İstanbul’daki komünistler için Son Kumsal

HaberVs

Geçtiğimiz hafta İnebolu ve Abana’da gösterimi engellenen, Karadeniz Otoyolu’nun yapımı sırasında yaşanan doğa katliamının anlatıldığı Son Kumsal belgeselini Yapımcı Aydın Kudu ve Yönetmen Rüya Arzu Köksal’ın izniyle yayınlıyoruz.

Toplam 56 dakika uzunluğundaki belgeseli yandaki video ikonlarına sırasıyla basarak izleyebilirsiniz.

Geçtiğimiz hafta Medyakronik’in haberinde de yer aldığı gibi belgeselin Karadeniz sahilindeki gösterim programının İnebolu durağında, filmin gösterimi Belediye Başkanı İdris Güleç tarafından engellenmiş, ertesi gün de Abana Kaymakamlığı belgeselin Abana’daki gösterimine izin vermemişti.

22 Temmuz akşamı İnebolu’da yaşanan olayda belgeselin 7’nci dakikasında Başbakan Erdoğan’ın otoyol açılış görüntülerinin ardından Belediye Başkanı İdris Güleç, Aydın Kudu’yu yanına çağırarak “Başbakanı doğa düşmanı gösteriyorsun! Sen bu filmi al İstanbul’daki komünistlere izlet!” diyerek yapım ekibinin ilçeyi terk etmesini istemişti.

İstanbul’daki gösterimler

Diğer yandan Belgesel Sinemacılar Birliği (BSB) filmin lapımcılarına destek vermek amacıyla Son Kumsal adlı belgeseli 26 Temmuz-2 Ağustos arasında İstanbullu izleyiciyle buluşturuyor.

BSB tarafından yapılan açıklamada 22 Temmuz’da İnebolu’da ve 23 Temmuz’da Abana’da yaşanan olaylar hatırlatılarak “Arkadaşlarımıza destek vermek ve filmi izlemek isteyenler için BSB Cep Sineması’nda gösterimler yapılacaktır.” deniliyor.

BSB’nin gösterimleri 28 Temmuz-2 Ağustos arasında her gün saat 14:00’te BSB’nin Erol Dernek Sokak no: 10 Kat 5 Beyoğlu İstanbul adresindeki merkezinde gerçekleştirilecek. Bilgi almak isteyenler için telefon 0212-245 90 96

Ayrıca belgeselle ilgili daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler sayfasını ziyaret edebilirler.



Nihat Kahveci: “Yorumculara kulak asmayın”

Yıldızlardan herhangi birinin üzerinde çok önceden yazıyor muydu bilinmez: “Nihat Kahveci adındaki çocuk günlerden bir gün başarılı bir futbolcu olacak. Top ayağına değdiği anda, milyonlarca insanın kalbindeki şapka beş kere uçup üç kere konacak.”

İşçi bir babanın altı çocuğundan ortancası olarak İstanbul Esenler’de henüz top değil ama hayat-memat meseleleri peşinde koşarken o da bilmiyormuş. Beşiktaş’ta oynayacağını (1997), İspanya’nın Real Sociedad takımına 5 milyon Euro’ya transfer edileceğini (2001), Milli Takım’la dünya üçüncülüğü yaşayacağını (2002), İspanya’da yılın futbolcusu seçileceğini (2004), Villarreal CF ile La Liga ikinciliği yaşayacağını (2008) ve takımın en çok gol atan futbolcusu olacağını vesaire.

Zaten futbola da 16 yaşında başlamış.

Şans mı? Kader mi? Çok çalışmak mı? Zapturapt bir hayat mı? Fırsatları iyi görebilmek mi?
Ona göre, hepsini al ve koy bir sepete. Çünkü yetenek bile tek başına beş para etmiyor bu devirde.

Valencia’nın 170 bin nüfuslu Castellon kentinde “Hey Amigo!….”, şeklinde başlıyor cümlelerine. Gerisi tıkır tıkır geliyor. Sanki 1978 Giresun doğumlu değil de, 42 yıllık İspanyol gibi. Aksansız. Bukalemun gibi araziye uyum sağlamış.

Amigo’nun kim olduğu duruma göre değişiyor. Paella servisi yapan garson, “Sen bir numarasın” diye omzuna vuran manav, bankta öpüşmelerine ara verip “İki değil de lütfen üç gol at” diye ricada bulunan sevgililer… Hepsiyle tek tek durup konuşuyor. O maçta topun neden öyle değil de böyle gittiğini anlatmaya gocunmuyor.

Güneşi aynı güneş. Denizi aynı deniz. İşte bildiğin Akdeniz. Burada top oynamaya da, yaşamaya da bayılıyor. Mümkünse jübilesini de İspanya’da yapmak istiyor. “Tabii kader belli olmaz ama” Türkiye’ye dönmeye hiç mi hiç niyeti yok. Castellon’u Çeşme’nin sezon dışı boş hallerine benzetiyor. Artık İstanbul’un kendisine olmasa da trafiğine, kalabalığına ve kaotik ortamına tatillerde bile zor dayanıyor. Yeni doğan kızı Selin’i burada büyütmek istiyor.

Katlana katlana arka cebe sığan şemsiye gibi. Derli toplu kompakt bir hayat.

Evi Castellon’da, 2006’dan beri oynadığı Villarreal takımına adını veren kasabayla arası, arabayla 15 dakika uzaklıkta. Arabası Porsche marka. Güzel araba kullanmak ikinci hobisi. Birincisi zaten mesleği.

Vila-real:
50 bin nüfuslu.
Stadyumu Elmadrigal, 22 bin kişilik.
17 bini kombine.

Maçlarda stadyum tıka basa doluyormuş. Vila real kasabasındaki hırsızlara işte en çok bugünlerde iş düşüyormuş. Çünkü hesap, iki kere ikinin ne ettiği kadar ortada. Maç günleri kasabanın yarısı stadyumda olunca, hırsızlar hangi eve gireceklerini şaşırıyormuş. Tabii onların bile aklı o sırada aslında işlerinde değil, maçta oluyormuş.

İspanyol taraftarlar küfür etmezmiş. Ama sloganları Beşiktaşlıların yaratıcılığının yanından bile geçemezmiş. Zaten Beşiktaş formasıyla çıktığı o ilk resmi karşılaşmadan (9 Kasım 1997, Bursaspor maçı) önce babasına şöyle bir laf etmiş: “Baba be, istersen bu maça sen hiç gelme… Annemle ilgili çok kötü şeyler duyabilirsin. Sinirin falan bozulur, kaldıramayabilirsin.”

Babası o gün oğlunun sözünü dinlememiş. Ama bir daha da hiçbir maçına gitmemiş.

Elmadrigal’deki maçlarına bazen karısı bile geliyormuş. Karısının bu hayattaki önemi çok büyük. Aslında ilk zamanlarında çok zorlanmış İspanya’da. Neyse ki sevgilisi Pınar’la evlenip onu da İspanya’ya getirdikten sonra ortalıkta çiçekler açmış. Bambaşka bir memlekette hayata uyum sağlaması (toplamda 6 yıl) Pınar sayesinde olmuş.

İspanya’da taraftarın da, spor basını ve yorumcunun da akıl, mantık çerçevesinden çıkmıyor olmasını takdir ediyor. Çünkü burada hiçbir futbolcu anlık heyecanlarla bulutların tepesine, hop oradan yerin dibine sokulup çıkarılmıyor, özel hayatı didik didik edilmiyormuş. Yıldız adayı futbolculara da bir tavsiyesi var:

“Türkiye’de bilen bilmeyen herkes ‘Tabii aralarında işlerini çok iyi yapanlar da var’ futbol yorumcusu. Tavsiyem fazla televizyon seyretmemeleri, söylenenlere kulak asıp, strese girmemeleri. Ama tabii hangi kanalı açsan 50 tane spor programı var. Bir futbolcu bir maçta zaten iyi mi kötü mü oynadığını bilir. Ben yorumcu olsaydım, ‘Şu, bugün kötü oynadı. Çünkü geçen gün diskoya gitti’ diye konuşmazdım.”

Takımdaki en iyi arkadaşı Robert Pires’miş. Ama zaten idmanlar, deplasmanlar derken karısından bile çok onu gördüğü için dışarıda öyle pek buluşmazlarmış. Maçlardan 45 dakika önce diğer futbolcular gibi soyunma odasında oluyormuş. Burada son ses müzik dinlerler, şakalaşıp eğlenirlermiş. Sonra zamanı geldiğinde dua edip sahaya mutlaka sağ ayağıyla adım atarmış.

İşte binlerce gözün üzerinde olduğu ve artık zamanın durduğu an. Milyonlarca kişi tanıyor olsa da netice de o da bir insan. Ve onun da bir sinir sistemi var. O koca sahaya ilk çıktığında dizleri tir tir titrermiş. Ama maç başlar başlamaz, bütün dünya küçülür, küçülür futbol topuna dönermiş.

İyi oynarsa birileri üzülüp, birileri sevinecek. Düzen böyle gelmiş, hep böyle gidecek. Ve eğer gol atarsa, her zaman yaptığı gibi sol elinin yüzük parmağını öpecek. Sonra da karısına gönderecek.

Nihat Kahveci ile yaptığımız söyleşinin videosunu izlemek için resmin altındaki kamera ikonuna tıklayın


Nihat Kahveci

1979 İstanbul doğumlu Nihat KAHVECİ, Beşiktaş’ın altyapısında yetişmiş ve 1997/1998 sezonunda dönemin Beşiktaş teknik direktörü John Benjamin Toshack tarafından A takıma alınmıştı. Beşiktaş’ta dört sezon oynayan ve 65 gol atan Nihat Kahveci 2002’de, Toshack’ın çalıştırdığı İspanya’nın Real Sociedad takımına, 5 milyon avro bonservis bedeliyle transfer edildi. Beşiktaş taraftarı, takımın yükselen yıldızının yüksek bir bedelle de olsa gönderilmesini hiçbir zaman kabullenmedi.

Nihat, İspanya’daki ilk sezonunda takımın sürekli oyuncusu olamadı. Ancak ikinci sezonu 2002/2003’te Sırp Forvet Darko Kovaçeviç ile büyük bir uyum gösterdi ve La Liga’nın düşük bütçeli takımlarından Sociedad’ı şampiyonluk potasına soktu. Milli futbolcu o sezon lig maçlarında 23 gol attı. Ancak takımı Sociedad şampiyonluğu, sezon bitimine iki hafta kala Real Madrid’e kaptırdı. Nihat Kahveci, 2003/2004 sezonunda da çıkışını sürdürdü ve 16 gol attığı bu sezonda İspanya’da yılın futbolcusu seçildi.

2004/2005 sezonunun ortasında sakatlanan Nihat, o ana kadar İspanya’da oynadığı üç sezonda Real Madrid’in Brezilyalısı Ronaldo ile birlikte La Liga’nın, 50’nin üzerinde gol atan iki futbolcusundan biri oldu.

Nihat, 2006’da İspanya’nın Villareal takımına transfer oldu ancak ligin henüz başında sakatlanarak sezon boyunca sahalardan uzak kaldı. Nihat’ın dönüşüyle Villareal, tekrar iddialı duruma geldi ve 2007/2008 sezonunda Real Madrid’in arkasından ikinci oldu. Villareal, bu performansıyla bile lig üçüncüsü Barcelona’nın 10 puan üzerinde yer aldı.

2000 yılında ilk kez oynadığı Türk Milli Takımı’nın kaptanı ve değişmez oyuncusu olan Nihat Kahveci, ulusal takım formasıyla 17 gole imza attı.

Villereal bonservis ödemeden aldığı Nihat’ı tekliflere karşı ısrarla satmayacaklarını söylüyor.

(Derleyen: Eren Bircan)

Bilge Egemen



 

Cezaevinde hukuk kliniği

İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencileri, Bakırköy Kadın Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumu’ndaki tutuklu ve hükümlülere 8 hafta boyunca hukuk eğitimi verdi.

Hukuk Kliniği adı altında gerçekleştirilen projede tutuklu ve hükümlülere anayasa ve temel haklar gibi temel kavramların yanı sıra, aile hukuku, iş hukuku, kira hukuku, kadına karşı şiddet gibi gündelik hayatta karşılaşabilecekleri konularda da hukuki bilgiler verildi.

Tutuklu ve hükümlüleri hukuki açıdan güçlendirmeyi amaçlayan proje, aynı zamanda öğrencilerin sosyal sorumluluk ve toplum önünde konuşabilme gibi becerilerine de katkı sağladı. Kurum yetkilileri projenin tutuklu ve hükümlüler için son derece verimli geçtiğini ve projenin devam etmesini istediklerini belirttiler.

İstanbul Bilgi Üniversitesi, Hukuk Fakültesi tarafından Türkiye’de ilk defa gerçekleştirilen projenin sonunda katılımcılara sertifika verildi.

Haber: Cem Hakverdi
Kamera: Haldun Ülkü

Roisin Murphy, Shantel, Gogol Bordello ve santral…

Yazın ilk festivali Efes Pilsen One Love Festival 7, Santralistanbul’da festivalcilerin ayaklarını yerden kesti. 21-22 Haziran tarihlerinde gerçekleşen şenlikte eğlence gün boyu devam etti. İlk gün Bedük, Long Blondes, Hot Chip ve Roisin Murphy katılımcıları dansa doyururken; ikinci gün Baba Zula, Miss Platnum, Shantel& Bucovina Club Orcestar ve Gogol Bordello gypsy ruhu ve müziği ile Santralistanbul’u inletti. Bu büyük eğlenceden görüntüler haberimizde…

İşvecan Özen
Kamera:
Erdem Özüer

Dolmabahçe Sarayı satıldı!

Medyakronik muhabirleri, “Sokağın Dili” programı için kimi zaman gerçekle ilgisi olmayan “abes” sorularla halkın karşısına çıkıyor. Muhabirler, bu röportajlardan birinde sokağa “Dolmabahçe sarayı satılmış, ne diyorsunuz” sorununu yöneltmişti. Ancak bu sorunun, cevaplayan pek çok kişi tarafından gerçek gibi algılanması nedeniyle haber bandını yayınlamamıştık. Çırağan Sarayı’yla ilgili gelişmeler, yaklaşık iki ay önce kaydedilen bu bandı gündeme getirdi.

Haber: Sema Topbaş-Serhat Cenkçiler

 

 

Beyoğlu’nda bir cam ustası

Cam işçiliği sınır tanımaz. Bu iş bir gönül işidir. Severek yaparsan karşılığını alırsın.”

Bu sözler bir cam ustasına ait. Emrah Evin, İstiklal Caddesi Örs Pasajı’ndaki küçük dükkânında ateş ile cam işleyen ve cama verebilecek her şekli üretebilen bir sanatçı.

Siz onu izlediğinizde ortaya çıkacak şeyi merakla tahmin ederken, o ise beyninden o anda ne geçiyorsa cama yansıtıyor, hayallerini cama işliyor. Yaptığı şeylerin hiçbiri birbirine benzemiyor çünkü her defasında farklı hareketlerle farklı şekiller ortaya çıkabiliyor.

Dedelerinden kalma bu mesleği hala devam ettiren Emrah, yaptığı işin hiçbir zaman bir doyum noktasının olmadığını şöyle açıklıyor: “Cam sınır tanımadıkça benim yaptığım işin bir sınırı olmaz. Camla uğraşmak, ona şekil vermek her an bana yeni şeyler katıyor. Ona ne kadar severek yaklaşırsam o kadar güzel şeyler ortaya çıkıyor. Ondaki özgürlük bana yansıdığı zaman bende sınır tanımıyorum…”

Haber-Kamera: Selahattin Altunkılıç

 

Milli gelir, suyla nasıl hesaplanır?

Ünlü Avustralyalı iktisatçı Phillips, 1949’da savaş uçaklarının parçalarıyla, suyla çalışan bir makine icat eder. Amaç milli geliri hesaplamak ve gelirin oluşumunu açıklamaktır. Bu aletten yaklaşık 15 tane daha üretilir ve aynı dönemde bir örneği de 10 bin Sterlin karşılığında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne getirtilir.

Moniac (Monetary National Income Analogue Computer) adı verilen milli gelir makinesinin dünyada en iyi korunmuş olanı Türkiye’de. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Serdar Ongan makinenin böyle sağlam kalmasının sebebini kıymetinin anlaşılamamasına ve bir kenara bırakılmasına bağlıyor. Serdar Ongan milli gelir makinesinin nasıl çalıştığını HaberVs’ye anlattı.

 

1 Mayıs şiddetinin yeni belgesi

Ahmet Şık

Polis şiddetinin damga vurduğu İstanbul’daki 1 Mayıs kutlamalarında yaşanan şiddet görüntüleriyle ilgili basında çıkan haberlerden sonra açılan soruşturmada iki polise fatura kesildi. İçişleri Bakanlığı müfettişleri, 28 polisin ifadesine başvurulmuş ancak iki polis hakkında adli ve idari soruşturma açılmasını talep etmişti. Müfettişler, polisin şiddet uyguladığını belgeleyen onlarca görüntü ve fotoğrafa rağmen, diğer polislere ulaşamamamıştı.

Buna göre DİSK binası ile Şişli Etfal Hastanesi’ne gaz bombası atılması, yerde yatan savunmasız insanların tekme ve coplarla dövülmesi, ÖDP binasının basılıp parti üyelerinin dövülmesi, 530 kişinin dövülerek gözaltına alınması ve Cumhuriyetgazetesi muhabiri Ali Deniz Uslu’nun kolunun kırılmasını “iki süper polis” gerçekleştirmiş oluyordu.

Sığ soruşturma

Medyakronik’in ulaştığı, Prof. Nurettin Mazhar Öktel sokaktaki bir şirkete ait güvenlik kamerası tarafından kaydedilen görüntüler, sorumlularının iki polisle sınırlı olmadığını bir kez daha gösteriyor. Polisin müdahalesi üzerine bu sokağa kaçan grubun bir bölümü Cumhuriyetgazetesinin bahçesine sığınıyor. Kaçmaya devam eden insanlardan, biri yaşlı iki kişi ayakları takılarak yere düşüyor. Üniformalı ve sivil bazı polislerin dövmeye çalıştıkları iki ikişiye, başlarındaki amir engel oluyor. Meslektaşlarını üç kez engelleyen amir sırtını döndüğü anda, polisler yerde yatan insanları tekme ve coplarla dövüyor.

1 Mayıs olaylarından sonra basında çıkan eleştiriler üzerine İçişleri Bakanlığı inceleme başlatmış ve görüntüleri inceleyen müfettişler de, Bahçelievler İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde görevli iki polis memuru hakkında “idari ve adli soruşturma açılmasına” karar vermişti. Valilik bünyesinde oluşturulan bir komisyon tarafından MOBESE ve televizyon kameraları ile gazetelerde yer alan fotoğraflar incelenmiş ve haklarında soruşturma açılanlar da dahil olmak üzere 28 polisin ifadesi alınmıştı. İnceleme komisyonu tarafından hazırlanan ön raporda Cumhuriyetgazetesi bahçesinde gazeteci Ali Deniz Uslu’un copla kolunun kırılması, Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne gaz bombası atılması DİSK binası önünde yerde yatan bir kadın göstericinin başına tekme atılması olayıyla ilgili soruşturma başlatılmasına karar verilmişti.

Ön raporun ardından İçişleri Bakanlığı tarafından görevlendirilen iki müfettiş, bir hafta boyunca incelemede bulunmuş ve “orantısız güç kullandığı” belirlenen iki polis memuru hakkında “idari ve adli soruşturma açılmasına” karar vermişti. Diğer polislerin ise sicil numaralarının üniformalarında bulunmaması ve kasklarının kimliklerini tanımaya engel olması nedeniyle kim oldukları “belirlenememişti”.


Hangi iki kişi?

Her ne kadar 28 polisin ifadesi alınıp sadece iki kişiye fatura kesilse de 1 Mayıs’tan akıllarda kalan ve sadece gazetecilerin tanık olduğu şiddet örnekleri şöyle:
DİSK binasına gaz bombası atıldı. Bir çok işçi gazdan zehirlendi. Sendikacılar ve işçiler dövüldü.

Şişli Etfal Hastanesi’nin bahçesi ile acil servis biriminin yakınındaki kantine kasten gaz bombaları atıldı. Çoğu kadın ve çocuklardan oluşan onlarca hasta gazdan etkilendi.

Eylem sırasında düşen bir kadın gösterici savunmasız bir şekilde yatarken bir sivil polis tarafından kafasından tekmelendi.

Özgürlük ve Dayanışma Partisi il merkezi ve Harita Mühendisleri Odası basıldı. ÖDP önünde partilileri döven polisler binanın içine de gaz bombaları attı. Bu olayda gaz bombası ve plastik mermiyle 20’den fazla kişi yaralandı.

Beyoğlu’nda bir gösterici grubunun içinde yer alan Ahmet Seyhan başına cop, kaburgalarına demirle vurulması üzerine yaralandı. Yine aynı grubun içinde yer alan Uğur Özdoğru, polisler tarafından zorla yere yatırılıp dövüldü. Elleri, kulakları ve vücudunun çeşitli yerlerinden coplanarak yaralandı.

Cihangir Firuzağa’da çıkan olaylardan sonra, göstericilerle ilgisi olmayan ve kahvede oturan bir kişi polis tarafından copla dövüldü.

Harbiye’de bir gösterici grubuna gaz sıkılırken kimi polisler de silah çekti.

Gün boyunca polisin attığı gaz bombaları nedeniyle yüzlerce kişi zehirlendi ya da fenalaştı. Şişli ve Taksim arasındaki tüm cadde ve sokaklar gaz bombasından etkilenen ve yerlerde yatanların görüntülerine sahne oldu.

Taksim çevresindeki kafeleri basan polisler içeride oturanları döverken kimi kafelerin içine de gaz bombası atıldı. Bazı kişiler keyfi şekilde gözaltına alındı.

7 tepe, 7 tünel, sayısız çatlak

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin “7 tepe 7 tünel” projesi Mart 2006’da gündeme geldi. Konunun uzmanları tarafından “çıkmaz sokak” diye nitelenen bu proje, trafik için umulan rahatlamayı sağlamayacağı, yüksek maliyeti ve gerekli zemin araştırmalarının yapılmadığı gerekçeleriyle çok tartışıldı.

Dolmabahçe-Bomonti ve Piyalepaşa-Kağıthane arasındaki ilk iki tünelin yapımına bu tartışmalar içinde başlandı. Proje gibi, tüneller için vurulan ilk kazma da tartışmalıydı. Çünkü Büyükşehir Belediyesi, bu iki tünelin yapımı için ihale açmamış ve yapımcı firmaları “ani ve beklenmeyen durumlarda” başvurulan “davet usulü”ne göre belirlemişti.

Çatlayan binalar

İnşaat Mühendisleri Odası (İMO), tünellerin, güzergâh üzerindeki binalara hasar verebileceği konusunda uyarıda bulunanlardan biriydi. İMO İstanbul Şubesi Başkanı Cemal Gökçe, “Yasal çerçevede bir ihale yapılmadı. Dolayısıyla konu ciddi bir proje olarak ele alınıp, güzergâhında fizibilite çalışması yapılmadı. Bu anlayışla yürütülen bir inşaatın, sıkıntı yaratması kaçınılmazdı” diyor.

Cemal Gökçe’nin dile getirdiği endişelerin haklılığı Okmeydanı semtinde ortaya çıktı. Bu semtteki dört binanın temelinde, Piyalepaşa-Kağıthane Tüneli’nin etkisiyle çökme görüldü ve binalar boşaltılarak mühürlendi.

Aynı şekilde Talatpaşa mahallesi Savaş sokakta bulunan 10 binanın, kolon ve duvarlarında ciddi çatlaklar oluştuğu belirlendi. Talatpaşa Spor Kulübü Lokali de bulunduğu beş katlı bir bina ile Savaş sokaktaki beş ile iki katlı yapılarda oturan vatandaşlar Ağustos 2007’de tahliye edildi.

Nisan 2008’de, diğer tüm tüneller gibi çift yönlü olması planlanan Bomonti Dolmabahçe Tüneli`nin tek yönde kazısı tamamlandı. Belediye, gelinen aşamayı tünelin içinde gerçekleşen bir etkinlikle kutladı. Aynı günlerde, bu tünelin geçtiği Kurtuluş ve Harbiye semtlerinden “çatlak sesler” yükselmeye başladı. Kurtuluş’taki Bilezik sokak ve Harbiye’deki Ölçek sokakta bulunan onlarca apartmanın duvar ve kolonlarında çatlaklar oluştu. Bina temelindeki oynama nedeniyle, kapı ve pencereler kapanamaz hale geldi.

Medyakronik muhabirleri, Ölçek sokakta yaşayan ve binaları zarar gören İstanbulluları ziyaret etti. Evlerinin görüntüsü, bir deprem sonrasını çağrıştıran vatandaşlar, genel olarak Belediye’nin üzerine düşeni yapmadığını dile getiriyor. Evinin yıkılma tehlikesi nedeniyle can güvenliği sorunu yaşadığını dile getiren bir vatandaş, çatlakların sıvayla kapanmak istenmesini “Örtbas etme” olarak yorumluyor. Tünelin mağdur ettiği bir başka ev sahibi ise toplu dilekçe vermelerine rağmen, “Önce tünel projesinin bitmesinin bekleyin” cevabını aldıklarını belirtiyor.

Topbaş: “Proje sayesinde gelecek kuşaklar sıkıntı çekmeyecek”

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı, Dolmabahçe-Bomonti tüneli için Nisan ayında gerçekleştirilen törende, bu projeler sayesinde gelecek kuşakların sıkıntı çekmeyeceğini söylemişti. Görünen o ki, daha proje bitmeden yaşananlar, İstanbul halkının canından endişe etmesine neden oluyor.

Kurtuluş Bilezik sokaktaki mağdurlardan, milli atlet Bahattin Boğaz, Sabahgazetesinde yer alan habere göre, belediye yetkililerinin hasar gören eviyle ilgili bir çalışma yapmamasına tepki göstererek bir deprem uzmanından yardım aldı. Uzman, evin durumunu şöyle ifade etti: “Bu binada bir saat bile oturulamaz. Binanın kolonları dikine değil, enlemesine çatlamış. Her an çökebilir”.

Yeni tüneller

Gelgelelim tünel çalışmaları, verdiği hasarlara rağmen hız kesmeden devam ediyor. Dolmabahçe Bomonti ve Piyalepaşa Kağıthane arasındaki tünellerin Eylül 2008’de tamamlanması planlanıyor.

Sarıyer Çavuşbaşı ve Fulya Levazım arasındaki tünellerin de kazı çalışmaları başladı. “7 tepe 7 tünel” projesi kapsamında toplam uzunluğu 142 kilometreye ulaşan 32 tünelin inşası planlanıyor. Tünellerin, bağlantı yollarıyla TEM’e bağlanması da projenin hedeflerinden.

İhale aşamasında olan ve yakın zamanda başlanması ön görülen tüneller şunlar:
Levazım Sitesi -Akatlar Tüneli (6720 metre), Levazım-Zincirlidere Tüneli (2.940 metre), Eyüp (Silahtarağa ) Caddesi-Gaziosmanpaşa Caddesi Tüneli (200 metre).

Prof Tezcan: “En büyük ihanet”

Karayolu tünellerinin İstanbul için çözüm oluşturmayacağını savunanların temel dayanağı, tünellerin otomobil kullanımını özendireceği ve trafik yoğunluğuna gerçek çözümü getirecek metro gibi toplu taşıma alternatiflerine engel olacağı.

Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Semih Tezcan’a göre otomobiller, İstanbulluların sadece yüzde 15’ine ulaşım imkanı sağlamakla birlikte, yolların yüzde 94’ünü işgal ediyor. Tezcan, karayolu tüneli inşasını neden “İstanbul’un ulaşımına yapılabilecek en büyük ihanet” olarak gördüğünü şöyle anlatıyor: “Bir metro trenin bir yönde taşıdığı yolcuyu otomobillerle taşıyabilmek için, peş peşe 16’lık diziler halinde, 46 şeritli bir yola ihtiyaç gösteren 736 otomobillik bir filoya ihtiyaç vardır. Otomobillerle ulaşıma öncelik verirseniz, ne 46 şeritlik bir karayolu bulabilirsiniz, ne de içinde yaşanılacak bir kent.”

Maliyet ne kadar gerçekçi?

Büyükşehir Belediyesi metro inşasının, hem maliyet hem de fiziksel imkanlar açısından imkan dahilinde bulunmadığını savunuyor. Buna göre bir kilometre karayolu tünelinin inşası 10 ile 15 milyon dolar arasında değişirken, metro hattının bir kilometresi 30 milyon dolara çıkıyor.

Öğretim üyeleri, bu maliyetlerin de gerçekleri yansıtmadığı görüşünde. Prof. Dr. Semih Tezcan, iki gidiş, iki geliş dört şeritli bir karayolu tünelinin çapının minimum 17 metre olması gerektiğini ve durumda gerçek maliyetin kilometre başına 15 değil, en az 60 milyon dolar olduğunu belirtiyor. Tezcan, metro tünelinin kilometre başına inşaat maliyetinin, elektromekanik aksam ve istasyonlar hariç 30 milyon dolara çıkacağını belirtiyor.

Belediyenin toplam 2 milyar dolara mal edeceğini iddia ettiği karayollarının 4 milyar dolardan daha düşük bir miktara tamamlanamayacağı görülüyor. İTÜ Ulaştırma Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Haluk Gerçek, arada kilometre başına 10 milyon dolar fark olsa bile, tercihin metrodan yana olması gerektiğini savunuyor. Çünkü karayolundaki bir şeritte saatte 2 bin araç geçebiliyor ve İstanbul’daki otomobillerde ortalama yolcu sayısı 1.7 olduğu için, bir saatte 4 bin yolcu taşınabiliyor. Oysa metro, saatte 70 bin yolcu taşıyarak trafik yoğunluğunda önemli bir rahatlama sağlayabiliyor.

İnşa halindeki karayolu tünellerinin İstanbul trafiğine katkısı pek çok soru barındırıyor. Gelinen noktada tartışma götürmeyen tek şey, karayolu tünellerinin zarar verdiği binalarda yaşayan İstanbulluların canlarının tehlikede olması.

Haber: Gökhan Tan
Video: Sebu Akman-Haldun Ülkü