Sulukule için suç duyurusu

” haberinin görselleri de kanıt olarak sunuldu. Şöyle denildi: “06.05.2010 tarihinde Fatih Belediye Başkanlığı ve Toplu Konut İdaresi tarafından gerçekleştirilen “Temel Atma Töreni” sırasında gerek bölgede bulunanlar gerekse de basın mensupları tarafından kültürel mirasımızın önemli bir parçası olan İstanbul İli, Fatih ilçesi 2484 ada, 2489 ada, 2490 ada, 2492 ada, 2493 ada, 2492 ada, 2495 … Devamını oku

Mustafa Demir neye basıyor?

Gündeme geldiği günlerden bu yana her yönüyle tartışılan Sulukule Kentsel Dönüşüm Projesi’nde bir garabet daha yaşandı. Tarihi yarımadadaki kültür mirasını korumakla yükümlü Fatih Belediyesi, arkeolojik araştırmanın devam ettiği proje alanında, ilk konutun temelini atarak inşaatı başlattı.

Sulukule’de İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin yürüttüğü bilimsel araştırma 22 Mart’ta başlamıştı. Yasal zorunluluk gereği alanda bu çalışmayı yürütmesi gereken müze, henüz kazının planlaması aşamasında, projeyi yürüten kurumlar tarafından baskı görmeye başlamıştı. Çünkü proje sahipleri, alanın bölüm bölüm çalışılmasını arzu ediyor ve müzenin, kazısını bitirdiği alanlarda ivedilikle inşaata başlamak istiyordu.

Ancak arkeoloji bilimi, proje sahiplerinin dileğine karşı çıkıyordu. Çünkü bir alanın bilimsel amaçla kazılıyor olması, bütünlük gerektiriyordu. Toprağın altından hangi derinlikte ne çıkacağı belli değildi. Kazının bittiği var sayılan bir alanın, yakındaki alanlarda buluntular çıkmasıyla tekrar araştırılması, gerekirse daha derine inilmesi gerekebilirdi.

Kazının nerede, ne kadar devam edeceğine karar veren kurum ise araştırmayı yürüten Arkeoloji Müzeleri değil, alandan sorumlu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, kentsel dönüşüm alanları için kurulan özel ismiyle Yenileme Kurulu’ydu. Müze, kazı sonuçlarını bu kurula iletiyor, kurul söz konusu alanla ilgili kararını veriyordu.

Bu uzunca açıklamadan sonra bugün arkeolojik araştırmanın tamamlandığı var sayılarak Fatih Belediyesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından inşaat başlatılan alanla ilgili nasıl bir karar alınmış olduğunu beklemeliyiz? Yenileme Kurulu, müzenin gönderdiği sonuçları değerlendirerek proje yürütücülerine “burada bilimsel çalışma sona erdi, inşaata başlayabilirsiniz” demiş olmalıydı, değil mi?

Ama Yenileme Kurulu, böyle bir karar almadı.

Ya alandaki kültürel mirası korumakla yükümlü Fatih Belediyesi, nasıl olup da inşaata başladı?

Mustafa Demir: “Sulukule'de kazı yapmak zulüm”

Belediye Başkanı Mustafa Demir gün boyunca gerek kürsüden, gerek basın mensuplarıyla yaptığı konuşmalarda, Sulukule’de her şeyin yasal sürece uygun yürüdüğünün altını çizdi. Bununla da kalmadı. “Dünyanın hiçbir yerinde imar projeleri, tarihi kalıntılar nedeniyle iptal edilmez” dedi. Kendini tutamadı, arkeologların insan gücüyle kazdıkları açmaları göstererek “Bakın, inilebilecek en alt seviyeye indik. Buradan bir şey çıkma ihtimali sıfır! Burada kazı yapmak, zulümden başka bir şey değil.”

Gelgelelim başkan, şanssız bir günündeydi. Çünkü bu açıklamaları yaptığı noktanın birkaç metre uzağında, hem de temeli atılan inşaatın hemen arkasında, sözlerini çürüten en canlı kanıt bulunuyordu. Bunlar, Sulukule’ye ismini veren tarihi su ishale hattının kalıntılarıydı. İlk bakışta göze çarpmıyordu. Çünkü önüne, görünmesini engelleyen kalıp demirleri yerleştirilmişti.

HaberVs muhabirleri Mert Oynargül ve Görkem Keser’in görüntülerini kaydettiği bu kalıntıları uzmanlara gösterdik. Ve olasılıkla 18. yüzyılın ortasına tarihlenen Osmanlı künkleri olduğunu öğrendik.

Mustafa Demir yine bugün “Dünyada ilk kez moloz atımını bile arkeologlar eşliğinde yaptık” diyordu. Birden fazla yanlışı bir arada bulundurmayı başaran bu kısacık açıklama bile, arkeolojik eserlerin neden böyle bir muamele gördüğünü anlamak için yeterli. Görünen o ki, Osmanlı 18. yüzyıl eserleri, moloz muamelesi bile görmüyordu. Kaldı ki Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, 13 Ocak’ta (yani henüz bilimsel kazı başlamamışken) yaptığı basın açıklamasında, çok miktarda arkeolojik buluntu içeren hafriyatın, iş makineleri tarafından temizlendiğini duyurmuştu.

Sorun elbette sadece demir kalıplarla gizlenmeye çalışılan Osmanlı künkleri değil. Baskı altında devam eden bilimsel araştırmanın başlangıç evresinde bile, Helenistikve Romadönemlerine tarihlenen buluntulara ulaşıldı. Belediye Başkanı, Sulukule’de ayağını bastığı yere baksa, “hiç yok” diye iddia ettiği çanak çömlek parçalarını kolaylıkla görebilir.

Bugünkü Sulukule’yi de içine alan Lykos Vadisi’ndeki tarihi eserleri araştıran ve arkeolojik sit ilan edilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı‘na başvuran Sanat Tarihçisi Derya Nüket Özer, bu türde bir alana nasıl yaklaşılması gerektiğini şu sözlerle anlatıyor: “Sulukule’de Helenistik buluntulara rastlanması çok çarpıcı. Ama arkeoloji sürprizlere hazırlıklı olmak demektir. Çünkü arkeolojik alanda bildiklerinizin ötesinde bilmediklerinizi, tahmin etmediklerinizi beklemek durumundasınızdır.”

Bildiğim kadarıyla Mustafa Demir diş hekimi. Bugün üzerine beton döktüğü ve yürüdüğü alandaki arkeolojik eseri bilmesi, tanıması beklenmeyebilir. Ama en azından sorup öğrenebilir, saygı gösterebilir. Çünkü sekiz yıldır ayağının altındaki “molozlarla” dünyanın merkezi olmuş bir ilçenin belediye başkanlığını yürütüyor.


2010’un ilk itirafı

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı yönetiminin başarısız olduğuna dair ajans içerisinden ilk eleştiri, İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili’den geldi. AKB Ajansı Yürütme Kurulu başkan vekilliğini de yürüten Bilgili “Devlet, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları olarak birlikte yönetimi başarmamız gerektiğini hep söyleriz. Ama 2010’da bunu gereği gibi başaramadık. Küçük sarsıntılar … Devamını oku

“Dönüşüm” sırası Balat’ta!

İstanbul’daki kentsel dönüşüm projeleri, proje kapsamına alınan bölgelerin sakinlerini ayağa kaldırıyor. Şimdi de Fener-Balat-Ayvansaray kentsel dönüşüm projesini protesto eden Balat halkı, FEBAYDER (Fener Balat Yardımlaşma Derneği) öncülüğünde biraraya geldi. Daha önce UNESCO ve Avrupa Birliği projeleriyle koruma altına alınan semtte Sulukule’ye benzer bir yıkım hazırlığı bölge halkını endileşendiriyor.

FEBAYDER Başkanı Hasan Acar, Balat’ta gerçekleştirmesi planlanan kentsel dönüşüm projesi konusunda bazı gerçeklerin üstünün örtüldüğünü ı öne sürüyor. Eski bir Balatlı olan Beyhan Gürsoy ise kendisine ait iki binanın daha önce restore edildiğini, ancak Fatih Belediyesi’nin bu binaları da projeye dahil ettiğini söylüyor.

Fener-Balat halkı, Çalık Grubu tarafından hayata geçirilecek projeyle ilgili tüm yasal haklarını arayıp projeyi durdurucaklarından ya da kendi istekleri doğrultusunda değiştiriceklerinden emin gözüküyor.

Sulukule’nin altı

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, 13 Ocak’ta yayınladığı “Sulukule’de Yenileme Projesi ve Arkeolojik Kalıntılar” başlıklı duyuruda şunu söylüyor:

Yıkımların ardından çok büyük bir hafriyat yapıldığı ve bu hafriyat içinde çok miktarda -olasılıkla Bizans Dönemi’ne ait- kırık mimari kalıntı parçaları bulunduğu gözlenmiştir. Bu kalıntı parçaları, bu alanda kültür varlıklarının açıkça tahrip edildiğinin kanıtlarıdır.”

Arkeologlar, bugüne kadar belediye görevlileri, inşaatçılar ve dozerlerden başkasının uğramadığı bu alanda yüzlerce yıllık kültürel eserlerin tahrip edildiğini söylüyor.

Dikkat ederseniz söz konusu tahribat, mevcut yapıların yıkımı esnasında yapılıyor. Gözle görülür, somut yapılar yok ediliyor. Peki ya görünmeyenler?

Söz konusu alan, İstanbul’un tarihi merkezinin son sınırlarını çizen -Theodosius- kent surlarının hemen dibinde. En düşük ihtimalle en az 1000 yıldır, kesintisiz yerleşim gören bir bölge.

Dahası da var: Bizans dönemi uzmanlarına göre, antik kaynaklarda ismi geçen, o bölgede bulunduğu bilinen ama kesin yeri tespit edilemeyen yapılar da büyük ihtimalle Sulukule’nin altında yatıyor. Örneğin İmparator Iustinos’un Deuteron Sarayı.

Sulukule’nin yasalarla da belirlenmiş bir statüsü var: Kentsel ve tarihi sit alanı. Kanunlara göre devlet, bu alanda saklı kültür varlıklarını tespit etmeden ve bunları koruyucu önlemleri almadan önce -klişe tabirle- buraya “bir çivi bile çakılamaz”.

Tüm bunların özeti işe şu: “Sulukule’de arkelojik araştırma ve kazı yapılması gerekiyor.”

Alanda şimdilik -sadece- toprak üstündekileri tahrip etmekle meşgul dozerler dolaşıyor.

Toprak altına ne olacağını yakın zamanda göreceğiz. Çünkü inşaat hazırlıkları tamamlandı.

Ayasofya yerinde. Sulukule nerede?

İstanbul 2010 Kültür Başkenti (AKB) resmi açılışı için, İstanbul’un dört bir yanı büyük etkinliklere sahne oluyor. Yarın, 16 Ocak Cumartesi akşamı, ses, ışık, müzik, tiyatro, İstanbul’un pek çok semtinde ayrı ayrı gösteriler var, AKB Ajansı’nın deyişiyle “2010 enerjisi İstanbul’a yayılacak…” Hazırlık çalışmaları 2000 yılında başlayan ve resmi olarak 2006 sonunda kesinleşen Avrupa Kültür Başkenti projesinin … Devamını oku

Trapattoni ve Kadir Topbaş

) Ne oldu o proje? Türkiye’nin önde gelen mimarları Topbaş’a cevaplarını basın yoluyla verdiler. Gelgelim Kartal Dönüşüm Projesi, dünyaca ünlü Mimar Zaha Hadid’e verildi. Peki, Topbaş’ın deyişiyle “şehri turizm merkezi haline getirecek” 2006 yılında çizilen o projeye ne oldu? Cevabı, MilliyetEmlak ekinin 25 Aralık 2009 tarihli “Kartal neden dönüşemedi” başlıklı haberinden alıyoruz: “(…) Zaha Hadid’in … Devamını oku

Kentsel dönüşüm tartışması

İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde 13-14 Kasım 2009 tarihinde gerçekleşen Kent ve İnsan Hakları Sempozyumu’nun ilk oturumu Dolapdere kampüsündeki mahkeme salonunda gerçekleşti. Moderatörlüğünü Turgut Tarhanlı’nın yaptığı oturuma Gazi Üniveristesi Mimarlık Bölümünde öğretim görevlisi olan Hüseyin Sadri, Doğuş Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğretim görevlisi Senem Zeybekoğlu Sadri ve İstanbul Mahalle Dernekleri Platformunu temsilen Erdoğan Yıldız katıldı. Konferansın konusu kentsel dönüşüm projesi kapsamında gerçekleştirilen projelerdi. Bu kapsamda projelerin mimari açıdan doğruluğu ve projeler kapsamında evlerini terk etmek zorunda kalan insanların durumu tartışıldı.

Konuşmacılardan Senem Zeybekoğlu Sadri, neo-liberal uygulamalar nedeniyle kentlerin birer yatırım ve rant alanına dönüştüğünü vurguladı. İstanbul mahalle derneklerinin beraber çalışma konusunda sıkıntı çektiğine, daha organize çalışmaları gerektiğine dikkat çeken isim de bu platformu temsilen sempozyuma katılan Erdoğan Yıldız oldu.

Bu arada Sınır Tanımayan Otonom Plancılar grubu tarafından hazırlanan, alternatif Sulukule projesinin TOKİ’ye sunulduğu. Bu projenin de bölgeden sorumlu yenileme kurulunun onayını beklediği belirtiliyor.

Bir zamanlar Sulukule’de


Sulukule’de yüzlerinden gülümseme eksik olmayan Romanlar, hünerli ellerin çaldığı enstürmanlardan yükselen müziğe kıvrak danslarla eşlik eden kadınlar, sokakları dolduran çocukların kavga dövüş içinde duyulan sesleri yok artık. Yıkıldı, yıkılacak derken yaz sonu gelmeden, eski neşesinin yerini önce buram buram hüzün kokan enkaz yığınları ardından şimdilik dümdüz edilmiş boş araziler aldı. Kimsenin, ardında kamu yararı bulunduğunu iddia edemeyeceği adına “kentsel dönüşüm” denen bir “soylulaştırma” ya da rant projesi uğruna insandan, kültürden ve tarihten arındırılan bir semt, “Bir zamanlar Sulukule’de…” diye başlayacak anıların mahallesi oldu artık.

Haklarını yemeyelim. Evleri yıkılmasın, kültürleri yok edilmesin, karınları doymaya devam etsin diye çok uğraştı Romanlar ya da yaygın adlarıyla çingeneler. Azımsanmayacak bir destek de buldular. Sezen Aksu’dan Gogol Bordello’ya kadar kimler gelmedi ki yanından yöresinden geçenlerin burun kıvırarak kafasını çevirdiği o semte. Ama olmadı. Dünyanın bilinen ilk yerleşik çingene topluluğu Sulukuleliler 2 yıl içinde zorla tahliye edildi.

Sulukule’nin son günleri

Ulusal ve uluslararası basının haberlerine, Avrupa Parlamentosu’nun raporlarına, öğrencilerin tezlerine, belgesellere konu oldular. Öyle ki internetin en yaygın kullanılan arama motoru Google sayfasında “Sulukule” ve “yıkım” sözcüklerini bir arada yazdığımızda yaklaşık 400 bin sonuç çıkıyor ortaya. Bugüne kadar yapılanların iyisi vardı ya da kötüsü işe yarayanı ya da yaramayanı vardı. Ama içlerinden biri var ki tamamlandığında “Sulukule’de ne oldu? Yok edilen neydi?” sorularının yanıtını en iyi verecek olanlardan biri. Cem Madra’nın henüz tamamlanmamış bu yüzden de dek pek bilinmeyen belgeselinden bahsediyoruz. Madra’nın, “Sulukulenin son günleri” adını verdiği belgelesini diğerlerinden farklı kılan ise “içeriden” bir gözle yaşananları bize anlatması.

Bir tarihin nasıl yok edilebiliceğinin belgesi

Çünkü Madra, belgeseli yapmaya karar verdiğinde bir ev kiralayarak 6 ay boyunca Sulukule’de yaşamış. Yıkım kararı verildikten sonra geçen olayları, verilen mücadeleleri, hayal kırıklıklarını ve kaybedenin sadece Sulukuleliler olmadığını gösteren bütün süreci yakından ve birebir içeriden takip edip aktarıcı görevi üstlenen bir belgesel çıkmış ortaya. Belgeselin adına bakıp göreceğinizin sadece yok edilen bir kültürün son anlarına kamera doğrultulmuş bir tanıklık olduğu anlaşılmasın. Semtin yaşayanları için bir “felaketin” çevresinde dönen belgesele bir kültürün ve kepçe darbeleriyle bir tarihin nasıl yok edilebiliceğinin belgesi adeta.

Yarını düşünmezken gelecek korkusu duymak

Belgesel her mahallede olduğu gibi Sulukule’de de olan belli karakterlerin üzerinden ilerliyor; mahallenin bakkalı, amcası, delisi, çocuğu… Belgeselin bilgilendirip ahkam kesme amacı yok. Bilmeyen ya da kulaktan dolma bilgilere sahip kişiler için bir efsane halini alan çingene kültürünü yansıtmak gibi bir amaç da güdülmüş değil. Otantik özelliklere sahip bir İstanbul mahallesinin adım adım yok ediliş süreci, yaşanan tüm gerçekler herhangi bir kurgu olmadan izleyecek olanlara aktarılıyor. Madra da zaten en çok dikkat ettiğinin bu olduğunu, görüp tanık olduklarını izleyicinin de görmesini istediğini söylüyor. Sulukule’ye adım attığında en çok ve ilk dikkatini çekenin daha önce hiç görmediği bir yoksullukla karşılaşmak olduğunu söyleyen Madra, “Ama bunun temelinde ne olduğunu da aramadım. Evet Sulukule’de yaşayanlar bir günden daha ilerisini pek düşünmüyorlardı. Ama durum o kadar kötüydü ki, her an evlerinin yıkılabileceğinin ve sokakta kalabilceklerinin ve bir sonraki günü düşünmedikleri geleceklerinin olmadığının farkındaydılar. Çünkü biliyorlardı ki Sulukuleliler için evlerini kaybetmek aynı zamanda kültürlerini kaybetmek anlamına geliyordu” diyor.

Gidenler döndü

Mahalle yaşamının en önemli yanının dayanışma olduğunun altını çizen Madra tam da bu yüzden Taşoluk’ta çok katlı apartman dairelerine gitmek zorunda kalan ailelerin neredeyse tamamının Sulukule’ye olamasa bile Karagümrük ve Balat gibi etraftaki mahallelere geri döndüklerini anlatıyor:

“Sulukule’de hayat dışarıda geçiyor, sokaklarda, insanlar evde oturdukları zaman bile bahçelerinde ya da avlularında zaman geçiriyorlar. “Anakarnı” benzetmesi Sulukule ile birebir örtüşüyor. Orası dışarıdan gelenler için olmasa da kendileri için çok güvenli. Çocuklar oranın çocukları, herkes birbirini tanıyor. Aynı tastan çorbayı bölüşüylorlar. Parası yoksa da karnının doyacağını, bakkalından veresiye ekmeğini alacağını biliyor. Bu insanlardan nasıl bir apartman dairesinde oturmalarını bekleyebilirler ki? Belgeselin devamı Sulukule evlerinin yerine yapılacak binalar ve yaşayanları olacak. Böylece iki durum arasında ki tezatlığı göstererk söylemeye çalıştığımı daha iyi anlatabilmiş olacağım.”

Herkes dışarı itilmeden payını alır

Sulukule’de geçen hayatı anlatmak ise belki de konunun en zevkli kısmı ama maalesef Cem Madra çekimlerine başladığında o hepimizin bildiği neşeli Sulukule’den uzak bir ortamın içine girmiş. Ama Sulukuleliler ne kadar acı çekseler de eğlence içlerinde var bunu saklamayı hiçbir zaman beceremiyorlar. Ciddi bir konunun ortasında dahi herşeyi birkaç dakika için bile olsa bırakıp eğlenmeye, dans etmeye ve şarkı söylemeye hâlâ hazırlar. Tek fark bunun bu süreç içerisinde dozerlerin ve devlet memurlarının gölgesinde eskisi kadar sık yaşanamamış olması. Adına kentsel dönüşüm denilen projelerin sadece Sulukule’yle sınırlı olmadığını vurgulayan Madra, “Halkın en alt tabakası olan çingenelerle başlayan bu kent merkezinden yavaş yavaş sürülme hareketi giderek yaygınlaşacak. Kentin burjuvazisi ve aristokrasisi dışında kalan herkes de zamanla bu dışarı itilmeden paylarını alacak” diyor.

Sulukuleli olmayan direnişçi

Belgeselin içinde aslında Sulukule’den olmayan bir karakter de var: Hacer Foggo. Semtle ilgisi olmamasına rağmen Sulukule’nin yok edilmemesi için yürütülen mücadelede başı çeken ve “onlardan” biri olarak belgeselin belki de en ilginç karakterlerin biri haline dönüşen bir aktivist. Aynı zamanda Sulukule Plaformu Sözcüsü ve belki de medyanın ilgisini Sulukule’ye çekmek için en çok çalışan ve en başarılı olan isim. Belgeselin içinde kah yıkım görevlileriyle tartışırken, kah omuzunda yorgan döşek taşırken ya da Sulukulelileri örgütlemeye çalışırken görüyoruz. Sulukule’de ki yıkımların bu kadar tepki görmesinin en büyük sebeplerinden biri de hiç kuşkusuz Hacer Foggo ve Sulukule Platformu’nun yaptığı çalışmalar. Bu sayede yıkım sürecini yaklaşık 2 yıl erteletmeyi başardıklarını hatta UNESCO ve AB İlerleme Raporları’na Sulukule’yi sokmayı başardıklarını anlatıyor.

Foggo artık bazı üniversitelerde kentsel dönüşüm yada şehir planlama derslerinde Sulukule’nin ders olarak okutulduğundan bahsediyor. Özellikle okullarda tez olarak bu konu hakkında cok şey yazıldığını anlatıyor ama bunların hepsinin, yazılan haberlerin ve tezlerin, zamanla uçup gittiğinden bahsediyor. Bu belgesel sayesinde artık ellerinde daha kalıcı bir kaynak olacağının da altını çiziyor. Ancak gösterilen tüm bu çabalara ve çalışmalara rağmen sonuçta Sulukule’nin kentsel dönüşüm projesinden sağ çıkmayı başaramadığını kaybolan neşesinden ve dümdüz edilmiş sokaklarından çok net bir şekilde görülüyor. Neredeyse bin yıllık bir geçmişi olan tarihin ilk yerleşik Roman mahallesi de böylece içinde bulundurduğu, kendisine has dokusu ve güzellikleriyle birlikte tarihe karışmış oldu. İnsan ister istemez soruyor: “Acaba İstanbulun lüks ve eğitimli ve para sahibi olanların yaşadığı bölgelerde bu kentsel dönüşüm ve kentsel yenileme projeleri neden uygulanmıyor?”

Yazı:
Video
: Cem Madra