Sulukule’de yüzlerinden gülümseme eksik olmayan Romanlar, hünerli ellerin çaldığı enstürmanlardan yükselen müziğe kıvrak danslarla eşlik eden kadınlar, sokakları dolduran çocukların kavga dövüş içinde duyulan sesleri yok artık. Yıkıldı, yıkılacak derken yaz sonu gelmeden, eski neşesinin yerini önce buram buram hüzün kokan enkaz yığınları ardından şimdilik dümdüz edilmiş boş araziler aldı. Kimsenin, ardında kamu yararı bulunduğunu iddia edemeyeceği adına “kentsel dönüşüm” denen bir “soylulaştırma” ya da rant projesi uğruna insandan, kültürden ve tarihten arındırılan bir semt, “Bir zamanlar Sulukule’de…” diye başlayacak anıların mahallesi oldu artık.
Haklarını yemeyelim. Evleri yıkılmasın, kültürleri yok edilmesin, karınları doymaya devam etsin diye çok uğraştı Romanlar ya da yaygın adlarıyla çingeneler. Azımsanmayacak bir destek de buldular. Sezen Aksu’dan Gogol Bordello’ya kadar kimler gelmedi ki yanından yöresinden geçenlerin burun kıvırarak kafasını çevirdiği o semte. Ama olmadı. Dünyanın bilinen ilk yerleşik çingene topluluğu Sulukuleliler 2 yıl içinde zorla tahliye edildi.
Sulukule’nin son günleri
Ulusal ve uluslararası basının haberlerine, Avrupa Parlamentosu’nun raporlarına, öğrencilerin tezlerine, belgesellere konu oldular. Öyle ki internetin en yaygın kullanılan arama motoru Google sayfasında “Sulukule” ve “yıkım” sözcüklerini bir arada yazdığımızda yaklaşık 400 bin sonuç çıkıyor ortaya. Bugüne kadar yapılanların iyisi vardı ya da kötüsü işe yarayanı ya da yaramayanı vardı. Ama içlerinden biri var ki tamamlandığında “Sulukule’de ne oldu? Yok edilen neydi?” sorularının yanıtını en iyi verecek olanlardan biri. Cem Madra’nın henüz tamamlanmamış bu yüzden de dek pek bilinmeyen belgeselinden bahsediyoruz. Madra’nın, “Sulukulenin son günleri” adını verdiği belgelesini diğerlerinden farklı kılan ise “içeriden” bir gözle yaşananları bize anlatması.
Bir tarihin nasıl yok edilebiliceğinin belgesi
Çünkü Madra, belgeseli yapmaya karar verdiğinde bir ev kiralayarak 6 ay boyunca Sulukule’de yaşamış. Yıkım kararı verildikten sonra geçen olayları, verilen mücadeleleri, hayal kırıklıklarını ve kaybedenin sadece Sulukuleliler olmadığını gösteren bütün süreci yakından ve birebir içeriden takip edip aktarıcı görevi üstlenen bir belgesel çıkmış ortaya. Belgeselin adına bakıp göreceğinizin sadece yok edilen bir kültürün son anlarına kamera doğrultulmuş bir tanıklık olduğu anlaşılmasın. Semtin yaşayanları için bir “felaketin” çevresinde dönen belgesele bir kültürün ve kepçe darbeleriyle bir tarihin nasıl yok edilebiliceğinin belgesi adeta.
Yarını düşünmezken gelecek korkusu duymak
Belgesel her mahallede olduğu gibi Sulukule’de de olan belli karakterlerin üzerinden ilerliyor; mahallenin bakkalı, amcası, delisi, çocuğu… Belgeselin bilgilendirip ahkam kesme amacı yok. Bilmeyen ya da kulaktan dolma bilgilere sahip kişiler için bir efsane halini alan çingene kültürünü yansıtmak gibi bir amaç da güdülmüş değil. Otantik özelliklere sahip bir İstanbul mahallesinin adım adım yok ediliş süreci, yaşanan tüm gerçekler herhangi bir kurgu olmadan izleyecek olanlara aktarılıyor. Madra da zaten en çok dikkat ettiğinin bu olduğunu, görüp tanık olduklarını izleyicinin de görmesini istediğini söylüyor. Sulukule’ye adım attığında en çok ve ilk dikkatini çekenin daha önce hiç görmediği bir yoksullukla karşılaşmak olduğunu söyleyen Madra, “Ama bunun temelinde ne olduğunu da aramadım. Evet Sulukule’de yaşayanlar bir günden daha ilerisini pek düşünmüyorlardı. Ama durum o kadar kötüydü ki, her an evlerinin yıkılabileceğinin ve sokakta kalabilceklerinin ve bir sonraki günü düşünmedikleri geleceklerinin olmadığının farkındaydılar. Çünkü biliyorlardı ki Sulukuleliler için evlerini kaybetmek aynı zamanda kültürlerini kaybetmek anlamına geliyordu” diyor.
Gidenler döndü
Mahalle yaşamının en önemli yanının dayanışma olduğunun altını çizen Madra tam da bu yüzden Taşoluk’ta çok katlı apartman dairelerine gitmek zorunda kalan ailelerin neredeyse tamamının Sulukule’ye olamasa bile Karagümrük ve Balat gibi etraftaki mahallelere geri döndüklerini anlatıyor:
“Sulukule’de hayat dışarıda geçiyor, sokaklarda, insanlar evde oturdukları zaman bile bahçelerinde ya da avlularında zaman geçiriyorlar. “Anakarnı” benzetmesi Sulukule ile birebir örtüşüyor. Orası dışarıdan gelenler için olmasa da kendileri için çok güvenli. Çocuklar oranın çocukları, herkes birbirini tanıyor. Aynı tastan çorbayı bölüşüylorlar. Parası yoksa da karnının doyacağını, bakkalından veresiye ekmeğini alacağını biliyor. Bu insanlardan nasıl bir apartman dairesinde oturmalarını bekleyebilirler ki? Belgeselin devamı Sulukule evlerinin yerine yapılacak binalar ve yaşayanları olacak. Böylece iki durum arasında ki tezatlığı göstererk söylemeye çalıştığımı daha iyi anlatabilmiş olacağım.”
Herkes dışarı itilmeden payını alır
Sulukule’de geçen hayatı anlatmak ise belki de konunun en zevkli kısmı ama maalesef Cem Madra çekimlerine başladığında o hepimizin bildiği neşeli Sulukule’den uzak bir ortamın içine girmiş. Ama Sulukuleliler ne kadar acı çekseler de eğlence içlerinde var bunu saklamayı hiçbir zaman beceremiyorlar. Ciddi bir konunun ortasında dahi herşeyi birkaç dakika için bile olsa bırakıp eğlenmeye, dans etmeye ve şarkı söylemeye hâlâ hazırlar. Tek fark bunun bu süreç içerisinde dozerlerin ve devlet memurlarının gölgesinde eskisi kadar sık yaşanamamış olması. Adına kentsel dönüşüm denilen projelerin sadece Sulukule’yle sınırlı olmadığını vurgulayan Madra, “Halkın en alt tabakası olan çingenelerle başlayan bu kent merkezinden yavaş yavaş sürülme hareketi giderek yaygınlaşacak. Kentin burjuvazisi ve aristokrasisi dışında kalan herkes de zamanla bu dışarı itilmeden paylarını alacak” diyor.
Sulukuleli olmayan direnişçi
Belgeselin içinde aslında Sulukule’den olmayan bir karakter de var: Hacer Foggo. Semtle ilgisi olmamasına rağmen Sulukule’nin yok edilmemesi için yürütülen mücadelede başı çeken ve “onlardan” biri olarak belgeselin belki de en ilginç karakterlerin biri haline dönüşen bir aktivist. Aynı zamanda Sulukule Plaformu Sözcüsü ve belki de medyanın ilgisini Sulukule’ye çekmek için en çok çalışan ve en başarılı olan isim. Belgeselin içinde kah yıkım görevlileriyle tartışırken, kah omuzunda yorgan döşek taşırken ya da Sulukulelileri örgütlemeye çalışırken görüyoruz. Sulukule’de ki yıkımların bu kadar tepki görmesinin en büyük sebeplerinden biri de hiç kuşkusuz Hacer Foggo ve Sulukule Platformu’nun yaptığı çalışmalar. Bu sayede yıkım sürecini yaklaşık 2 yıl erteletmeyi başardıklarını hatta UNESCO ve AB İlerleme Raporları’na Sulukule’yi sokmayı başardıklarını anlatıyor.
Foggo artık bazı üniversitelerde kentsel dönüşüm yada şehir planlama derslerinde Sulukule’nin ders olarak okutulduğundan bahsediyor. Özellikle okullarda tez olarak bu konu hakkında cok şey yazıldığını anlatıyor ama bunların hepsinin, yazılan haberlerin ve tezlerin, zamanla uçup gittiğinden bahsediyor. Bu belgesel sayesinde artık ellerinde daha kalıcı bir kaynak olacağının da altını çiziyor. Ancak gösterilen tüm bu çabalara ve çalışmalara rağmen sonuçta Sulukule’nin kentsel dönüşüm projesinden sağ çıkmayı başaramadığını kaybolan neşesinden ve dümdüz edilmiş sokaklarından çok net bir şekilde görülüyor. Neredeyse bin yıllık bir geçmişi olan tarihin ilk yerleşik Roman mahallesi de böylece içinde bulundurduğu, kendisine has dokusu ve güzellikleriyle birlikte tarihe karışmış oldu. İnsan ister istemez soruyor: “Acaba İstanbulun lüks ve eğitimli ve para sahibi olanların yaşadığı bölgelerde bu kentsel dönüşüm ve kentsel yenileme projeleri neden uygulanmıyor?”
Yazı:
Video: Cem Madra