Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde bugün “Değişen Dünya Düzeninde Türkiye’nin Enerji Politikaları” üzerine konuştu.
Yıldız konuşmasının başında, enerji dendiğinde en sihirli kelimelerden birinin de ‘büyüme’ olduğunu ve bir ülkenin enerji politikalarının büyüme rakamlarına göre planlanması gerektiğini söyledi. Daha sonra bu politikayı “Var olan tüm kaynaklarımızı kullanalım, ama bu kaynaklar büyüme hızımızın gerisinde kalacağı için yeni kaynaklar arayalım ve ithal edelim” diyerek özetledi.
Bildiğiniz gibi hükümetin Türkiye’nin enerji ihtiyacı ile büyüme hızı arasındaki farkı kapatma aracı olarak gördüğü araçlardan biri de nükleer santraller. Uzun yıllardır uyumakta olan nükleer santral inşa etme fikrini Mart 2004’ten başlayarak tekrar gündeme getirildi. Türkiye’deki ilk santrallerin Mersin (Akkuyu) ve Sinop’ta kurulması planlanıyor.
Büyümüyor, küçülüyor
“2020 yılında enerji ihtiyacımızın yüzde 5’ini nükleerden karşılamamız lazım” diyor Bakan Yıldız.
Bu hedef, önümüzdeki 10 yılda birden fazla nükleer santral yapılması anlamına geliyor. Oysa “büyümekte olan dünya” tam tersini söylüyor. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) tarafından hazırlanan, “Dünya Enerji Görünümü 2007” adlı rapora göre, dünya elektrik enerjisi üretiminde, nükleerin yüzde 15 olan bugünkü payı 2030’da yüzde 9’a gerilemesi bekleniyor.
Dünya, özellikle de Batı, bu belalı ve yüksek maliyetli teknolojiyi daha az kullanmanın yollarını arıyor ve gelecek planlarını bunun üzerine yapıyor. 2002’den beri gerek nükleer teknolojiyle üretilen enerji miktarında ve gerek santral/reaktör sayısında gözle görünür bir düşüş yaşanıyor. Türkiye ise bugüne kadar bir şekilde bulaşmadığı bu belayı başına sarabilmek için şartlarını sonuna kadar zorluyor.
Taner Yıldız’a, “Dünyanın terk ettiği nükleeri ‘büyüyen’ Türkiye’nin sahiplenmeye çalışmasının, bahsettiği sihirle çelişip çelişmediğini” sorduk. Şöyle cevapladı:
“Var sayımınız ilk bakışta doğru gibi görünüyor. Ama enerji sektörü son derece dinamik. 1730’larda odunun kullanılıyordu. Oduna talebin artması ve fiyatlarının yükselmesi kömürü getirdi. Aynı şekilde kömür, petrol tarafından, petrol doğal gaz tarafından ikame edildi. Ve sonrasında nükleer enerji ortaya çıktı. Uluslararası Enerji Ajansı dokuz yıl önce ‘nükleeri terk edin’ diyordu. Ancak petrol ve doğal gaz fiyatlarının artması üzerine iki yıl önce tekrar ‘nükleere dönün’ dedi.”
Nükleer raporu ve sayılar
Ağustos 2009’da yayınlanan, konunun dünyadaki en önemli uzmanlarından Mcyle Schneider başkanlığında hazırlanan rapor bakın dünyada nükleerin gidişatını nasıl gösteriyor. (The World Nuclear Industry Status Report 2009)
• Nükleer santrale sahip 31 ülkeden 27’si, son bir yılda bu yöntemle enerji üretimini azalttı ya da sabitledi. 31 ülkenin sadece 4’ü, nükleeri daha fazla kullanmaya başladı.
• Dünyada son iki yılda işletmeye açılan nükleer santral yok. (Son olarak Romanya’daki Cemavoda-2 reaktörü 2007’de hizmete girdi.)
• Nükleer enerjinin ticari olarak kullanıldığı 1950’lerden bugüne ilk kez 2008 yılında, bu ağa eklenen bir santral olmadı.
• Nükleer endüstrinin gelişiminde tepe noktasını oluşturan 1979’da 233 reaktörün inşası devam ediyordu. Bu sayı 1987’de 120’ye, 2009’da 53’e geriledi.
Evet, dünyada hâlâ nükleer santral inşa ediliyor ve santral kurabilmek için siyasilerle lisans pazarlığı yapılıyor. Ancak gerek nükleer teknolojiyle enerji üreten birim (santral, reaktör) sayısı ve gerek enerji üretiminin 2002’deki tepe seviyesine ulaşamayacağı ve giderek düşeceği öngörülüyor.
Bu arada aktif nükleer santrallerin ortalama ömrünün de 25 yıl olduğu bilgisini verelim. Bu nedenle yeni santraller ve lisans yenilemelerine rağmen 2002’de tarihi zirvesi 444’e ulaşan bu ünitelerin 2015’te yüzde 10 oranında azalacağı öngörülüyor. Çin 20, Fransa ve Finlandiya 1’er, Japonya, Kore ve Doğu Avrupa birkaç ünite eklese de önümüzdeki 20 yılda bu düşüş eğiliminin devam edeceğine neredeyse kesin gözüyle bakılıyor.
Gerçek neden?
Bu verilere bakınca Yıldız’ın cevabının, dünyada nükleerden enerji üretimi konusunda “yırtıcı” davranan çok az sayıda ülke için geçerli olduğu sonucu çıkıyor.
Büyüyen dünya, nükleer büyümeye hayır diyor ve bu yönde çaba harcıyor.
Görüldüğü gibi büyümek, Türkiye’nin enerji ihtiyacını nükleer teknoloji ile karşılamak için bir gerekçe olamaz.
Nükleerde bu kadar ısrarcı olmak için Bakan Yıldız’ın dile getirmediği başka gerekçeleri olmalı.
Hikmet Karahasan
santralistanbul’daki konuşmasına “Önemli olan enerjiyi alıp iyi şekilde işletmektir ve burada bulunan enerji santrali de bunun en eski ve güzel örneklerinden biridir” diye başlayan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, “komşularımızla sıfır problemli hale gelip konumumuzun avantajından enerji alanında faydalanmalıyız” dedi. “Azerbaycan, Suriye, İran ve Bulgaristan ile enerji konusunda alışverişlerimiz var. Rusya ile Cumhuriyet tarihinin en büyük antlaşmasını yaptık. Hali hazırda Yunanistan’a doğalgaz satıyoruz. Irak içinde protokol hazırlanıyor.” Yıldız Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin bölgedeki konumu üzerindeki etkilerini “Yanı başımızda çok büyük kaynaklar var ve ABD ile stratejik ortaklığımız komşularımızla olan ilişkilerimize engel değildir” sözleriyle değerlendirdi. “Savaşlar demokrasiyi yerleştirmek mi yoksa enerji kaynaklarını ele geçirmek için mi çıkıyor” sorusunun hâlâ tartışıldığını vurguladı. Her ülkeyle antlaşma yapabilecek bir Türkiye olduğunu dile getirirken bunu da Avrupa Birliği’nin ileride bir geçiş ülkesi olarak Türkiye’ye bağımlı hale geleceğine bağladı: “AB’nin doğalgaz bağımlılığı her geçen gün artıyor. Avrupa’nın tek yerli kaynağı olan Norveç’in doğalgaz rezervleri gün geçtikçe azalıyor ve sonuda AB’nin ithalat ihtiyacı mutlaka artacak. Türkiye’nin Rusya, Azerbaycan, Türkmenistan ve İran ve Irak kaynaklarını Avrupa’ya aktaracak bir konuma gelmesi gerekiyor ki komşularımızla olan ilişkilerimiz bu duruma gelmemize destek olacak durumda. Üretici değiliz ama yapacak çok işimiz var.”