yarım asırlık sürede Che’nin kendisinin önüne geçti. Demiryolu işçisi bir babanın oğlu olarak Havana’da dünyaya gelen Korda, fotoğrafçılığa başlamadan önce birçok işte çalıştı. Fotoğrafa başlama sebebinin “Kadınlarla tanışmak” olduğunu söyleyen Korda amacına ulaştı ve ilk evliliğini Kübalı model Natalia Menendez ile yaptı. Küba gazetesi Revolución için 1960 yılında fotoğrafçılık yaparken en ünlü fotoğrafını çekti.

Bir tesadüfün yarattığı ikon

CIA tertibi olduğundan şüphelenilen bir patlamada yüzden fazla Kübalı’nın ölümünün ardından düzenlenen cenaze töreninde Alberto Corda objektifini Başkan Fidel Castro’ya, ardından cenazeye katılan ünlü konuklara, Simone de Beauvoir ve Jean Paul Sartre’ye çeviriyordu. Devrimci hükümetin bir üyesi olan Ernesto Che Guevara’yı ise kalabalığın arasında yalnızca iki kez görüntüleyebildi. Bu iki fotoğrafın birinde Che’nin kararlı ve sert bakışları sanki uzaklara dalmış gibiydi. Fotoğraf, ertesi günkü gazete haberinde kullanılmadı, ama tüm dünya üzerinde dolaşmak üzere önce Corda’nın odasında, ardından İtalya’dan gelerek Corda’yı da ziyaret eden Küba devrimi hayranı, varlıklı bir aydın ve yayınevi sahibi olan Gian-Giacomo Feltrinelli’nin koleksiyonunda yer aldı. İtalyan yayıncı Feltrinelli, 1967’de Bolivya’ya yaptığı bir başka ziyaretin ardından CIA faaliyetlerinin Bolivya’da arttığını ve Che Guevara’nın da yakalanacağını anlayarak, muhtemelen bu tehlikeye dikkat çekmek için İtalya’ya döndüğünde elindeki resimden baskıları kullanarak posterler yaptı ve İtalya’da binlerce panoyu bunlarla donattı.

Che’nin sonunu hazırladı

Aslında tam da bu görünürlük hali Che’nin sonunu hazırlıyordu. Sergi üzerine yapılan tartışmalara katılan tasarım tarihçisi David Crowley’e göre Che, kendi imajının kurbanı oldu. “Yüzünün tanınırlığı onu çatışmada ele verdi ve devrimin yüzünü ölü göstermek isteyen ABD tarafından ölüme mahkûm edildi”. Che, 1967 yılının Ekim ayında CIA destekli Bolivya ordusu tarafından yakalanarak öldürüldüğünde ünü çoktan Latin Amerika’yı aşıp tüm dünyaya yayılmıştı. CIA ajanı Felix Rodriguez, Guevara’yı tutsak edildiği odada infaz edecek olan çavuş Mario Teran’ı uyarıyordu: “Sakın yüzüne ateş etme. Boynundan aşağısına nişan alacaksın!” Hem Che Guevara’nın çatışma sırasında yaralandığı süsü verilecek, hem de o yüzün ikon haline gelmiş görüntüleri yerine, dünyanın hafızasına ölü bir yüz kazınacaktı. Planlanan yapıldı. Ölümünden sonra Che Guevara’nın yüzü; gözleri açık, avurtları çökmüş, saçları sakallarına karışmış şekilde tüm dünyaya gösterildi, ama yine de akıllarda bu resim değil, Che’nin fotoğrafçı Alberto Korda tarafından bir cenaze töreni sırasında çekilen “Kahraman Gerilla” portresi kaldı.

Korda bir tek telif davası açtı

Bu fotoğraf sahibine sorulmaksızın sayısız defa yayımlansa da Korda bir Küba Pesosu bile kazanmadı. Fakat en sonunda 2000 yılında izin almadan fotoğraf kullanan bir votka firmasına dava açtı. Davanın nedenini, “Che’nin uğrunda öldüğü görüşleri destekleyen biri olarak, bu fotoğrafın onun anısını yaşatmaya ve dünyadaki sosyal adaleti sağlamaya çalışanların kullanmasına karşı değilim, fakat alkol gibi ticari nesnelerin reklamını yapmak için Che’nin şöhretini kullananların kategorik olarak karşısındayım” diye açıklayan Korda, “Eğer Che yaşasaydı o da aynısını yapardı” diyerek kazandığı 50.000 doları Küba Sağlık Sistemi’ne bağışladı. Korda, devrimden sonra 10 yıl boyunca Fideal Castro’nun kişisel fotoğrafçılığını yaptı. 2001 yılında Paris’te kalp krizi sonucu öldü.

Haber-Kamera: Güneş Doğan

İstanbul’un suyu, Santral’ın otoparkı

Santralİstanbul yerleşkesi, İstanbul’un belki de en güzel otoparkına sahip. Tümü granit parke taşıyla döşeli bu alan, bahar ve yaz aylarında önemli kültür ve sanat faaliyetlerine, konserlere ev sahipliği yapabilecek kadar büyük. Otoparkın, 6 Ekim 2008’den itibaren para karşılığı kullanılması planlanıyordu. Ancak 2 Ekim günü, yerleşkenin Kazım Karabekir Caddesi’ne bakan ana girişinin altından geçen İSKİ’ye ait su isale hattının patlaması, bu girişi devre dışı bıraktığı gibi otoparkta paralı uygulanmanın da ertelenmesine neden oldu.

İstanbul Bilgi Üniversitesi Teknik İşler Koordinatörü Akın Barlas, Alibeyköy ve Gaziosmanpaşa gibi büyük yerleşimlere içme suyu ulaştıran bu hattaki zaafiyeti iki yıl önce, Santralİstanbul’un altyapı çalışmaları sırasında fark ettiklerini ve İSKİ’ye bildirdiklerini söylüyor. Ancak konunun bürokrasiye takılması nedeniyle geçen süre zarfında bir gelişme kaydedilememiş.

Barlas, gerçekte daha kısa sürebilecek yenileme çalışmasının yaklaşık bir aydır devam etmesini konunun birden fazla muhatabının olmasına bağlıyor: “Aynı alandan doğalgaz hattı ve yüksek gerilim kabloları da geçiyor. Bu nedenle sadece İSKİ adına çalışmaları yürüten müteahhit firma değil, İGDAŞ ve BEDAŞ gibi kurumlar da sürece dahil oldu. Bu kurumların hepsini bir araya getirmek ve koordinasyon içinde çalışmasını sağlamak zaman alıyor.”

Herşeye rağmen çalışmaların dört gün içinde sona ermesi planlanıyor. Ancak bu, Santralİstanbul girişinin ve otoparkın hemen kullanılabileceği anlamına gelmiyor. Çünkü çalışmanın sürdüğü zeminin tamir edilmesi ve araç geçisine uygun hale gelmesi gerekiyor. Bu çalışmalar İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı kurumlar tarafından gerçekleştirileceği için kesin bir tarih verilemiyor. Barlas, zemin tamirinin gecikmesi durumunda sorunun üniversite yönetimi tarafından çözülmeye çalışılacağını belirtiyor.

Haber: Erim Hüner
Kurgu: Ertan Önsel

 

Açık Hava Paramparça

Teoman dün gece Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi’ndeydi. Gerçi sahnede azınlık olan taraftaydı. Çünkü arkasında, iki gün öncesine kadar birlikte hiç çalmadığı 50 kişilik bir müzisyen grubu vardı. Aslında Teoman çalmadı da; sadece söyledi. Kendisi de dahil olmak üzere 51 müzisyen, “solist”in parçalarını seslendirdi.

Teoman’ın, İstanbul Senfoni Orkestrası ve Borusan Filarmoni Orkestrası müzisyenlerinden oluşan 50 kişilik toplulukla yaptığı şey, sanırım Türkiye’de bir ilk. Daha önce de bu türde performanslara tanık olmuştuk. Örneğin Bulutsuzluk Özlemi ve Şebnem Ferah parçalarını filarmonik düzende seslendirmişti. Ancak bu performanslarda klasik müzikçilere rockçılar da, gitarları, basları ve davullarıyla eşlik etmişlerdi. Teoman aynı şeyi yapmadı; kendini bir solist olarak klasik müzikçilere emanet etti.

Gelgelelim, bu teslimiyete pek de hazır gözükmedi Teoman. Nota şaşmayan filarmoni orkestrası, parçaya kimi zaman geç, kimi zaman erken giren, hatta Gönülçelen’de olduğu gibi, orkestranın şarkının neresinde olduğunu anlayabilmek için susmak zorunda kalan solistlerinden daha tutarlıydı. Teoman’a, Teoman’dan daha hazır vaziyetteydi yani.

Smokin provası

Ama belki de konserin en iyi tarafı da bu küçük tökezlemelerdi. Teoman’ın zaman zaman gırtlağına abanması haricinde, çalınan şeyin aslında rock olduğunu da bu küçük aksaklar hatırlattı. Ki solisti dinlemeye gelen ve sayısı 5 binin üzerinde olduğu söylenen dinleyicinin de bunlardan rahatsız olduğunu sanmıyorum. (Bu arada, Açık Hava’nın normal oturma kapasitesi 4 bin kişi.)

Teoman da dinleyiciden önce durumun farkındaydı zaten. Orkestra prova yaparken kendisinin ceket provasında olduğunu söyledi, iki kez. Hatta bir ara, kendi performansı yüzünden orkestradan beş altı kişinin o gece intihar edebileceğini de belirtti. Dün gecenin Teoman adına kaybı, bu performansın CD ya da DVD kaydı olarak piyasaya sürülemeyecek olması olabilir.

Yine de, filarmoniye eşlik eden bir iki rock enstrümanın olması, ya da sadece Teoman’ın bile, birkaç parçada olsun sahneye gitarla çıkması, izleyicinin aldığı keyfi katmerleyebilirdi.

Teoman, rock enstrümanlarının eksikliğini, sürpriz olmayacağı üzere, fiziksel performansıyla giderdi. Belli ki o da özenmiş, bu kez daha “efendi” çıkmak istemişti sahneye. Ama rockçı adam, öyle terzi provasında durduğu gibi duramazdı. Daha ilk şarkıda, smokininin düğmesini kopardı. Ona alışık seyirci de daha fazlasını talep etti elbette.

Erkek sesiyle asla!

Giderek daha az giyinik olacağını uman seyirciler, Teoman’ın her bir soyunuşunu, smokinini çıkarışını, kollarını sıvayışını tezahüratla karşıladı. Araya erkek seslerinin girişi, ama daha ziyade arkasındaki orkestra, bu ritüeli kısıtladı. (Şarkı isteğinde bulunan erkek dinleyicilere, erkek sesinden nefret ettiğini, birkaç defa söylemek durumunda kaldı.) Ve konseri, papyonu, pantalonu ve yeleğiyle tamamladı.

Velhasıl kendileri adına sıra dışı bir gece yaşayan filarmoni orkestrası da, Teoman’ın kendine gem vurmasından çok mutlu olmadı. Öyle ya, kendi konserlerinde soyunmalarını talep eden bir izleyici olmamıştı hiç. Tıpkı daha önce, parça aralarında sandalyesinin altındaki kadehe uzanıp, demlenme molası isteyen bir solistleri olmadığı gibi.

Dinleyicinin mutluluğu konser sonunda tekrar çalınan Paramparça’ya yansıdı. Açık Hava ayağa kalktı. Ve hep birlikte Teoman’ın bar taburesindeki doğum gününü kutladı.

(Finaldeki “Paramparça”yı izlemek için video kamera ikonuna tıklayın)

Haber ve video:Gökhan Tan

 

Ertuğrul Günay: “Gevaş’taki binayı yıkmak için maddi gücüm yok”

Ağustos ayının ilk haftasında Medyakronik tarafından duyurulan iki haber, gündemde geniş yer buldu.

Bu haberlerden ilki, Van’ın Gevaş ilçesinde 1335 tarihli Halime Hatun Kümbeti’nin arkasına, kanunlara aykırı bir şekilde yapılan lise yurt binasıyla ilgiliydi. Başta Kültür Bakanlığı olmak üzere devletin ve yerel yönetimlerin hemen tüm birimleri, koruma alanını ihlal eden bu yapılaşma karşısında görev ihmalinde bulunmuştu.

İkinci ve daha büyük yankı yaratan haber ise, İstanbul’daki Marmaray Arkeolojik Kazıları’nda, kent merkezinde daha önce rastlanmayan tarihöncesi döneme (MÖ 6300-6000) ait buluntulara ulaşıldığını duyuruyordu.

Gelişmeler üzerine mikrofonumuzu, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a yönelttik. Kendisiyle, geçtiğimiz hafta İstanbul’da yapılan Tarihi Kentler Birliği ödül töreni sonrasında Emirgan’daki Şerifler Yalısı’nda bir araya geldik.

Günay’a, yaklaşık yarım saat süren görüşmemizde, Gevaş ve Marmaray konuları da dahil olmak üzere aşağıdaki soruları yönelttik. Bakan, bu soruların çoğuna doğrudan cevap vermemeye özen gösterdi.

***

İlk sorumuz, en son Gevaş’ta tanık olduğumuz, yasalara rağmen korunamayan kültür mirasımızla ilgiliydi. Ertuğrul Günay, gerek bakanlığı gerekse de öncesinde kültür varlıklarına ve arkeolojiye özel ilgisini ve duyarlılığını bildiğimiz bir isim. Nitekim, Sultanahmet’te Bizans Büyük Sarayı üzerinde devam eden otel inşaatında olduğu gibi, basına yansıyan pek çok olayı, aylar öncesinden fark eden ve düzeltmek için çaba sarf ediyor. Ancak görünen o ki, bakan koltuğunda otururken bile Günay’ın bu çabası, bu tür olumsuz gelişmeleri engellemeye yeterli olmuyor. Keza Gevaş’ta da aynı şey söz konusu. Kendisine, Gevaş’taki gelişmelerle ilgili resmi bir girişimde bulunup bulunmadığını sorduk. (Video 1)

***

İkinci sorumuz, AKP döneminde başlayan restorasyon hamlesiyle ilgiliydi. Yıllardır ilgi bekleyen pek çok tarihi eserin restorasyonuna aynı anda başlanması, konuyla ilgili uzmanlaşmış yeterli sayıda firma ve eleman bulunmaması nedeniyle, pek çok sıkıntıyı da beraberinde getiriyor. Günay’a verdiğimiz örnek, geçtiğimiz yıl İstiklal Caddesi’nin döşeme taşlarını bile döşemeyen bir firmanın Süleymaniye Camii’nin restorasyonunu üstlenmesiydi. (Video 2)

***

Türkiye’nin, üniversite ve bilim kuruluşları tarafından çalışılamayan en önemli arkeolojik alanları, yatırım amacıyla özel sektöre devrediliyor. Ya da Marmaray’da olduğu gibi ulaştırma ve baraj projelerine tahsis ediliyor. Bu alanlarda, kazı yöntemleri ve zaman karşı olması nedeniyle çok eleştirilen “kurtarma kazıları” yürütülüyor. Bu kazılarda önemli eserler ya da kültür varlıklarına ulaşılması bile, alanın kaderini değiştiremiyor. Bakan Günay’a, devletin kendi yapması gereken arkeolojik araştırmaları, özel sektöre ve yatırımcılara devretmesindeki çelişkiyi sorduk. (Video 3)

***

Bir önceki soruda cevabını almaya çalıştığımız çelişkilerin en önemli örneklerinden biri, yine Marmaray kapsamında kazılan Üsküdar Meydanı. Üsküdar’da, tıpkı Yenikapı’daki kazıda Theodosius Limanı’nın ortaya çıkarılması gibi, antik bir limanın ilk buluntuları ele geçirildi. Ancak durum tam da anlaşılamadan kazı sona erdirildi. Kazı sonrasında raporlarını sunan arkeologların hemen hepsi, Üsküdar Meydanı’nın antik bir liman olup olmadığını anlayacak kadar çalışma imkanı bulamadığından yakınıyordu.

Ertuğrul Günay’a, “Bu tür tarihi mekanları ortaya çıkarmanın uzun vadede Türkiye için daha iyi bir yatırım olmaz mıydı” diye sorduk. Sorunun devamı olarak, meydandan çıkan eserlerin sergileneceği söylenen müzenin akıbetini sorduk. (Video 4)

***

Tarihi bir alanın ya da kültür varlığının geleceği, bölge koruma kurullarının verdiği kararlara göre şekilleniyor. Ancak 2005 yılından itibaren koruma kurullarının yapısının değiştirilmesi ve yerel yönetimlerin daha fazla sayıda temsilcisinin kurulda yer bulması, bilim camiası tarafından eleştiriliyor. Nitekim, 2005 öncesinde yerel yönetimlerin kurullarda bekleyen pek çok projesi, yeni kurullardan onay aldı. (Video 5)

***

Bakan Günay’a “Hasankeyf” sorunu da yönelttik. Yapımı planlanan Ilısu Barajı’nın altında kalacak olan Türkiye’nin bu tek Ortaçağ yerleşimindeki tarihi eserlerin, bir başka yere nakledilmesi düşünülüyor. Oysa arkeolojik kazıyı yürüten bilim adamlarının bile görüşü, bunun mümkün olmadığı yönünde. (Video 6)

***

Ertuğrul Günay’a son sorumuz, özellikle son bir yıl içinde daha çok gündeme gelen UNESCO’du. “Sizce UNESCO’nun kararları Türkiye için önemli midir” dedik. Günay’ın doğrudan cevap verdiği ender sorulardan biri bu oldu. (Video 7)

 

 

“Müzelerin zamlanacağı aylar öncesinden biliniyordu”

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın müze ve ören yerlerine sezonun tam ortasında yüzde 100’le yüzde 400 arasında zam yapması, bunu da zam açıklamasının ertesi günü yürürlüğe koyması, turizm acentelerini ve tur operatörlerini kızdırdı. Acenteler ve operatörler, meslek örgütleri TÜRSAB’ın (Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği) yerden yere vururken TÜRSAB’tan bu konuda açık ve net bir açıklama gelmedi.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise Medyakronik Editörü Gökhan Tan’a yaptığı açıklamada zammın aylar önce belli olduğunu, zamanında önlem almayan bir kaç küçük acentenin bir bardak suda fırtına koparttığını söyledi. Zammın yılbaşında belli olduğunu, kararın TÜRSAB ve acentelerle birlikte alındığını dile getiren Günay, acentelerin maliyet artışı diye bir durumun sözkonusu olmadığını şu sözlerle dile getirdi:
“TÜRSAB yılın sonuna kadar olan bilet ihtiyacını önceki tarihlerde yaptığı toplu alımlarla karşıladı. Sadece TÜRSAB üyesi olmayan, ferdi çalışan bir kaç turizmcinin şikayeti var onun dışında hiç bir ciddi şikayet yok”

Aniden yapılan zam tartışmasıyla birlikte TÜRSAB’ın bazı acenteleri kayırarak zam öncesinde indirimli fiyattan bilet almalarını sağladığın iddiaları ayın başından itibaren turizm sektörünü karıştırmıştı. Tartışmanın alevlendiği yer ise turizmcilerin tartışma platformu olan Tursapnet adlı mail grubu olmuştu.

Kayırma iddialarının gündeme gelmesi üzerine TÜRSAB, kayırıldığı iddia edilen acentelerin 2006’dan 18 Temmuz 2008’e kadar aldıkları bilet adetlerini yayınlamış, ancak bazı turizmciler esas alımların zammın hemen öncesinde, 20-31 Temmuz arasında gerçekleştirildiğini öne sürerek bu tarihler arasında satılan bilet adetlerinin de yayınlanmasını istemişlerdi. TÜRSAB’tan şu ana kadar bununla ilgili bir açıklama gelmedi. Ancak yine aynı mail grubunda TÜRSAB’ın isteyen tüm üyelerine eski fiyattan bilet satacağını dolaylı yollardan da olsa duyurması tartışmaların şimdilik dinmesine neden oldu.


Bakan Ertuğrul Günay: “Birkaç küçük acente fırtına kopartıyor”

Medyakronik editörü Gökhan Tan’ın müze ve ören yeri zamları nedeniyle turizimcilerin zarara uğradığı ve bu nedenle birçok günlük turun iptal edildiği yönündeki iddiaları dile getirmesi üzerine Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, şu yanıtı verdi:

“Hiç bir iptal yok. Biz bu projeyi Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği ile birlikte yaptık. Sadece bakanlık ve Müzeler Genel Müdürlüğü bu projeyi yürürlüğe koymadı. Böyle bir artış yapacağımız bu yılın başından itibaren biliniyordu ve bunun tarihi de biliniyordu. Ve TÜRSAB yılın sonuna kadar olan bilet ihtiyacını önceki tarihlerde yaptığı toplu alımlarla karşıladı.

Sadece TÜRSAB üyesi olmayan, ferdi çalışan birkaç turizmcinin şikayeti var, onun dışında hiç bir ciddi şikayet yok.

Bakınız biz bu projenin öncesinde Haziran ayında Müzekart projesini ortaya koyduk. 185 müzemiz ve bine yakın örenyerimiz 20 lira karşılığında bir kartla gezilebiliyor bir yıl içinde.

Türk vatandaşları için bir kolaylık projesi ortaya koyduk. Ondan sonra döndük, yabancılar için ve Müzekart almamakta direnenler için böyle bir fiyat artırımına gittik.

Düşünebiliyor musunuz 4 Euro’ya Topkapı Sarayı veya Ayasofya gezilebilir mi? Dört yıldır hiç bir artış olmamıştı ve dünya ölçeğinde fiyatlar komik durumdaydı. Dünyada rakamlar çok daha yüksek. Lütfen kendi değerlerimizin farkına varalım.

Bazı arkadaşlar geçmişte gidip toplu bilet almamakta ısrar etmişlerse kendi önlemlerini almamışlarsa, kendi hallerini Türkiye’nin önüne fatura olarak koymaya kalkmasınlar.



Turizmciler ne dedi…

Cemal Kızıltan
(Tourismogroup başkanı ve Tursapnet adlı iletişim platformunun yöneticisi)
“Bu karar hükümetin, bakanlığın, konuyla ilgili resmi mercilerin ve meslek birliğinin birbirinden ne kadar kopuk ve bilgi paylaşımından uzak olduğunu göstermiştir. 18 Temmuz’dan sonraki bilet satışlarını yayınlasınlar diyoruz, ama yayınlamazlar. Çünkü o rakamları yayınlamaları zaten dolaylı yoldan yaptıklarını itiraf ettikleri şeyin belgesi olur.”

Abdullah Aytekin
İstanbul City Tours
“Benim sahibi olduğum İstanbul City Tours sadece müze ücretleri artışından dolayı 55 bin YTL zarar etti. Bazılarının zararı daha büyük. Kararın aslında Temmuz’da verilmesine çok sevindik fakat Temmuz’da verilen bir kararın 2009 Nisan ayında yürürlüğe girmesi gerekir. Bu kararsa bir gün sonra giriyor. Bakanlığın geri adım atmasını istiyoruz ama bu konuda umudumuz yok, geri adım atacaklarını zannetmiyoruz.”

Emre Pekin
(Pekintours)
“Dünyanın hangi uygar ve turizmle geçinen ülkesinde, yılın en yüksek sezonunun, en yüksek gününde müze fiyatlarına yüzde 100 zam yapılır ve bu zam ertesi gün yürürlüğe girer? Ve bu zamma, üyelerinin tam bir yıl öncesinden, devletine güvenerek yurtdışı firmalara fiyat verdiği acentelerine kol kanat germesi gereken meslek birliği, sayın bakanın karşısına geçip, ‘siz ne yapıyorsunuz böyle bir şey olabilir mi?’ diyeceği yerde, el altından bazı seyahat acentelerine, aman yetişin biletlerinizi şimdiden alın karlı çıkın demesi inanılır gibi değil”

Hülya İşcan
(Bora Tur)
“29.07.2008 tarihinde TÜRSAB’dan Tülay Hanım’la yaptığım telefon görüşmesinde, müze fiyatları hakkında bir duyum aldığımızı ve durumun ne olduğunu sordum.
Yanıt; bize henüz Bakanlıktan bir duyuru gelmedi, gelince sizlere duyuracağız oldu.”. Bakanlığın yaptığı beyanata göre zam kararı aylar öncesinden belliydi. Dolayısı ile TÜRSAB’ın bu durumdan haberdar olamaması pek mümkün değil.”

Onur Özer
(Mastur Genel Müdür Yardımcısı )
“Bugünden itibaren Türkiye’deki bütün ören zamlı fiyat uygulanmaya başladı. Biz bunu 2 gün önce öğrendik, bu artışı arık hiçbir yere yansıtamayız, ya zararına katlanıp gerçekleştiririz, ya da programdan çıkarırız”

Sıtkı Matar
(Novum Tour Operasyon Müdürü)
“Piyasada belgesiz ve yetkisiz yüzlerce kurum ve kişinin bile tur sattığı bir dönemde, bir yandan onlarla mücadele ederken, bir yandan da nasıl zarar etmeden turları gerçekleştiririz diye kafa yoruyoruz”

Harun Ertan
(Tui Operasyon Müdürü)
“Yaklaşık 700 kilometrelik bir turu satmanın zaten zor olduğu kesin, bir de bunun üzerine gelen ilave masraflar, bu turu programdan çıkarmamızı gerektiriyor.”

Utku Güven – Aliye Aral


 

Avrupa’ya son 180 metre

Boğaz demiryolu geçişi, İstanbul’un Avrupa yakasındaki Halkalı ile Asya yakasındaki Gebze ilçelerini raylı sistemle kesintisiz bağlamayı amaçlayan Marmaray Projesi’nin en önemli ayağı.

Proje kapsamında yapılacak istasyonların inşasında, arkeolojik kazılar nedeniyle gecikme yaşanıyor. Son olarak, Ulaştırma Bakanlığı adına proje yürüten DLH’nın (Demiryollar, Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğü) Temmuz 2008’de çalışmaya başlamayı planladığı Yenikapı İstasyonu, arkeolojik kazının son aşamasında karşılaşılan tarihöncesi buluntular nedeniyle mühendislere teslim edilemedi.

Başlangıç aşamasında projenin en zor bölümü olarak görülen Boğaz geçişi ise sorunsuz ilerliyor. İlki 24 Mart 2007’de batırılan tüp tünellerin dokuzuncusu bugün suya indirildi. Birbirine eklenen 11 adet tüp tünelle sağlanacak sualtı demiryolu geçişinin toplam uzunluğu 1387 metreyi bulacak.

Ekim 2011’de tamamlanması planlanan Boğaz geçişi, 2012’de hizmete girebilecek. Böylece kentin iki yakası arasındaki yolculuk, dört dakikaya inecek.

İşvecan Özen-Gökhan Tan